Sıkça sorulan bir soru hafıza nasıl kuvvetlendirilir? Unutkanlıktan nasıl kurtulunur?
Ben çok sık karşılaşıyorum bu soru ile. Hani biraz şiir ezberliyoruz ya, bazen Farsça da oluyor, Arapça da oluyor, Türkçe bolca oluyor filan… Sen bu ezberi nasıl yapıyorsun? diye sık sık sorarlar. Benim perişan hafızamın ne kadar acınası bir durumda olduğunu da pek hatırlamazlar. Çünkü o ezberlediğim şiirlere bakıyorlar, oradan mı görüyorlar… Diyorlar ki: çok güçlü hafızası var. Belki bir miktarı evet, Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği nimeti inkar edecek değilim ama yani onun bazı kuralları üzerinde duralım bugün isterseniz.
Bu suali İmam Şafii hocasına sormuş; Vekil b. Cerrah hocasının ismi. Pek çok hocası var şüphesiz ama Vekil b. Cerrah Hazretleri ile çok yakın ilişki içinde olmuş, uzun süre dersinde bulunmuş. İmam Şafii’nin sorusu da şu: 300.000 hadis-i şerifi ezber bilen, ravileriyle birlikte bilen bir İmam, soruyor bunu… Hafızam zayıfladı ne buyurulur, bana tavsiyeniz nedir?
Cevaba geçmeden önce yani o cevaptaki üslup da bize aslında bir yol gösteriyor. “Estağfurullah, sizdeki hafıza kimde var efendim, sizin hafızanız güçlüdür” falan gibi bir cevap değil. “Öyleyse günahı terk et!” makamında cevap veriyor. Arabi iki mısra biçiminde kültür tarihimizde yerini almıştır.
“Şekevtül veki’a min su-i hıfzi,
Fe evsani ila terk-il measi”
“Şikâyet ettim hocama, ben unutkan oldum diye”
Aldığım cevap şu: Öyleyse günahı terk et!”
Çünkü isyanı çok olanın nisyanı çok olur… Hani derler ya: “Hafızayı beşer nisyan ile maluldür.” Nisyan, unutma demek… Hafızayı beşer, nisyan ile maluldür; insan hafızası unutmak hastalığına müpteladır. Unutma sakatlığına maruzdur. Bu kaçınılmazdır, demeye gelir. Unutursun diyor yani… O yüzden de tavsiye ederler: En güçlü hafızadan, en zayıf yazı daha güçlüdür. Seneler sonra kalır… Hafıza ne kadar güçlü olursa olsun, gün gelir unutur, unutabilir makamında…
O bir kıt’adır aslında, iki mısrasını söyledim ama devamını da şöyle getirmiş İmam Şafii. Bunu kendi divanına da almış yani şiirle de meşguliyeti var hazretin… “Şiir, alimin değerini düşürüyor cahile de değer veriyor, değer kazandırıyor. Eğer alime değer düşürücü bir şey olmasaydı, alem şair görürdü… Bakmayın, vazifemiz daha büyük!” manasına gelen beyitleri vardır. Devamı şu: Hocası Vekil b. Cerrah;
“Liennel ilme nurun min envar-ı ilahi,
Felayu’ta nurahu ilel-asi”
“İlim çok kıymetli bir hazinedir, nurdur,
Allah günahkâr kalbe o nuru koymaz, o emaneti vermez.”
Buradan bizim almamız, muhakkak çıkarmamız gereken ders şüphesiz şudur: İnsanın azası, uzuvları, organları, sistemleri; göz, kulak, dil, dudak, el, ayak vesaire bütün sistemi günahla meşgul oldukça hafıza kararıyor, kalp kararıyor. Hafıza zayıflıyor ve insan dağınık bir hale geliyor diyor, alimler, büyüklerimiz. Buna dikkat edin diyor. Yani günah sadece orada kalmıyor. Bir hastalıktır, bir mikroptur yayılıyor ve insana her açıdan zarar veriyor. Hafıza bunlardan biri… Unutkan olmaya başlıyor, şaşıracak şekilde; kalbi kararıyor, inceliği kaybediyor, gözleri yaşarmıyor, ibadetten zevk almıyor, dediklerini duyduklarını anlayamıyor, iyi anlayamıyor filan. Bir Hadis-i Şerif hatırlayalım şimdi: “Derdiniz günahlardır, devası istiğfardır.”
Biz derdimizi de devamımızı da bilmek durumundayız. Başkalarının yaşayış tarzı, öncelikleri bizi ilgilendirmez. Yani bize dokunuyor arkadaş ya, bu bize zarar veriyor, bize olmuyor yani! Günah işlediğimizde ne yapalım? Acilen tövbe… Yani günahtan sonra da bir farz var. Madem günah işlediğin, yanıldın, şaştın, ayağın kaydı, düştün, şaşırdın hangi sebeple işlediysen… İnsana nefisten heva gelir, şeytandan vesvese gelir, kötü arkadaştan iğfal gelir; yerleri ayrı bunların… İğfal, kötü arkadaşın kandırması… Heva, nefsin arzuları… Vesvese de şeytanın dışarıdan üflemeleri, tuzakları filan. Bu üçünden biriyle insan hataya düşebilir ama günahı işledikten sonraki tutum çok önemli. Şeyh Galip üstadı hatırlayalım:
“Adem’e muttasıl ol ta ki cüda olmayasın
Secdeler eyle ki merdûd-ı Hüda olmayasın”
“Bir hata ettiğin zaman baban Âdem Aleyhisselam’ı hatırla! Gözyaşıyla istiğfar etti, tövbe etti ve yücelik buldu; safiyullah oldu. Hatayı savunmak, batılı müdafaa etmek seni iblise benzetir. Babana benze, İblis’e çekme!” manasında… Tövbe etmek, kısa yoldan dönmek… Ne zaman geçtir? Ölüm gelince geçtir… Ölümden önce hiçbir şey için geç değil, fırsat bu fırsattır.
Şimdi hafızayı güçlü tutmanın ya da dağılmasını önlemenin başka tedbirlerinden söz edeyim. İçinde bulunduğumuz çağda belki de hepimizin müptela olduğu dert: eli işte göz oynaşta durumu var ya; hani eli tencerede gözü pencerede… böyle dağınık, perişan. Çünkü ortalık çok karışık, çok hızlı, her şeye dikkatimizi çekiyor. Bir oraya bakıyor, bir oraya bakıyor darmadağın oluyoruz. Şair Nabi’nin dediğine geliyor iş :
“Olur reng-i taalluk rehzen-i dâr-ı bekâ Nâbî
Anınçün sâdelikten gayrı reng olmaz kefenlerde”
“Renklenince diyor, rengi taalluk seni boyayınca perişan hale gelirsin de yolun kesilir. O senin yolunu keser, rehzen olur, yol kesici olur. Renklenmeden kastı şu: Rengi alayık yani ilgiler, ilintiler, ilişkiler… Bir pazara çıkıyorsun, lazım olan olmayan yüzlerce mamul ile ürün ile hizmet ile karşı karşıyasın. Kiminin fiyatı şu, kimi bu filan… Yani bunlara sahip olsan da olmasan da dert. İlgi kalbe doluyor, kalp karmaşık bir hale geliyor: Rengi taalluk rehzen oluyor, yol kesici oluyor. O yüzden diyor, vefat ettiğinde insanı tek renk kefenle gönderirler yani karışıklığa mani olur, sadelik iyidir diyor.”
Şimdi hayatımıza bir çekidüzen vermek bu açıdan önemli. Her şeyle meşgul olursa insan; bakıyorsunuz orada spor aleminde şunlar oluyor, magazin aleminde bunlar oluyor, şöyle şöyle diziler oluyor, internette şunlar şunlar var…Yani bunların ne kadarı seninle ilgili? Böyle bir süzgeç olması lazım. Bunun klasik söyleniş biçimi “malayaniyi terk.” Yani lüzumsuz şeylerden uzaklaşma… Lüzumsuz kişilerden ve işlerden, ilişkilerden arınma; hafızayı takviye için son derece önemlidir. Bunu yapabilmek tabii ki kolay değil, bu bir savaştır. Ama yapmak durumundayız, hayatımızın alternatifi yok. Bir defa veriliyor ve işte onun da sonuna geldik zaten. Düzgün kullanmak lazım. Bilgi çöplüğü, lüzumsuz ilgiler çöplüğü haline de getirmemeli kalbi ve beyni… Her zaman söylüyorum ya, insanın açlığı mideden ibaret değil; kafası da gönlü de acıkıyor ve onların kendine mahsus gıdaları var. Bilgi ve sevgi ile doyuyor. Onları lüzumsuz şeylerle meşgul etmemek önemli, çöplük haline getirmemek önemli. Hafıza açısından bir bunu kenara not etmeli…
Hafızayı güçlü tutmak için, zayıflamasını önlemek için alınacak tedbirlerden biri de az da olsa sürekli olarak Kur’an-ı Kerim okumaya devam etmek. Enteresan bir ilaç tesiri vardır. Hafızayı canlı tutar. Tanıdığınız hafızlar varsa çevrenizde bunu müşahede etmiş olabilirsiniz, örneklerini görmüş olabilirsiniz… Hafız, hafızlıkla meşgul olanların yaşlarından beklenmeyen bir performansı vardır zihni faaliyetlerinde. Ben çok örnek gördüm ve şaşırdım. Tabii bu Kur’an-ı Kerim’in mucizesi, bereketi… Şifa tesiri… O baştan başa şifadır müminlere…Hem şifa hem rahmettir her derdimize... İşte çare olarak elbette Kur’an-ı Kerim.
Bir başka ilaç; eskilerin klasik ilaçlarını söylüyorum. Başta söyledim ya efendim, kendin tatbik etmiyorsan sözün de çok fazla tesiri olmaz. Mesela biri de şudur: Ala Suresini ezberlersin, özellikle vitir namazlarında zammı sure olarak okumaya devam edersin; hafızaya iyi ilaçtır. Buyurun işte bir de sırrımı söyledim yani. Ben denedim, tatbik ettim, gördüm.
Yine eskilerden, gelenekten: kuru üzüm yemek önemlidir hafıza için. Kuru üzüm… Kereviz önemlidir, mutfağınızda yer alıyor mu bilmiyorum. Tam da mevsimindeyiz şimdi. Her şekliyle kereviz, hafızayı takviye için önemli.
Tekrar önemli; öğrendiğini anlatmak aktarmak önemli. O da hafızayı takviye eder. İşte madde madde saydık:
- Günahtan sakınma, özellikle gözü. En kolay günah işleyen göz ve dil… Dilin kemiği yok ya, hemen söyleyiveriyor falan hem de en ağır günahları. Şairlerden biri demiş ki: “Her günahın sekr’i olsaydı o zaman anlardınız sarhoş kim, ayık kim?”
Adam diyor ki: Bakıyorsun; adam sarhoş, alkollü içki içmiş sallanıyor diye adama takılıyorsun ama ne günahlar var sallandırmıyor adamı işte... Mesela gıybetin nasıl bir günah olduğunu biliyoruz değil mi? Biraz kitap okumuşluğumuz vardır, en azından duymuşuzdur. Ölü kardeşinin etini yemeye benzetiyor, ayet-i kelimeyle Cenab-ı Hakk. Ne kadar tiksindirici bir şey… Ama bugün ne kadar kolay işleniyor. Gayet basit böyle bir imayla, bir kelimeyle, bir cümle ile gündelik hayat içerisinde hemen içine düşüveriyoruz.
Göz de öyle. Gözle günah işlemek çok kolay ama ondan korunmak ve kurtulmak da en az o kadar kolay. Göz kapakları var, indirdin mi biter. İşte o kadar kolay bir işi yapmaktan geri duruyorsan, artık bu ciddi bir problemdir.
- Günahtan sakınmak demiştik.
- Her gün az da olsa Kur’an-ı Kerim okumak
- Ala Suresini ezberlemek
- Kuru üzüm ve kerevize devam etmek.
- Bir de bir konu üzerine odaklanmak. Lüzumsuz işlerle uğraşan insanın, lüzumlu şeylere kapasitesi kalmıyor, yoruluyor, bitiyor. Bakıyorsunuz adam üstüne hiç vazife olmayan şeylere o kadar çok enerji harcamış, öyle yoruluyor, o kadar zaman harcıyor ki… Birisi bana bu şiiri nasıl ezberliyorsun? dedi. Fakat biliyorum ben, bana bunu soran arkadaş, tuttuğu bir yabancı futbol takımı var, oradaki futbolcuların adları-soyadıları onların hayat hikayeleri… Yani ben onlara telaffuz edemiyorum, sular seller gibi sayıyor, farkında değil. Yani ilgi alanı farklı. İnsan bunu tespit etmeli, teşhis etmeli. Ben neye ilgi duyacağım? Ne ile ilgileneceğim? Nerede derinleşeceğim? Şimdilerde galiba adına swot analizi deniliyor. İnsan kendi güçlü ve zayıf yanlarını arayıp bulma üzerine epey çalışmalı. Ben hangi sahada kabiliyetliyim, hangi sahada daha verimli olabilirim, diye kendisini bir teraziye koymalı. Lüzumsuz alanda çok fazla enerji kaybetmemeli.
Hafızayı kuvvetli tutmak, kuvvetlendirmek için egzersiz önemlidir. Ben şahsen kendi faaliyet alanımla ilgili olarak şu tavsiyede çok rahat bulunabilirim gençlerimize: Usta şairlerden esaslı, ağdalı da olsa anlaşılması zor da olsa kısa kısa şiirler ezberlemeyi tavsiye ederim. Bunun çok büyük faydasını göreceksiniz. Lisan hakimiyetinizi de artırır. Bu arada belki şöyle bir kazanım da size sağlayacaktır, eğer isterseniz; siz engel olmazsanız. Anlamak için ne yapmalı; kelimelerin manasına bakmalı: işte lügat karıştırırsınız. Lügatla meşgul olmak, kelimelerle meşgul olmak zihni tahkim eder. Hafızanızın beklediğinizden çok daha güçlü hale geldiğini zaman içinde görürsünüz.
Hafıza, Allah’ın emaneti ve cidden ilahi kudreti düşünmemize, tefekkür etmemize büyük bir fırsat sağlayan da bir imkan. Neticede kafatasının içinde beyin adı verilen, mikroskop altına alsanız göreceğiniz aminoasit, molekül, bilmem ne… Burada nasıl bir kabiliyet, yüz milyarlarca hücre… Nasıl bir kudret-i ilahi… Cenab-ı Hakk kabiliyet vermiş, sen iyi kullanmıyorsun demektir. Evvela her şeyde olduğu gibi hafızayı da hafıza kuvvetini de ilim edinme kabiliyetini de Allah’tan isteme; Allah’ın bir ihsanı olduğunun bilinciyle şuuru ile isteme uyanıklığını gerektiriyor. Fark etmek gerekiyor, yani bu senin harcın değil. İnsana kalsa bu iş yaş! Seneler önce öğrendiğin bir şeyi nerede, nasıl muhafaza ediyorsa beyin tutuyor. An geliyor taptaze… İnsan en iyi okuduğu kitapta bile bir mevzuyu aramaya kalksa şöyle birkaç dakika zaman kaybeder. Şu sayfa mıydı, bu sayfa mıydı, ha buna benziyordu falan der. Beynin nasıl bir faaliyet biçimi var ki… Kudret-i ilahi apaçık kendini gösteriyor, onun kıymetini bilmeli. Yani bu iş sadece senin benim kabiliyetimle olacak bir iş de değil. Hafıza öyle büyük bir emanet, öyle muazzam bir hazine… İmam Hz. Ali Efendimiz, hafıza dendiği zaman “Bezm-i elestte verdiğim cevabı hatırlıyorum” diyor. Bu tabii çok yüksek bir mana ufkuna delalet ediyor. Bir başka alim zattan da şöyle bir şey işitmiştik: “Unutuyorum diyenler var, anlayamıyorum, nasıl oluyor acaba?” Bazıları, unutmayı anlayamıyor! Unutmayı anlayamıyor, düşünebiliyor musunuz?
Hiç not almazmış Ebu Yusuf; İmam Azam Hazretlerinin en üstün talebesi İmam Ebu Yusuf. Not almazmış ama hiçbir şey kaçırdığı görülmemiş. Bütün duyduklarını not alarak birkaç yüz kitap çıkaran ikinci zat Muhammed Şeybani hayretler içinde kalırmış yani not alıyorum size yetişemiyorum. Not almadığınız halde bizden daha iyi hıfz ediyorsunuz diye. Allah’ın ihsanı demiş, Cenab-ı Hakk’ın lütfudur. Elbette herkese aynı biçimde olmaz, aynı miktarda olmaz ama metotlara dair, usullere dair örnekleri arz etmeye çalışıyorum.
Lüzumsuz şeylerle meşgul olmak aslında hem ömürden hem zihin kapasitesinden büyük israf oluyor. Sana ne dünyada lazım ne ahirette… Sadece sözüm ona bir ilgi… Nasıl bir şeyse: sebebiyle ömrünce meşgul oluyorsun… Belki de şöylece kendi gündelik yaşantımızı gözden geçirmeliyiz.
Türk insanı günde ortalama dört buçuk-beş saat televizyon seyrediyor, şeklinde bir istatistik bilgisi vardı, 90’lı yılların sonlarında. Tabii sonradan internetin de devreye girmesiyle bu oranlar kim bilir nereden nereye evrildi, nasıl oldu? Bilemiyorum… Ama maksat şu: Lüzumlu olmayan birçok alanda saatlerce; hem de ömür boyu her gün saatlerce enerji kaybettiğimiz gerçeği var karşımızda… Bunu bir kontrole almadan, bunu bir disipline etmeden, şöyle başını iki elinin arasına alıp düşünmeden meselenin içinden çıkmamız mümkün değil. Ne ezberler yapanlarla, 5-6 lisan bilen insanlarla tanıştım, görüyorum: Öyle çok da ekstra değil yaşayış tarzları ama bazı farklar var. Bu tür takıntıları yok mesela, bunlara zaman ayırmıyorlar. Gerek görmüyorlar, işleriyle meşguller.
Aramızda öğrenci olan genç kardeşlerimin bulunduğunu farz ederek onların dikkatine özellikle sunmak isterim. Çalıştığınız saha her ne olursa olsun; geçtim ben günde 4-5 saatten, günde net bir saat bir konu üzerinde yoğunlaşınız, kısa süre sonra siz de şaşıracaksınız. Bizim yoğunlaşma problemimiz var, epey yaygın. Konsantrasyon… Daha önce anlatmıştım: “Kedinin fare beklerken gösterdiği dikkate baktım da ders nasıl okunur, hoca nasıl dinlenir oradan anladım.” Demişti, “Ona göre kendime çekidüzen verdim.” demişti Davud-u Tai Hazretleri… Günümüzde son derece eksik olan bir şey bu: dikkatimizi toplayamıyoruz. Dikkati dağıtan da birçok modern aletler var, oyuncaklar var, işte resim çekiyoruz ona takılıyoruz, sonra bunu servis ediyoruz falan… Tıklamaları kontrol ediyoruz. Bunlar zihin kapasitesini geliştirmiyor, körelttiğinden söz etmiyorum bile. Ve insanın hayatı yaşarken gösterdiği böyle acemilikler, bakın karşımıza neler çıkarıyor? Sormuşlar bilgeye insanoğlunun şaşırtan davranışlarını hakkında ne dersiniz diye:
“Çocukluktan sıkılır hızla büyümek ister, büyür çocukluğunu özler.
Para kazanmak için sağlığını harcar, sonra sağlığını geri kazanmak için parasını harcar.
İnsanoğlu böyle değil mi? Hayata hazırlanmaya o kadar vakit ayırır ki hayatı yaşamaya vakti kalmaz.
Yarınını o kadar düşünür ki bugünü yaşayamaz.
Halbuki hayat ne yarında ne dünde… Ancak bugünde yaşanır.
Vaktin kıymetini bilmektir, mesele…”
Bir arif zatın sözünü nakletmenin yeri geldi: “Zamanın kıymetini bilmeyen hiçbir şeyin kıymetini bilmez!” demişti.
Öyle muazzam bir emanet… Cenab-ı Hakk’ın ihsan ettiği, iki büyük nimet; farkında bile olmadığımız: hafıza ve zaman. Nasıl nimetlerdir, nasıl büyük devlettir ve insan burada ne kadar aciz olduğunu hissediyor ve biz bunları ne kadar çabuk israf ediyoruz. Ne kadar hoyratça israf ediyoruz. Aslında harcadığımız şey kendi hayatımızdır. Dünyada bedava kaldığımızı zannediyoruz ama ömür sermayesini kira olarak gün ve gün ödemekteyiz. Bedava değil, ömür sermayesinden kira olarak ödüyoruz. Hayat dediğin: verilmiş bir emanet ve hesabı var. Kıymetinin bilinmesi lazım, lüzumsuz şeylerle vakit geçirmek ve orada enerji harcamak; zamanını, vaktini, naktini harcamak, lüzumlu şeyleri öğrenmeye ve yapmaya vakit bırakmaz. Ve bu bizim kendimize yaptığımız haksızlığın, zulmün ta kendisi olur.
Dikkat etmeli, biraz daha hayatımızın üzerine titremeliyiz. Çünkü başka hiçbir şeyimiz yok! İşte geldik, gidiyoruz. Dünya dediğin bir seyrangâh, bakıp geçeceksin. Öyle çok da fazla takılmaya dert etme hacet yok. Kimler geldi, kimler geçti; sıra sendedir. Bana nasihat et diyene Veysel Karani dedi ki: “Baban sağ mı? Yok! Deden sağ mı? Yok! Hazreti Adem’den sana kadar bütün babalarının öldü, sıra sana geldi. Sen de diyorsun ki nasihat et1 İşte sana nasihat olarak bu yeter.” diyor. Ömür biterken artık bitmesi an meselesi iken insan neyin derdinde olabilir?
Sultan Fatih merhum hatırlayalım:
“Çün ecel sulh ettirir, ahir niza’ı kaldırır
Pes nedir dünya için bu kuru kavgadan murad”
“Ecel gelip size barıştıracaktır. Dünyanın değersiz şeyleri için ömür harcamaya da kavga etmeye de sinirleri germeye de hacet yoktur.”
İşte geldik gidiyoruz. Allah bizi utanmaktan, mahcup olmaktan, pişman olmaktan, geri dönüşü olmayan pişman olmaktan muhafaza etsin…
Zaman ayırdığınız için çok çok teşekkür ediyorum, her şey gönlünüzce olsun... Bugününüz dününüzden hayırlı olsun. Ömrünüz bereketli olsun. Korktuklarınızdan emin ve umduklarınızdan nail olasınız. İki cihanda saadetinizi Cenab-ı Hakk’tan niyaz ederim. Sizin de bu babda dualarınızı ısrarla istirham ederim. Merhamet buyurun, bu hususta duadan bizi mahrum etmeyin. Hangi hususta? Yani iki cihan saadeti, yani hüsn-i hatime… Giderken güzel gitmek… Hüsn-i hatime dediğim o. Gülerek gitmek yani dünyadan… Nasılsa gideceksin güzel git yani
“Yadında mı doğduğun anlar
Sen ağlardın gülerdi alem
Öyle bir ömür sür ki mevtin
olsun sana hande halka matem”
dedi ya şair… Hatırlıyor musun; doğduğunda ağlamıştın, herkes gülmüştü. Adam gibi yaşa da giderken uğurlayanlar ağlasın, sen gül. Son gülen iyi güler tarzında…
Kaynak video: https://l24.im/uCV