Özlem büyür, hasret büyür, sevgi büyür… Ve her geçen zamanla sana olan muhabbet büyür. Sana ve senin getirdiğine, seninle gönderilene…
Zaman hep seni sayıklardı hummalı uykularda. Çöl bir yağmur gibi beklerdi seni vakti seherlerde. Yetim çocuklar, öksüz bırakılmış bir insanlık kan çanağı gözlerle gözlerdi senin yolunu. Acı dolu bir gergef örerdi örümcekler mağaralarda. Bir güvercin vurulurdu kuytularda. Leyla’yı diri diri gömerlerdi bir cahiliye karanlığına.
Sen geldin nice zaman ve mekanları aşıp… Bir muştuydu gelişin… Seni müjdeliyordu Kisra’nın sarayında yıkılan burçlar. Senin aydınlığına kanat çırpıyordu geceleyin kuşlar. Küfür karanlığı günlerden kurtuluştu gelişin.
Zaman ve mekân akkor bir demir gibi erimişti avuçlarında ve sen yeni bir şekil vermiştin bütün zamana ve mekâna imanın çekiciyle. Bir ümmet yeşertiyordun kızgın çöl kumlarında acıyla, sabırla… Yol sendin, menzil habercisi olduğundu… Ve söz sendin.
Sen konuştuğunda bütün çöl seni dinlerdi. Kumlar Sekaratü’l-Mevt’le bir zikre başlardı. Bütün âlem kendini senin eteklerine atmak için çırpınırdı. Semâvat seninle dönerdi, sende dönerdi, sana dönerdi. Bütün kâinat semah dönerdi aşkınla.
Bir yıldızdın sen lacivert çöl gecelerinde. Vakti kerahette yolunu yitirmişler, akşamın kıyısında oturmuş yol gözleyenler seni beklerlerdi, sana bakarlardı ve düşüp giderlerdi ardın sıra.
Sen yürürdün tarih yürürdü, insanlık yürürdü peşin sıra… Sen yürürdün başında bir beyaz bulut, ayak izlerinde insanlığın kaderi. Kalbinin dergâhında soluklanırlardı insanlar yaşamak denen uzun yolculukta.
Sen Burak’a binerdin. Cebrail arkadaşın olurdu. Dolaşırdınız yedi kat semayı. Kudüs olurdu bütün çocuklar bir Miraç müjdesinde. Kudüs olurdu bütün kalpler bir namaz aydınlığında. Gökyüzünde seni beklerdi İsa! Tur Dağı’nda Musa!..
Cübbeni sererdin yeryüzüne. Bütün mü’minler saf saf namaza dururdu cübbenin eteklerinde. Minber ağlardı, mihrap ağlardı seni görmenin, sana dokunmanın sevinciyle. Bir bedevi insan olmak için diz çökerdi, dizinin dibine.
Gözlerin sonsuza açılan bir pencereydi. Doyasıya bakardı bütün mü’minler. Tüm kâinat avuçlarında devr-ü devran ederdi. Dünya seninle uyanırdı uzun gaflet uykularından. Yetim çocukların saçlarını okşardın namütenahi rüzgârlarla. Güneş döne döne doğardı burçlarında. Cibril’in nefesi sabah rüzgârı gibi eserdi Medine’nin kalbinde. Seni bulmanın bayram neşesiyle coşardı sokaklar, öksüzlüğünden soyunurdu muhacir, bir ensar kardeşliğinde.
Kanlı bir maziyi yıkardı bedeviler senin gönlünün ırmaklarında. Sen bir su gibi akardın gönüllere.
Sen geldin kar yağarken vicdanlara. Buz tutmuşken merhametin nefesi. Kardelen çiçekleri gülümsedi ruhunun aydınlığında.
Merhamet sendin, isyanın ateşi senin avuçlarında kıvılcımlanırdı. Hayat bütün anlamını sende yaşardı. Acı senin gözlerinde yansırdı bütün gerçekliğiyle.
Gurbet yalnız senin kervansaraylarında gurbetti. Ölüm bile seninle güzelleşti. Seninle sevdirdi kendini bize.
Ya Muhammed!
Şimdi sensizlik alnımıza yazılmış bir kara yazı gibi.
Varla yok arası bir yerlerdeyiz. Bilmiyoruz nerdeyiz.
Dünya yeniden geçmişsiz ve geleceksiz boşlukta asılı duruyor adeta. İçinde yitip gittiğimiz bir hayat kitabını okuyor gibiyiz.
Diz çöktüğümüz rahleler kederli satırlar söylüyor bize.
Kekremsi bir tat var dokunduğumuz ve bize dokunan her şeyde. Zaman hiç akmıyor sanki. Durağan bir zamansızlığa çivilenmiş gibiyiz Ya Resulullah!
Biliyorum Ya Muhammed! Artık yolun bizim topraklarımıza uğramıyor. Sen Medine’de bir sonsuz mevsimdesin.
Biz burada bir mevsim-i hazan yaşıyoruz. Bir Kerbela karanlığında ağlıyoruz Ya Muhammed!..
Garip kaldık Ya Resulullah!
Kimsesiziz ey kimsesizler kimsesizi!..
Muaz Ergü