Göz, görüş yahut gönül kalite standartları
Gözün gördüğü ya da görünen olarak tarif ettiğimiz her şey, aslında öznesinin idrakine muhtaç ve ondan ibaret birer yorumdur. Göze ve görene göre gerçekleşen bir değişim, anlamlandırmada nasıl bir farklılık meydana getirir ya da öznesinden arınmış saf bir göz ve görüş mümkün müdür?
Objektivite yahut mutlak görüş
Koşullandırılma adıyla bilinen Batılı teoriye göre örneğin, eğitilen bir köpek sahibi tarafından besleneceği saat geldiğinde önce bir zil sesi ile karşılaşır ve sonra beslenirse, artık her zil çaldığında köpekte bir salya oluşmaya başlayacak ve beslenme saati olmamasına rağmen hayvanda iştahla yemek bekleyişi gerçekleşecektir. Bu görüşe göre insanın refleksleri ve yaklaşımları bir amaç doğrultusunda eğitilmek ya da ahlâkî bir terbiye altında disipline edilmek istenirse, tıpkı zil sesi ile besin arasında bağ kuran hayvan gibi koşullandırılması ya da şartlandırılması gerekmektedir.
Teori sahibi Pavlov’un bu araştırmasında değinmediği, hayvanla sahibi arasındaki güven bağının önemi, insanın insana güvenme potansiyelinin miktarının öngörülmesi ya da insanın gerçekleşen her benzer durumda stabil tepkiyi verebilecek kadar mekanik olup olmadığı durumlarının tespiti, bu teorinin tecrübe edilmesi durumunda gözle bakana, tecrübe edilmemesi durumunda görüş beyan edene, görünene göre olacaktır. Zira bugün görmediğine inanmayı tercih etmeyen, görünene itibar etmeyen, gördüğü ve görmediği -kutsalla ilişkili ya da ilişkili görmediği her hususta- fikir beyan edebilme hak ve yetkisini kendinde gören insan için, objektivite yahut mutlak bir görüşten söz edebilmenin kendisi bir subjektivitedir.
Göz, gönül ve ardındaki
Güneş ve Ay kadar apaçık, herkesçe görülebilen şeyleri, birer “nesne”, “doğa olayı” ya da “hakikat” olarak farklı şekillerde yorumlamak, büyük farklılıklar oluşturur. Kimisi için dünyaya yakınlığı-uzaklığı, ışık dalga boyu gibi nesne hesaplarına mahkûm birer obje iken bir diğeri için gece ve gündüzü süsleyen estetik ve doğal aydınlatıcı olmaktan ibaret ancak kendileri kutsanan bu şeyler, bazıları için her gün yeniden gerçekleşen birer kevnî ayettir. “Delil, ibret, işaret” gibi anlamlara sahip olan “ayet” terimi ile anlaşılan da aslında güneş ve ayın kendisi değil, ardındaki Kudret’tir.1 Bu mana için gözün bulunması yetmez, gönül sahibi de olmak gerekir. Zira gönlün sahibi, kendisinin eşsizliğini kâinattan okumayı, sorumluluğunu kâinattan görmeyi, yalnızca gözüyle değil gönlüyle birlikte gerçekleştirebilir. Kur’an-ı Kerim’de çeşitli surelerde tekrarlanan “O, sizin için o kulakları, o gözleri, o gönülleri yaratandır. (Böyle iken) ne az şükredersiniz!”2 ifadeleri ile kastedilen de budur. İnsanın yaratılışında fıtratına ve bedenine yerleştirilen bu nimetlerin şükrünün, Yaratan’ın belirlediği ölçülere ve yaratılış amaçlarına uygun kullanım ile mümkün olacağı belirtilmiştir.
İnsanın ardındaki
Karşılanışının göze, uğurlanışının gönle bağlı olduğu bugün de sıkça tekrarlanan insan hakkında değerlendirme ölçülerimiz gerçekten böyle mi? Kıymeti itibariyle her tür gözle görünen kusuru affedilebilir olan, hallerinin ve konumlarının değişkenliğini, her tür eksiklik ve yoksunluğa çakılı kalmaktan azade oluşunu kabullendiğimiz insanın manevî-ulvî mertebelere ulaşması, yalnızca kendimiz için ve hayat seyrimiz bu mecrada aktığında mı mümkün; aslında diğer insanlara bu nazarla bakışımız ve manen ilerlemelerine olan güvenimiz ve sevincimiz yalnızca sözde mi?
Acaba biz hiç düşünmeden kabul ettiğimiz “teori”lerin meydana getirdiği önyargılı, kendisinden belirli durumlar karşısında belirli, tekdüze davranışlar beklenen, “ayet” olarak hayatımızda an be an tekrarlananlara karşı tefekkür ve hayret duygusunu yitirmiş, dünyevî perdelerin ardındaki hakikatleri terk etmiş, yalnızca insana mahsus gönül gözü kapanmış bir körlükte3 miyiz?
Müminler olarak bedenimizdeki bir uzuv olan gözümüzü Allah tarafından haramlığı bildirilenlerden4 korumak, “gözünün hakkını veren basiret ehli”4 vasfına sahip olmak için yeterli mi? Peygamberimizin “İki göz vardır, onlara ateş değemez: Allah için ağlayan göz ile Allah yolunda uyanık sabahlayan göz.”5 tarifine gözlerimiz ne ölçüde uyuyor? Gözümüz, yaratılış amacı doğrultusunda görmesi gerekenleri “insanlar/müminler” söz konusu olduğunda da tam isabetle görebiliyor mu, yoksa biz “Görünenin Ardındaki” ifadesinden Kudret Sahibi Allah Teâlâ ve şeylere bakışta O’na göre bir görme terbiyesi geliştirmeyi anlamak yerine, fayda vermeyen6 ve ahirette mesul tutulacağımız7 şekilde bu nimetleri de kullanarak, insanlar/müminler hakkında peşine düşmememiz gerekenlerle mi meşgulüz?
Görünen
Eskilerin nefis terbiyesi olarak dillendirdiği ve gönülden başladığı irfanî yola uzaklığımızı, bugün gördüklerimiz ya da görünenler hakkındaki görüşlerimiz gösteriyor. Zira kendimizde görmediğimiz, yalnızca başkası olan “insanlar” için söz konusu ettiğimiz kusurlar, zaaflar, zanlarımıza göre ölçtüğümüz manen ve madden daha düşüklük/yükseklik, bizde olanla/olmayanla mukayeseye mıhlanmışlık, bizde olan kadarını hak etmeyen, bize ve bizden olana razı olmayacaklarımızı layık gördüğümüz her insan, aslında göz ve gönül merkezli terbiye ihtiyacımızın boyutlarını gösteren birer gösterge. Hakiki göz ve gönül sahiplerinden Mevlanâ bu durumu şöyle dile getiriyor: “A filan! İnsanlarda gördüğün nice zulüm, senin onlarda [gördüğün] kendi huyundur. Senin varlığın, riyakârlığın, zulmün, körkütük sarhoşluğun onlara yansımıştır. O sensin, o darbeyi kendine vuruyorsun; o anda lanet ağını kendine üzerine örüyorsun. O kötüyü kendinde açıkça görmüyorsun. Yoksa kendi kendinin can düşmanı olurdun.”8
Görünen o ki at gözlüklerimize veda etmeden, ilmimiz, bilgimiz, konumumuz, imkân/zenginlik ve potansiyel olarak varsaydıklarımızla, Allah’ın halifesi mertebesindeki insan olamayacağız. Müminler olarak göz, görüş ve gönül kalite standartlarımızı görünenin ardındakine göre yeniden gözden geçirmeliyiz; vesselam…
Aişe Ümame
Dipnot:
1 Nur Suresi, 44 Suresi, 29
2 Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakîm ve Meâl-i Kerîm, 15. Baskı, İstanbul, Elif Ofset, 1410/1990, 2: 623, Müminun Suresi, 78. Diğer aynı minvaldeki ifadeler için bkz: Nahl Suresi, 78; Secde Suresi, 9; Mülk Suresi, 23
3 Hac Suresi, 46
4 Nur Suresi, 30-31
5 Kur’an’da “Ulu’l Ebsâr” kavramı hakkında bkz: Âl-i İmran Suresi, 13; Nur Suresi, 44; Sad Suresi, 45; Haşr Suresi, 2
6 Tirmizî, Fedâilu’l Cihad 7, (1632)
7 Ahkaf Suresi, 26
8 İsra Suresi, 36
9 Mevlânâ, Mesnevî, 1320-1323. beyitler