Dervişin biri, bir kucak elmayla yanından geçen kıza; “Nereye gidiyorsun?” diye sormuş. Kız ilerdeki tarlayı göstererek: “Sevdiğim çalışıyor şu tarlada. Ona gidiyorum” diye cevaplamış. Derviş: “O kucağına ne doldurdun?” diye sormuş. Genç kız; “Sevdiğime elma götürüyorum.” diye cevaplandırmış. Derviş: “Kaç tane elma var elinde?” diye sormuş. Kız gayet sakin: “İnsan, sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” demiş. Bu cevap karşısında neye uğradığını şaşıran derviş, elindeki tespihi yavaşça kopartmış.
Aksakallı bir dervişin kendi halinde bir kızcağızdan ders alması ne garip değil mi? Çok da değil aslında. Defineye malik viranelerin olduğunu bilmek daha çok tasavvuf ehline has bir haslet. O sebeple derviş efendi ben bu kızcağızdan mı öğreneceğim dememiş, azarlamamış, dersini almış tespihi koparmış. Konumuz tespih ya böyle bir kıssadan hisse ile başladım yazıya. Tespihin ne olduğunu, ne işe yaradığını da hatırlamış olduk böylece. Bir yıldan fazla zaman oldu bunu okuyalı. Henüz salgın hastalık da başlamamıştı. Okuduktan bir süre sonra şehrimizin küçük ve ne yazık ki çok da estetik olmayan merkez camiine namaz için gittiğimde kubbeyi ayakta tutan sütunların üzerine çakılmış çivilerde asılı duran rengârenk tespihlerin hepsinin toplandığını gördüm şaşırarak. Camiyi benden daha çok ziyaret eden babama söylediğimde onayladı durumu. Camide dağınıklığa sebep olduğu için kaldırıldığını söyledi ve namaz kılacak adamın cebinde tespihini de getirebileceğini de ekleyerek cami yönetiminin aldığı kararın arkasında durdu. Ben ise onaylamıyorum bu kararı. Evet, karışıklığa sebep olur, doğrudur. Hatta namazdan sonra cemaat tespihi aldığı yere bırakmayabilir, seccadenin üstüne, pencere kenarına gelişigüzel bırakabilir. Lakin bu sebeplerle tespihlerden vazgeçmemeliyiz bence. Caminin imamı, müezzini hiç olmadı cami halılarının üzerindeki otu, çöpü toplamayı kendine vazife edinen bir aksakallı bile namaz bitiminde o tespihleri toplayabilir. Bahsettiğim cami bir taşra camisi ve vakit namazlarında iki saf cemaati olur en fazla. Küçük bir taşra camii bile böyle bir karar alırsa büyükşehirlerin büyük camileri neler yapmaz. Bir geleneğin yaşatılmasından söz ediyorum. Okudukça çocukluğumu hatırladığım, kendimden bir şeyler bulduğum bir cümle var Yahya Kemal’den. Ramazan ayı için “Türk çocukluğunun en güzel rüyası” diyor. Allah’a ne kadar şükretsem az, ezanlı bir semtte doğdum ve Türk çocukluğunun o en güzel rüyasını ben de gördüm. Hele o uzun teravih namazları. Namaz bitince sütunların uzağında oldukları için tespihe erişemeyen cemaate tespih ulaştırmayı kendimize vazife edinirdik o vakitler. Tuttuğumuz tespihleri sağa sola fırlatırdık. Namaz bitince de yaşını başını almış muzip dedeler oyunumuza eşlik eder tespihleri fırlatarak sütunun üzerindeki çiviye denk getirmeye, asmaya çalışırlardı. Cami jandarmaları da yok değildi tabi ama onlar da olacak ki yaramazlık yapmanın tadı olsun. Teravih namazlarına şimdi de gidiyorum şimdinin çocukları da tespihlerle aynı ilişkiyi kurmuşlar. Ya da namazda sıkılıp tespihe şekil veren, boynuna asan küçük çocuklar görüyorum. Tespihle sadece ben değil tabi benim neslim kurdu bu ilişkiyi.
Tespihin Türk Dil Kurumu sözlüğündeki karşılığı şöyle: Belirli dini sözleri tekrarlamak veya elde oyalanmak için kullanılan türlü maddelerden boncuk biçiminde yapılmış genellikle otuz üç veya doksan dokuz taneden oluşmuş dizi. Tanımdan da anlaşılacağı üzere zikirleri somutlaştırmak, zikrin sayısını belirlemek ve hafızada tutmak amacıyla ortaya çıkan bir ürün. Tespihin ne zaman, nerede ortaya çıktığı şeklinde ansiklopedik bir bilgiye burada yer vermeye gerek yok ancak şunu söylemek yeterli olacaktır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) parmak hesabıyla tespih çektiğini ancak ashabının uzun bir ipi otuz üç düğüm yaparak bir sayı aleti oluşturduklarını Ömer Tuğrul İnançer Efendi’nin bir söyleşisinde dinlemiştim. Bizler Müslümanlar olarak tespihi zikrederken kullanıyoruz, bunun dışında dünyada çeşitli inanç grupları da şekil ve işlev açısından tespihe benzeyen araçlar kullanıyor ritüellerinde. Biz Türklerin tespih ile kurdukları ilişki ise çok daha derin. Bugün bu topraklarda geceden sabaha kadar tespih tutan, sabahtan geceye kılıç tutan Alperen dervişlerin zikirleri ve cihadları sayesinde hür yaşıyoruz. Ruhları şad olsun. Osmanlı Devleti döneminde tespih bir sanat dalı olarak gelişiyor ve her padişahın kendine ait özel tespihleri olduğunu biliyoruz. Otuz üçlük, doksan dokuzluk klasik tespihlerin yanı sıra zikretmeyi seven alışkanlık haline getiren kimi padişahların odalarında duvarlarında asılı olan beş yüzlük, binlik tespihleri olduğu da bilgimiz dahilinde. Bunun dışında kimi tarikat ve tasavvuf ehli insanların fazla sayıda taştan oluşan tespihleri boyunlarına astıklarını ve her dem zikir ile meşgul olduklarını da söylemek mümkün. Tespihlerin ilk zamanlarda çakıl taşları, zeytin ve hurma çekirdekleri gibi basit malzemelerden oluştuğunu biliyoruz ancak zaman içerisinde ve özellikle Osmanlı’nın son dönemleri ile günümüzde tespihçiliğin bir sanat olarak geliştiğini biliyoruz. Günümüzde tespih yapımında abanoz, yılan ağacı, sandal ağacı gibi ahşapların yanında lüle taşı, Oltu taşı, kehribar gibi madenler de kullanılmakta. Kehribar demişken bir hayatımızda bu kadar yer eden tespihe edebiyatımızın da kayıtsız kalmadığını bir Süleyman Çobanoğlu dörtlüğü ile hatırlayalım.
Ben ki bunca yorgunum, yorgun beni doğuran
bana çakıl ve tezek attınız yine atın
çekin, tam aortumda kavi çelikli tırpan
çekin ruhun kehribar tespihini kopartın!
Tespihin kopması hele de ruhun kehribar tespihinin kopması bir düzenin bozulduğunu, her şeyin alt üst olduğunu ne güzel anlatıyor. Sadece Çobanoğlu mu? Didem Madak’ın da tespihli mısraları var.
"Allah'la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tespih tanelerim vardı
Tespih tanelerim bitse gözyaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı."
Allah ile samimi olmanın bir yolu tespih. Zikretmenin, şükretmenin aracı. “Gönlünü tespih eyleyenin boncuğa ihtiyacı yok” diyor Serdar Tuncer, haklı da. Ama biz gönlünü tespih eyleyemeyen aciz kulların ibadetlerini sayıya dönüştürmeye ihtiyacı var demek ki. Hesap yapmanın hesap makinelerine ait bir özellik olması gerektiğini söyler Gökhan ÖZCAN ya da bu keşke böyle olsaydı der, ama olmadı. Modern zaman bizleri hasbi kullar olmaktan çıkarıp hesap yapan kullara dönüştürdü. Öyle ki Hac’dan gelen imamesi püsküllü, taşları işlemeli, gül kokulu rengârenk tespihlerin yerini zikirmatikler aldı zaman içerisinde. Zikir ve matik kelimelerinin yan yana gelmesi bile yeterince rahatsız ediciyken parmaklarda görür olduk bunu. En azından eski tespihlerimiz doksan dokuz olunca en başa dönerdi. Şimdiki elektronik tespihlerimiz dört beş haneli rakamlara kadar ulaşıyor. Kime neyi ispat etmeye çalışıyoruz peki? Aşk ile bir kez Allah diyen ile aşksız bir zikirmatiğin çok haneli rakamları bir midir? Tespih bahsi böyle uzuyor gidiyor benim nazarımda.
Lakin gün geldi, amansız bir hastalık peydah oldu, dünyayı kasıp kavurdu. Müminler safları sıklaştıramaz oldu. Musafahadan mahrum kaldık. Ve camilerimizin süsü tespihler de kalktı ortadan. Hastalık yokken dağınıklığa sebep oluyor diye topladığımız tespihleri artık istesek de kullanamayacağız. Belki hastalık bitse bile camilerin ortak tespihleri olmayacak artık. Modernite bir geleneği daha alıp gidecek bizden. Allah muhafaza çocuklarımız tespih nedir bilmeyecekler, uzun teravih namazlarında tespih dağıtmak güzelliğinden mahrum kalacaklar. Tespihler kaybolsa bile tespihli şiirler kalacak dilimizde. Karakoç dünyanın ipliğe değmez odluğunu, dünya ipliğe değmeyeceğine göre doğru olanın ibadet ve zikir ve olduğunu bir şiir ile hatırlatacak bize.
"Hayaller kur tespih tanesi farz et,
Hepsi de senindir otuz üç adet.
Bırak kalsın orda hiç çekme zahmet,
İpliğe dizmeye değmez bu dünya."
Günümüz şairleri tespih derler de her bir şiiri ile Allah’ı tespih eden Yunus Emre Hazretleri’nin şiirinden tespih eksik olur mu?
“Sufiyim halk içinde tespih elimden gitmez
Dilim ma'rifet söyler gönlüm hiç kabul etmez”
Gönlü dünya telaşında olduğu halde dilinde tespih olan bir kulun yazısı da ancak bu kadar oluyor işte. Allah elimizden tespihi dilimizden ve gönlümüzden zikrini düşürmesin.
Enes Akçay
Eline yüreğine sağlık kıymetli hocam. Sizler gibi hocalarımız oldukça yarınlara dünlerimiz hep taşınacak, Milli hafızamız hep güçlü olacaktır.