Dünya, güneş etrafındaki turunu bir kez daha tamamlarken, gündüz geceye yenik düşüp, hilal bütün zarafetiyle gökyüzünü süslediğinde o gece oruç hanelerimize misafir olmuştur. On bir aylık alışkanlıkların değişme zamanı gelmiş, oruç kendi plan ve programını, kendi düzenini getirmiştir. Kendimizi orucun manevi atmosferine bırakma zamanıdır artık. Oruç geçen yıl ki bıraktığı yerden bu yeni gelişine kadar kırılan dökülen yanlarımızı yeniden tamire, yeniden tadilata başlamıştır. Yola revan olma, yolculuğu sürdürebilme gücünü verir bize yeniden. Yoksa beden yorulmuş, duygular köhnemiş menzile ulaşma gücü kalmamıştır.
Oruç her yıl bir önceki yıldan on gün önce gelir. Bu erken geliş geçen yılki vedalaşma gününe bir hazırlık gibi gelir bana. Gönlü razı değildir on bir ay boyunca meydana gelen tahribata. İnsan düştüğü yerden kalkar, oruç tam da düştüğümüz yerde bulur ve kaldırır bizi. Sonra orucun sarsıcı, sarıcı, kuşatıcı manevi atmosferine bırakırız kendimizi. Tıpkı bir hekime şikâyetlerimizi anlatır gibi; kırılan, ufalanan, aksayan yanlarımızı dua niyetinde aktarırız oruca. Oruç bununla yetinmez birtakım şikâyetlerimizi söylemeyi unuttuğumuzu, bir kısmını söylemeye çekindiğimizi anlar ve sorularla açar bizi. Unuttuğumuz, alıştığımız için normal gelen davranışlarımızı hatırlatır bize.
Şaşırır kalırız! Meğer ne çok aksayan yanımızın olduğunu anlarız. Sonra oruç otuz günlük bir tedavi süreci başlatır, bir yol haritası çizer bize. Yememizden içmemizden uykumuzdan ve diğer davranışlarımızdan oluşan bir plan hazırlar, bir reçete yazar. Kuruyan, çölleşen, virane hale gelen taraflarımızı yeniden yeşertmek için bu reçeteyi bu otuz günlük süreçte yoğun bir şekilde uygular, sonra da ramazan sonrası için bir reçete daha yazar ve bunu on bir ay boyu uygulamamızı ister bizden ve on bir ay sonra yeniden çağırır bizi oruç.
Üstad Sezai Karakoç ‘Samanyolunda Ziyafet’ kitabında ruhun oruçla arınmasına şöyle değinir: “Bir ev nasıl yılda bir defa temizlenir, örümcek ağlarından kurtarılır, kiremitleri aktarılır, sıvanır, yıkanır, onarılır ve badana edilir, yani yeni yapılmış hale getirilirse, bir ruh da, yılda bir kere, böyle bir genel temizlik ve revizyon ister. Bir şehrin temizlenmesi onarılması, yeniden yapılması, sıva boya ve badanaların tazelenmesi ile Müslüman bir şehrin oruç boyunca ruhî canlılık ve hareketi, yükselme ve ilerlemesi birbirini çok andırır. Oruç, demek ki, bir noktadan bakınca, ruhun ve vücudun dezenfekte edilmesi oluyor.”
Oruç bir mevsimdir; ilkbaharda kuru dallarda bir tomurcuk, meyveye duran bir çiçek, hasat mevsimi yazın başakta aziz buğday tanesi, hazan mevsimi sonbaharda daha gür gelmek için bir geri çekiliş, zemherinin soğuğunda içimizi ısıtan bir bahar havasıdır. İnsan ömrünün de ilkbaharı-yazı; sonbaharı-kışı vardır. Hayatının her mevsiminde oruca farklı anlamlar yükler insan. “…yaşını başını almış bir müslümanda, geçmiş her yılın ramazanı, birbirine karıştırılmayacak şekilde farklıdır. Her ramazanın ayrı bir rengi, ayrı bir kokusu, ayrı bir biçimi vardır. Her biri kökte ve temelde aynı olsa da, her yılın ramazanı, mevsimlerin boyasına batıp çıka, hafızada ayrı bir fenomen değeriyle yaşar.” (Sezai Karakoç, Samanyolunda Ziyafet)
Ramazan bir eğitim sürecidir
Oruç tedavi ederken aynı zamanda bir eğitim süreci de başlatır. On bir ayımızın nasıl geçmesi gerektiğini, hayatımızı nasıl yönlendirmemiz gerektiğini öğretmeye çalışır. Şunu söyler lisan-ı hâl ile bize oruç; -asıl Ramazan, Ramazan çıkınca başlar der. Amacı Ramazan terbiyesinin, oruç ahlakının, inceliğin, zarafetin, alçak gönüllülüğün, cömertliğin, sabrın bütün bir hayatı kuşatmasıdır. Kibrin, israfın, inkârın, hoyratlığın, yalanın, gıybetin, merhametsizliğin, vicdansızlığın girdabına kapılmamamız için, bizi eğitir bir ay boyunca.
Oruç, çocukları ise bir başka ağırlar ramazanda. Bir çocuk için yiyip içmekten alı konulmak ne kadar zor bir durumdur. Ancak çocuklar pek heveslidirler oruca tutunmaya. Sahura kalkmak için can atarlar. Tekne orucu denilen (bizde kuş orucu denirdi), günün bir kısmını oruçlu geçirmek için yalvarırlar anne babalarına. İftarın iftiharını yaşamak isterler büyükleriyle. Minik bedenlerini kocaman yürekleri taşır camilere teravihlere. Temiz yürekleri heyecan doludur, ramazan hatırası, oruç hatırası biriktirirler berrak zihinlerinde.
Oruç bireysel bir ibadet olmasına rağmen önce aileyi, aileden başlayarak dalga dalga kalbini ona açmış bütün insanlığı aynı atmosfer içerisine alır. İlkin en doğudan başlayarak insanlar sahur sofraları kurarlar. Bir düzen içerisinde doğudan batıya sahur ışıkları gecenin karanlığını aydınlatır. Oruç gecenin en kutlu vaktinde sofraların kaldırılmasıyla başlar. Sonra ilk günün imtihanı yüz akıyla verilmiş akşam olmuş tatlı bir telaş başlamıştır. İlk sofranın kalktığı yerde bu sefer iftar için, iftihar için kurulmuştur sofralar. Sofralarının başında insanlar kutlu çağrıyı beklerler: “Allahüekber, Allahüekber…” Bu tatlı telaş akşamın karanlığıyla tatlı bir huzur içerisinde doğudan batıya doğru akar gider. Sonra yeni bir heyecan ve gönül huzuru içinde en gencinden, en yaşlısına camilere tatlı bir akın başlar. Teravihle bir sonraki günün orucuna hazırlık yapılmış olur.
Üzgünüz; bu sene insanlığa musallat olan bir virüs bizi mabetlerimizden mahrum bıraktı. Rabbimizden niyazımız tez zamanda tekrar mabetlerimize kavuşmamızdır.
Ramazan böyle gün gün işler bizi ve kıvama getirir. Bizi öylece bırakıp aramızdan sıyrılıp gitmeyi de içinde bulunduğumuz ortama uygun bulmaz. Bir bayram hediye ederek ayrılır aramızdan. Bayram sevinci bittiğinde anlarız orucun aramızdan ayrılıp gittiğini.
Artık ahdimize sadık kalıp, yeniden yolunu gözlemek düşer bize.
Turgut Akça