Cogito/Quaero ya da düşüncesizin düşüncesi

"İçimize dalabilirsek keşfedebiliriz içimizde yatan hazineyi. İçimizin dibine ulaşabilirsek, fethederiz kendimizi. Bu şüphesiz “apaçık bir fetih” olur. Yüzeyinden dipsiz gibi görünen o deryaya dalma cesareti kaçımızda var?" Muhammed Emin Avcı yazdı.

Cogito/Quaero ya da düşüncesizin düşüncesi

Düşünmek üzerine düşünüyorum. İlkin aklıma Descartes geliyor: “Cogito, ergo sum.” Bu cümle rasyonalizmi kuruyor. Ama gerçeklik düşünce için yeterli mi? Felsefe üzerine ahkam kesecek nitelikte değilim. Bir bildiğim var: Felsefenin kelime anlamı hikmet arayışıdır. Hikmete deney yaparak ulaşamayız. Hikmeti elde etmekten bahsetmiyoruz çünkü. Hikmet var olan ulaşılması gereken bir şey. Üretebileceğimiz bir meta değil. Öyleyse hikmeti de bir var eden var.

Düşünüyorum, dünya üzerinde yaşamış her insan kadar. Düşündüklerini bugünün nesli kadar ulu orta beyan eden başka bir nesil var mıdır? “Bence” kelimesini başa alan dilediği kadar saçmalıyor. Sarf ettiği cümlelere kendisinin ne kadar sahip çıkacağına bakmadan saygı duyulmasını bekliyor. Peki düşünce, anlık akla gelen rastgele cümlelerden mi ibaret, yoksa daha rafine bir idrak çabasının ürünü mü olmalı?

Çağımızın popüler tabularından biri de düşünce özgürlüğü. Düşünce özgürlüğünü savunmak zorundasınız. Bu düşünceyi, aksini düşünenlere saldırarak savunabilirsiniz. Bunda beis yok. Yalnız “düşünce özgürlüğü”nü savunanların atladıkları bir nokta var.  Düşünce zaten özgürdür. Mühim mesele; düşünebilmekte. Şu yüzyılda kaç kişi gerçekten ‘düşündü’? Bu soruya bir cevabınız var mı? Cemil Meriç’in var: “Her yüzyılda birkaç kişi düşünür, diğerleri ise onların düşündüğünü düşünür.”

Madem Cemil Meriç’e geldik onunla devam edelim. “Düşünce şüpheyle başlar. Düşünce, tezatlarıyla bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hataya mahkûm etmek değil midir?” Hataya düşen hatasını kabul ediyor mu? Suçu yine başkasına atmakta mahir: Kandırıldım. Meriç’in yazarlara da iki çift lafı var: “Düşünceye cazip ve parlak bir biçim vermek, küçültür düşünceyi. Büyük yazar içinden gelen sesi olduğu gibi haykırandır. Kelimeleri kullanırken avamın hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmez.” Peki piyasanın şartlarını gözeten yazarı nereye koyacağız? Avamın beğenisi değil mi piyasayı belirleyen? Ne kadar çok kişiye şirin görünürse o denli çok satar fikrimiz. Peki bu pazarlanabilir fikir ne ölçüde sahibine ait kalabilir?

Türkçe, yazmak için ne şanslı bir dil. Dönüp kendinizi sağlayacağınız bir Yunus’u var:

“İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir”

Bilgiye ulaşmak kendine ulaşmaktır. Kendine ulaşmış, kendini bilen kaç kişiye rastladık ömrümüzde? Kendini arayan dahi bu kadar azken. O bilicilerin sultanlarından Bistamlı Bayezid’in dediği tekrar zihnime düşüyor: “Aramakla bulunmaz, lakin bulanlar arayanlardır.”

Aramak. Ama nerede? Nerede arar insan kendini? İsmet Özel’in İls Sont Eux ‘da dediği gibi mi?

“bağlıyor kalın bir urganla beline

ağır bir sandık

salıyor kendini

yeşil yosunların

kırmızı balıkların

uçan kabarcıkların

derinliklerine

orada

bir sandık buluyor

yakutlar, altınlar, pırlantalar

adam dibe inmek için beline bağladığı

sandığını keşfediyor dibe ulaştığında.”

İçimize dalabilirsek keşfedebiliriz içimizde yatan hazineyi. İçimizin dibine ulaşabilirsek, fethederiz kendimizi. Bu şüphesiz “apaçık bir fetih” olur. Yüzeyinden dipsiz gibi görünen o deryaya dalma cesareti kaçımızda var? Kaçımız beline o ağır sandığı bağlayıp geri dönmemecesine dibe ulaşabilir? Kilit mekanizması yer çekimiyle çalışan sandıklar vardır. Kapak kapanır, yer çeker ve o kilit siz o çekimi tersine çevirmedikçe açılmaz. İçimizin kilidi de böyledir. Yer(dünya)çekimi ile kilitlenir. Marifet o çekimden halas olmaktadır. Kim ki kurtuldu dünyanın çekiminden, ruhu felâha erdi.

“Bir can hakkı bulmazsa,

Sen ona yaşar deme,

Hakk’ta fâni olmazsa,

Benim canım var deme!..

Can gerek ki can ola!

Can içre canan bula!”[1]

Sinoplu Diyojen’e sormuşlar, bir adamın ne kadar akıllı olduğu nasıl anlaşılır? Cevap kısa olmuş: Konuşmasından. Bir soru daha sormuşlar: “Peki аdаm ya hiç konuşmazsa? Diyojen’in yanıtı bu kez şöyle oldu: “O kadar akıllı olanı henüz yok dünyada.” “Bence” ile başlayan bir cümle kurmadan hatırlasak fena olmaz sanki. Sinoplu Diyojen’i elinde lambayla gündüz gözüne bir şey ararken görmüşler. Merak edip sormuşlar ne aradığını: “Homini quaero” demiş. Diyojen’in aradığını bulmak zor. Olmaksa...

Bayezid-i Bestami söyle söylemiş: “Herkesin tevazuu, kendini ve Rabbi’ni bildiği ölçüdedir.” Bu kadar “bence” denilmesine, enaniyetlerin bunca büyümesine başka gerekçe aramaya lüzum var mı? Bireyselleşmenin bizi kendimizden bunca uzağa savurması ironik, değil mi?  Çağımızın kişisel gelişim metotları kendini keşiften ziyade, kendini daha moda bir biçeme evirme derdinde.

“Bilmek istersen seni,

Cân içre ara cânı.

Geç cânından bul ânı,

Sen seni bil, sen seni.”

Aşki’nin ilhamı Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri’nin pınarından kaynıyor. Diyojen’in sokakta aradığını Büyük Veli sadrında arıyor. Kendine sözü geçmeyenin sözü başkasına tesir eder mi?

Düşünce bizi bir noktadan alıp bir noktaya taşımalıdır. Bu nakil maddi ya da manevi olabilir. Ama gerçek bir eylemden bahsedebilmemiz için bir terakki sağlaması elzemdir. Düşünüyorum, düşünmekle ne elde edeceğim? Varlık gerekçemi Descartes gibi düşünme yetime mi bağlayacağım? Yoksa Yunus’un varlık sebebine mi?

“Yunus sen bu dünyaya niye geldin?

Gece gündüz Hakk'ı zikretsin dilin.”

Yunus’un sırlandığı yolun yolcusu olabilmek nasip olur mu? Her şartta geldiğimiz mevzi de, yöneldiğimiz menzil de belli: “İnna lillahi ve inna ileyhi rāci’ûn”.[2]

Muhammed Emin Avcı

Dipnot:


[1] Aşki ~ Var Deme şiiri

[2] Bakara Suresi 156. Ayet: «Biz Allah içiniz ve biz nihâyet ona döneceğiz»

YORUM EKLE
YORUMLAR
Ferin ofluoğlu
Ferin ofluoğlu - 2 yıl Önce

Mükemmel felsefi görüş mükemmel düşünce yönetimi