“Hakiki hakaik-i eşya (eşyanın hakikatleri), Esmâ-i İlahiye (Allah’ın isimleri)dir.”[1]
Bir gün tasavvuru. Kalkıyor, giyinip işe gidiyor. Eve dönünce akşam yemeğini yiyor. Biraz televizyon… Ve uyuyor. Her gün böyle diyebilir miyiz? Hareketten uzak, yokluğa yakın. Yoksa bir günün monotonluğunda saklı mevsimler mi var? O da ne! Yakından bakınca sıradanlığın ayrıntılarında fevkalade sıçrayışlar gözümüze parlıyor. Sakin sandığımız hayatların bile fırtınaları var. Bazı günlerinde ölüm patlıyor. Ve bazı günler koca güneşin diriltisi onu buluyor. An, dipsiz bir uçurumu yaşarken sonra gökyüzünün ötesine çıkabiliyor. Hayat öyle bir serencam ki duruyor ve taşıyor. Bir dalga ki sönüyor ve coşuyor. Ruhu içine doğru çekilirken insanın medlerde, hayata tutunuşunun çığlıkları cezirlerde köpürüyor. (Sahi düz bir zemin olsaydı yaşadığı memnun olacak mıydı bu mahlûk? Yoksa arayışlarının sahralarında kayıp mı olacaktı?)
Yaşıyor(muy)uz… Bu yolun çalkantısında varlık ve yokluk var. Yaşam çizgisi dediğimiz köşeleri ve kavisleriyle ince bir ip. Her yokuştan sonra hayat ve ölüm karşılıyor bizi. Her oluş ve bitiş, her şer ve her perde güzelliğe gebe. Perdeler değiştikçe manzara kavileşiyor. Şurası muhakkak ki bakmaya değer bir manzara var. Lodosun içindeki bahar esintisini bulabilmek için yalnızca biraz gözleri kısmak gerek. Aman sakın yanlışlıkla eşyanın zahirine bakma, aradığını bulamazsın. İnsafsız bir bariz, damağında acı bir tat bırakarak kaybolacaktır. Zahirine bakma çünkü hakikatte o yok. Ama zahirden batına geçmek için de dikkat kesilmeli. Madde yalancıysa mümin de teyakkuzda. Şuurun ve kalbin gözüne güvenmeli. (Hikmetle bakmakta mertebe-i mübalağa bulamıyorum insan için.) Şimdi muntazam ve muazzam sanat, bir kanat çırpınışına ve bir göz kırpışına olsun uzak kalmak tahtındadır. Tablo seyircisini beklemektedir. Seyirci tabloya hasret.
Boğulmamak için derûna inmek elzem olan bir sergüzeşt çizilmişti önümüze. Heyhat… Bakmak için sabit kalmak gerektiğini zannettik ve sabit kalarak doğru an ümidiyle bekledik. Sükûneti bulamayınca gözlerimizi kapattık başımız dönmesin diye. Hâlbuki tablo harekette gizliydi. Müteharrik ve sakin deveranında bir parlayıp bir kaybolurken eşya ve madde mana ile hayat buluyordu.
Gözler göremedi bu serabın aslını. Kulaklar tıkandı ve işitemedi fırtınanın gelişini. Çölün kumları gibi hevesâtın şuh kahkahaları hissiyatın membaına dolmuştu. Bir çocuk gibi gördüğü her şeye uzanan ellerimiz boynumuzda ip oldu. Yapabildiğimiz için yapmak hatasına düştük. Daha derin, daha karanlık düştük kıssalardaki kuyulardan. Oysa Yusuflar gözlemekteydi yollarını Züleyhaların, mecazî güzelden hakikî güzele keşfinin. Ve Leylalar, Mevla’dan bir yürek kavuşmasını arzulamaktaydı, akıl çölünde kaybolmuş biz mecnunlar için.
Hüsn-ü hakikat zanların hüsn-ü kâzibine mağlup oldu. Gölgeler gerçek, gerçekler gölgedir artık nazarımızda. Ruh ve kalp bu yalanın ceremesini çeker. Âb-ı hayat diye içtiğimiz kumlar ciğerlerimizi kavurmaktadır. Biz içimizdeki manevî açlığa giriftar çocuk, yırtınarak sayhalar savurmaktadır. Kendimizin imdadına koşabilmek için, kendimize kulak kabartmalı. Azığımızı toparlayıp içimize bir yolculuğa çıkmalı belki. Yaralarımızı fark etmeden tedavi etmemiz imkânsız. İçimize gözlerimizi kapatıp hakikate muntazır kalmamız da körlük.
Seferi nihayetlendiğinde içime ellerini sonunu bilen bir suçlu gibi değil sevgilisini karşılayan bir aşık gibi uzattı. Gördüğünden daha gerçek olan görmedikleriyle diyaloğu artmıştı. Kavuşmak hak elbet bir gün sevgili ölüm. Ardında gerçek bir hayat biliyorum. Dalgaların bana hediyelerinmiş meğer sevgili hayat. Şimdi çırpınmayıp göğe bakabiliyorum. Biraz kafamı eğersem eğer, semada balıkları görüyorum, denizde ay ve bulutları. Doğru bakabilirsem güneşi bir kutup mahallesinde soluklanırken buluyorum. Varlığın arkasında başka bir varlık var. Fark ediyorum. Hakikî güzelliği perdeleyen güzeller bu takıldıklarım. Dikkat ediyorum. Aradığımı gözümle bakmadan gördüm. Zevk ediyorum. İşte marifet için bahşedilen sevgi değer hayat, şimdi yaşıyorum.
Hatice Hilal Gülenay
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi • İSLÂMİ İLİMLER
[1] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Hayrat Neşriyat, s. 297