Hayy'dan gelen Hu'ya gider ne anlama gelir?

Hu’ya gitmek, bir salik için bir düşme ise de şimdiki zamanda artık, varlıkla, seher vakti uyanık kalanlarla konuşmak, onlara karışmak gibidir. Lütfi Bergen yazdı..

Hayy'dan gelen Hu'ya gider ne anlama gelir?

Haydan gelen huya gider” diyenler emeksiz yemekten bahsetmektedirler. “Haybeden gelen para böyle hayırsız yolda ezilir” demek isterler. Kadın kocasına soracaktır: “Parayı ne yaptın be adam?” “Amaan Sevim; haydan gelen huya gider, harcadık gitti.” Hayat hep böyle harcanmıştır. İnsan savrulmaktadır. Nereye tutunalım? Kavramlarımıza, anlamlarımıza.

Allah, müslim olarak Hayy bulan kulunun İslam'dan imana çıkmasını irad eylemiştir

Bu sözün aslı “Hayy’dan gelen Hu’ya gider” şeklindedir ve Müslüman idrakında “Allah’tan gelen Allah’a gider” diye bilinmektedir. Doğrunun bir kısmı budur. Ayet’el Kürsî’ye işarettir.

Ayet’el Kürsî, Bakara suresinin 255’inci ayetidir. “Allâhü lâ-ilâhe illâ hüve’l hayyü’l kayyûm” diye başlar. İşte bu ayeti okuyarak “Hayy” diyerek gelen “Hu”ya gidecektir. Peki bu “Hu” nerededir. Kürsî ayetinin başındaki ifade ile Gafir suresinin 65’inci ayetindeki şu ifade aynıdır: “hüve’l hayyü lâ ilâhe illâ hû.” Hüve (O) Hayy (diri)’dir, İlahlar yoktur yalnız Allah (Hu) vardır, denmektedir. Bununla Allah Hayy’ı Hu’ya bağlamıştır. Bunda bir hikmet vardır.

“Hu” Gafir suresinde zikredilmiştir. Surenin ismi üçüncü ayetindeki “ğafir” kelimesinden gelmektedir. Ancak surenin bir diğer ismi de Mü’min’dir. Kürsî ayetinde kendini tanıtan Allah, müslim olarak Hayy bulan kulunun Mü’min suresine, “Hu” diyerek gitmesini, bağışlanmaya yürümesini, İslamdan imana çıkmasını irad eylemiştir.

“Hayy’den gelen Hû’ya gider” sözü, Bakara sûresi’ndeki âyetin fiile çıkmasıdır

Bu deyimin başka bir anlamı, Bakara suresinin 156’ıncı ayetinin hikmeti ile ilgilidir. Allah, kitabında değişik ayetlerde “sizi canlardan, mallardan, ürünlerden, evlatlardan yana eksiltme ile imtihan ederiz” demektedir. Sonra “sabredenleri müjdele” diyecektir. İşte Bakara suresi 156’ıncı ayet eşi, sevdalısı ölmüşe; malı telef olana, işsiz kalana, başına bir hastalık gelene, çaresize, garibana, gurbette yek başına kalana, gariplere, mazlumlara, kimsesizlere, naçarlığa, fıkaralığa, ağzının tadı bozulana, hırsıza para kaptırana, evi dağılana, boşanmışa, yetim kalmışa, ekmek parası için zahmet yükünü çekenlere… diyor ki; “(onlar) başlarına bir musibet geldiği zaman ‘biz Allâh’a aidiz ve sonunda o’na döneceğiz’ derler.” Yani, “innâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn” deyip yolda sebbit kalırlar.

İşte bu ayet, bir örneklik inşâıdır; “Hayy’den gelen Hû’ya gider” sözü, Bakara sûresindeki âyetin fiile çıkmasıdır. Çünkü biz diri olan (hayy) Allah'tan gelip, O’na (hû’ya) dönücüleriz: Sabra ve tevekküle davet eden ayet, kulun Rabbi karşısındaki teslimiyetini de ifadelendirir.

Esma-i seb’a ile nefslerini terbiye ile meşgul ederlerdi

Ancak bu deyimin Osmanlı’dan Cumhuriyet’e akan kültürü içinde bir başka anlamı daha vardır. Halvetî büyüklerinden İbrahim Zâhid-i Geylânî’den gelen zikir usûlünde “esma-i seb’a/ yedi esma” belirlenmiştir. Bu zikir Halvetîye’den Celvetîye’ye ve bir çok sufî ekole geçmiştir. Nazif Öztürk bir makalesindebuna kayıt düşmüştür.

Riyazet ve kıllet ehli olan sufîler; açlık (kıllet-i taam), uykusuzluk (kıllet-i menam), az konuşmak (kıllet-i kelam) yolunda marifet bulmak için esma-i seb’a ile nefslerini terbiye ile meşgul ederlerdi. Esma-i Seb’a da yedi zikir bulunmaktadır: 1. La ilahe illallah 2. Allah, 3. Hû, 4. Hakk, 5. Hayy, 6. Kayyûm, 7. Kahhâr. Esma-i Seb’a, nefsin yedi mertebesine karşılık gelmektedir. 1. Emmâre, 2. Levvâme, 3. Mülhime, 4. Mutmainne, 5. Radiye, 6. Merdiyye, 7.Kâmile.

Yine Nazif Öztürk’ün sözkonusu makalesindeki tespiti ile, “Tasavvuf sülûkûnda yedi olan nefsin mertebeleri ikiye ayrılır. Bunlardan ilk dört makam ‘tabiat’, ‘nefs’, ‘ruh’ ve ‘sırr’ olarak isimlendirilmektedir. Diğer üç makam ‘berzah’ addedilmektedir.”

“Hayy’dan gelen Hu’ya gider” demek esma zikrinde düşmeyi ifade eder

Sufî kaynakların zikrettiğine göre, berzah makamına gelen salik, tecelli-i esma ile müşerref olur. Tecelli, Allah’ın esma-i Hüsna’ından birinin kalbine açılmasıdır. Salik, Allah’a o esma ile niyaz etse, Allah da ona karşılık verir. İşte tasavvuf ehline göre, tecelli-i esma, sülûk mertebelerinin dördüncüsünde zuhur eder. Dördüncü makam, Mutmainne; dördüncü zikir, Hakk’tır. Salik Hayy zikri ve Radiye makamında iken sürçerse; mürşidi onu üçüncü makama ve o makamın zikrine gönderirdi. Zira Hakk zikri tecelli makamıdır; nefsi ise mutmain nefstir. Sürçmüş bir talip, mutmain nefsini de kaybetmiştir. “Hayy’dan gelen Hu’ya gider” demek esma zikrinde düşmeyi ifade eder. Artık o yine ruhuna yönelecek, Hu diyecek, ilham edilmiş nefsi ile cebelleşecektir. Hayy’dan Hakk’a inmemesi bundandır. Hakk’a inmez de Hu’ya gider. Var sen git öteye bir bakalım denir.

“Hu!” deyip de geçmeyeceksin! Anlaşılan o ki, zikr etmek vicdanın beden kalıbını titreten ihtiyacıdır. Arenalarda futbol aşkında fena bulmuş yığınların, konser salonlarındaki ritimle kafa sallayan tezekkür halkalarının, kulaklarındaki müzik tıkaçlarıyla cezbeye düşmüş seyyarelere dönmüş gençlerin kalbleri niçin çırpınıyor? Çünkü kalp ancak Allah’ı anmakla yatışır.

Hu’ya gitmek, bir salik için bir düşme ise de, şimdiki zamanda artık, varlıkla, seher vakti uyanık kalanlarla konuşmak, onlara karışmak gibidir. Ne diyordu şair:

Konsun yine pervazlara

Güvercinler,

“hu hu” lara karışsın

Aminler,

Mübarek akşamdır;

Gelin ey fatihalar, yasinler..

Evet ahi, söyle bakalım orda mısın, dost, Hu!

Lütfi Bergen yazdı

YORUM EKLE
YORUMLAR
Dünya bizim için, biz ahiret için...
Dünya bizim için, biz ahiret için... - 5 yıl Önce

Allah razı olsun. Okuduk istifade ettik.

Çok güzel anlatmış seher vaktini
Çok güzel anlatmış seher vaktini - 5 yıl Önce

Fatma Nuran erken
Seher vaktini cokgüzel anlatmış