Allah’ın “Dilediğini Yapmasını” Nasıl Anlamalıyız?

"Kur’an’ın ortaya koyduğu temel düşünceye göre; insan kendisine verilen irade çerçevesinde yapıp ettiklerinden sorumludur. Yaratılış ile ilgili dilemek, istemek ve istediği gibi yaratıp özellikler vermek ise yaratan Allah’ın işidir. Biz işimizi bilip üzerimize düşeni yapalım, Allah herkesin ecrini vermeye kadir ve her şeyi bütün ayrıntıları ile bilendir." Hüseyin Bülbül'ün İktibas çizgisi dergisindeki yazısından iktibasla...

Allah’ın “Dilediğini Yapmasını” Nasıl Anlamalıyız?

Kuran’ın birçok ayetinde şu ifadelerin yer aldığını görüyoruz:

“Allah kimi hidayete erdirmek isterse onun gönlünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Allah, inanmayanları işte böyle pislik içinde bırakır.” (Enam Suresi, 125)

“Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi.” (Enam Suresi, 35)

Bu ve benzeri ayetleri değerlendirirken ayette geçen dilemek, istemek, yapmak gibi fiillerin faili Allah Teâlâ ve yapılan şey kulların mükellef tutulduğu alana dâhil ise bu konuda Allah kullarının iradelerini devre dışı bırakarak kulun iradesine asla müdahale etmez. Bu konuda: “Dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin.” (Kehf Suresi, 29) buyurduğunu biliyoruz. Bu konuda onun yasası asla değişmez. Olay kulların mükellefiyet alanı dışında ise Allah dilediğini, istediğini yapar. Yapmış olduğu yasalarını da değiştirmez. (Fetih Suresi, 23)

Enam 125. ayetinde bahsedilen İslam’a yönelenin göğsünün açılması ya da inkâra yönelenin göğsünün daralması fikrin doğası ile alakalıdır. Sevdiğiniz bir şeye yönelmek, ilgi duymak içinizi açarken sevmediğiniz ve istemediğiniz bir şeye yönelmek, meşgul olmak ise sizi sıkar içiniz daralır. Allah insana böyle bir haslet vermiştir. Bu özelliği dileyen veren Allah Teâlâ’dır. Burada insanların cüzi iradelerinin sınırına müdahale edilmiyor. Sadece olayın tabiatı ile ilgili bize bilgi veriliyor. İki zıt düşüncenin bir arada olamayacağı ile ilgili olarak. Nefret ederken sevmenin, severken rahatsız olmanın mümkün olmayacağını ifade ediyor.

Enam Suresinin 35. ayetinde: “Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplayıp birleştirirdi” ifadesi ise yine insana verilen sorumluluk alanıyla ilgili olmayıp Allah Teâlâ’nın insanı, dilediğini yapacak bir özellikte yaratmış olduğu için Resul, onların inanması için ne yaparsa yapsın onlar istemedikçe iman etmeleri mümkün olmayacağını bildirerek, resulü rahatlatıp teselli ediyor. “İsteseydik onların hepsini senin istediğin gibi inanacak özellikte yaratıp, hepsini bir inançta toplayabilirdik” buyuruyor.

Hâlbuki böyle yapmadık her insanı kendi istediği gibi inanacak özellikte yarattık. Bunun için senin istemenle bu iş olmaz. Bunu onların da istemesi gerekir buyuruyor.

Ayetlerin yalın olarak ifade ettikleri anlamları sahih bir şekilde kavramak / anlamak için onları, Kur’an’ın bir bütün olarak ortaya koyduğu genel anlayışın çerçevesinde değerlendirmemiz gerekmektedir. Böyle yapılmaz ise söylenen şey ile söylenmek istenen şey arasında uygunluk olmadığı için çelişki doğacaktır. Yalın anlamıyla ayetin birinde “Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz” (Yunus Suresi, 100) denilirken bir diğer ayette de “İyi iş yapanın yararı kendisine, kötü iş yapanın zararı kendisinedir” (Casiye Suresi, 15) denilmektedir. Görüldüğü gibi Kur’an’ın bütünlüğü dikkate alınmadan, bu ayetler yalın anlamları ile değerlendirilirse gerçekten de ortaya çelişkili bir sonuç çıkar ki bu büyük bir yanlış olur. Kur’an’da hiçbir çelişkinin olmadığına iman ettiğimize göre çelişki ayetlerde değil, bizim o ayetleri anlayışımızdadır. Kur’an’ın genel anlamı dışında değerlendirmemizin sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu konuyu muhtelif ayetler üzerinde görmeye çalışalım:

“İman edenlere söyle: Allah’ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır.

Kim iyi iş yaparsa faydası kendinedir, kim de kötülük yaparsa zararı yine kendinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Casiye Suresi, 14-15)

“Kim iyi bir iş yaparsa bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.” (Fussilet Suresi, 46)

Şimdi bu ayetlerde verilen mesajda herhangi bir çelişki görülmemektedir. Allah Teâlâ her insanı, her kavmi kendi yaptığı şeyler ile değerlendireceğini yaptıkları ile yargılayacağını ve kimseye zulmedici olmadığını bildirmektedir. Diğer bir gurup ayete bakalım: “(Resulüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” (Yunus Suresi, 99)

“Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır!” (Yunus Suresi, 100)

Bu iki ayette bahsedilen “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi.”, “Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir.” ifadelerinde bahsedilen Allah’ın dilemesi insanı veya herhangi bir eşyayı yaratırken ona verdiği özellikler ile ilgilidir. Elmayı elma olarak armudu da armut olarak dilemiş ve birbirinden ayrı özelliklerde yaratmıştır. Bu anlamda Allah dilemeden armut kendi kendine armut olamadığı gibi elma da olamaz. Çünkü Allah onu o özellikte yaratmıştır. Elma kendiliğinden birazda armut olayım diyemez. Şimdi insanı da dilemiş dilediği gibi yaratmıştır. İnsanın cinsiyeti, rengi, hangi anne ve babadan olacağını, hangi zaman diliminde nerede doğup öleceğini dilediği gibi takdir etmiştir. Bu konularda insanın herhangi bir dahli de sorumluluğu da yoktur.

Yine insana birtakım özellikler ve duygular da vermiştir. Konuşmak, işitmek, yemek içmek, sevmek nefret etmek, kabul etmek reddetmek, itaat etmek isyan etmek, iman etmek inkâr etmek… gibi. Bunları da yine Allah Teâlâ insanda olmasını istemiştir ve bu özelliklerde yaratmıştır. Bu özelliklerin hiç birisini insan istemişte değildir. Allah kendi dilemiş istemiş ve öyle yaratmıştır.

Bu özelliklerin fonksiyonlarını icra etmesi için kumanda düğmesini de insanın eline vermiştir. İnsan bizatihi kendisi isterse yer içer, inanır inkâr eder, sever nefret eder, itaat veya isyan eder. Kendi istemediği sürece ona kimse bir şeyi yaptıramaz, sevdiremez kabul ettiremez. Allah Teâlâ da bu konuda asla müdahil olmayacağını taahhüt etmiştir. (Kehf Suresi, 29)

İşte Allah Teâlâ tüm bu özellikleri biz diledik ve böyle bir insan yarattık. Biz böyle olmasını dilemeden istemeden insan istediğini yapacak bir durumda olamazdı. İmanda edemez inkâr da edemezdi demektir. Ayetlerin anlatmak istediği mesaj budur.

İşin diğer bir boyutu ise verilen bu özelliklerin tabiatı ile ilgilidir. Aşağıdaki ayette bu duruma değiniliyor:

“De ki: ‘Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret alın!)’ Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.” (Yunus Suresi, 101)

İnsanın yaratıcıya inanması için yerde ve gökte olan ayetlere bakmasını öneriyor. Afakta ve enfüsteki ayetlere bakarak düşünmesini ve kendisinin acizliğini ve yaratanın büyüklüğünü görüp ibret almasını istiyor. Çünkü akıl ikna olmadan iman etmesi mümkün olmayacaktır. Bu işin tabiatının böyle olduğunu yukarıda anlatmaya çalışmıştık. İnsanın bizzat kendi ihtiyarı ve isteği ile aklen ikna olup fikren tatmin olmadan iman ve inkârın, kabul ve reddin, öğüt ve nasihatin, İkaz ve uyarıların kâr etmeyeceğini gösteriyor. İnsana verilen özelliklerin tabiatının bilinmesi ve insana verilen iradenin sınırlarının doğru tespiti konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

Kur’an, açıkça ortaya koymaktadır ki:

Allah, insanı dilediğini seçme iradesine / hakkına sahip olarak yaratmıştır. Bu temel esası dikkate almadan hidayetle ilgili ayetleri doğru kavramak mümkün değildir. Kur’an’ın bu temel gerçeğinden hareketle bazı tespitlerde bulunarak söz konusu ayetlerin gerçekte neyi ifade ettiklerini izah etmeye çalışalım.

Kur’an, insanlar hidayete erip doğru yolu bulsunlar diye Allah tarafından gönderilen bir kitaptır. Kur’an’ın esas amacı budur. Bu da Allah’ın insanlar arasında bir ayrım yapmadan, hepsinin, doğru yolu bulmasını istediği anlamına gelmektedir. Allah kendi iradesini devreye sokmadan, seçmeyi tamamen kullarına verdiği “cüz’i” iradeye bırakmıştır. Gerçek bu olunca da Allah’ın kendi iradesini devreye sokarak; birtakım insanlara hidayeti, birtakım insanlara da küfrü uygun görmesi söz konusu olabilir mi? Zira Allah kuşkusuz adalet sahibidir. Allah, küfrü ve hidayeti seçme işini insanların iradesine bırakmayıp da kendi iradesine göre yapsaydı; o zaman kitap ve elçi göndermesine gerek kalmazdı. İnsanların kalplerine tek tek ya imanı ya da küfrü yerleştirerek onları istediği şekle sokardı. Hâlbuki bu işi insanların iradesine bırakan Allah, insanlara yapacakları tercihlerden sorumlu tutacağını bildirmiştir. İyiyi ve kötüyü, imanı ve küfrü birbirinden kesin olarak ayırıp açıklamıştır ki, insanlar neye karar verdiklerini bilerek versinler. Allah, bütün insanları iman etmeye ve hidayete çağırmakta, onların akletmeleri ve doğru yolu bulmaları için her şeyi örnekleyerek açıklamaktadır. Ayrıca elçiler aracılığıyla canlı uyarı ve örneklikle doğru yolu göstermiştir. Kur’an, dünyanın imtihan dünyası olduğunu, Allah’ın kullarını sınadığını, dileyenin hidayeti, dileyenin de inkârı tercih edebileceğini açıkça bildirmiştir.

Ödül ve ceza için hür bir irade ve bile isteye bir şeyi yapmış olmak gerekir. İkrahta sorumluluğun olmayacağını yine Rabbimiz bildirmiştir:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırt edilmiştir…” (Bakara Suresi, 256)

“Bizim ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola koyar.” (Enam Suresi, 39)

Birçok ayette bahsedildiği gibi: “Hidayeti isteyeni hidayette kılar, sapıklığı isteyeni de sapıklıkta bırakır. Kimseyi kendi istek ve seçiminin aksini yaptırmak için zorlamaz, iradesine mani olmaz” anlamında kullanılmaktadır. Aksini söylemek kulun iradesini ortadan kaldıracağı için yapılan eylemden sorumlu tutulması zulüm olur ki, Allah Teâlâ böyle bir durumdan beridir.

Kur’an’da geçen “Allah’ın izni” ifadesi, Allah’ın yarattığı eşya için verdiği tabiat, özellik ve onun tabi olduğu kanuniyet anlamında kullanılmaktadır. Örneğin: “İnsana inanması için izin vermesi,” insanı yaratırken inanacak veya inkâr edecek özellikte yaratmış olması manasındadır. “İnsanın benliğine, tabiatına fücuru ve takvayı ilham ettik.” (Şems Suresi, 8) ayetinde bahsedildiği gibi. Eğer insana inanma özelliğini vermeseydi inanamaz; inkâr etme özelliğini vermese inkâr edemezdi. “Dileseydik hepinizi bir ümmet yapardık.” (Maide Suresi, 48) ayetleriyle vurgulanan şey budur. “İzin vermeseydik, bu özellikte yaratmasaydık, dilediğini yapma özelliği vermeseydik” anlamlarına gelmektedir.

“(Ey Muhammed), sen onların yola gelmelerini ne kadar istesen de Allah’ın şaşırttığını yola getirmezsin ve onların yardımcıları da olmaz!” (Nahl Suresi, 37)

Yine buradaki, “Allah’ın şaşırttığını yola getirmezsin” ifadesi burada “mecazen” kullanılmaktadır. Yolunu şaşıran kimse gittiği yolu terk edip kendi iradesiyle doğru yola gelmeyi istemediği sürece, senin istemenle bu iş olmaz. Ancak bir insan kendi isteyecek ki bu iş gerçekleşsin. “İşte böylesine burnunun doğrultusuna giden, yolundan memnun olan kimseyi de Allah müdahale ederek hidayete / doğru yola getirmez” demektir. Evet, Allah’ın “dilediğine hidayeti vermesi, dilediğini sapıtması” deyimlerinin “hidayeti dileyeni hidayette, dalaleti dileyeni de dalalette bırakır” şeklinde anlaşılmasının gerektiği şu ayetlerden de rahatlıkla anlaşılmaktadır:

“Bu sizin ellerinizin yapıp öne sürdüğünün karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmedici değildir.” (Âl-i İmran Suresi, 182)

“(Allah’a) ortak koşanlar diyecekler ki: Allah isteseydi ne biz ne de babalarımız ortak koşmazdık, hiçbir şeyi haram yapmazdık. Onlardan önce yalanlayanlar da öyle demişlerdi de nihayet azabımızı tatmışlardı. De ki: yanınızda bize çıkarıp göstereceğiniz bir bilgi (yazılı belge) var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz.” (Enam Suresi, 148)

“Her canlı, ölümü tadar. Bir deneme olarak sizi hayırla da, şerle de imtihan ederiz. Ve siz, ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi, 35)

“Göklerde ve yerde bulunan her şey Allah’ındır. (Bunları yaratmıştır) ki kötülük edenleri, yaptıklarıyla cezalandırsın, güzel davrananları da güzellikle mükâfatlandırsın.” (Necm Suresi, 31)

“Biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz. Bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır. Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan Suresi, 2-3)

Kur’an’ın ortaya koyduğu temel düşünceye göre; insan kendisine verilen irade çerçevesinde yapıp ettiklerinden sorumludur. Yaratılış ile ilgili dilemek, istemek ve istediği gibi yaratıp özellikler vermek ise yaratan Allah’ın işidir. Biz işimizi bilip üzerimize düşeni yapalım, Allah herkesin ecrini vermeye kadir ve her şeyi bütün ayrıntıları ile bilendir. Allah’a dinini öğretmek kimsenin haddi değildir…

Hüseyin Bülbül

İktibas çizgisi dergisi
Sayı: 466/66

 

YORUM EKLE