Acelem yoksa karşıya vapurla geçmeyi tercih ederim ama zor zamanlarda Marmaray’ın hızı büyüleyici. Kitapların dünyasıyla haşır neşir olunca Cağaloğlu’nu yol etmemek mümkün mü. Her zaman vapurdan inip meşhur yokuşu tırmanırdım açıkçası az biraz oflayarak, ama artık metroyu denemenin zamanı. Denizin 60 m. altından geçtiğimizi unutmaya çalışırken üç dakikada kendimi yokuşun üçte ikisini katetmiş bulmak çok hoştu gerçekten.

Yerüstüne çıkınca bir şair çıktı karşıma: İbrahim Tenekeci. Masallardaki gibi tesadüf bu ya, çağdaşı bir başka güzel şairi bekliyordu: Hakan Arslanbenzer. İtibar ve Fayrap dergileri hakkında ayaküstü sohbet ederken birlikte çay içmek farz oldu.

Sohbet koyulaşmışken dostları baş başa bırakıp yokuşumun geri kalanını tırmanmaya başladım; kitapçılar, kırtasiyeciler, davetiyeciler, hediyelik eşyacılar derken İran Konsolosluğu. Camlı panoda İran kırsalından harika fotoğraflar vardı, devrim günlerindeki heyecanımızı güçlükle hatırlayarak yürüdüm binanın duvarından. Ümmeti gözeten Humeyni’nin vasiyetine rağmen Fars milliyetçiliğini önceleyen, Suriye’de din kardeşlerinin katline destek veren veren bir yönetim nasıl işbaşına gelebildi. 

Suriyeli birkaç aile duvar diplerinde kartonların üzerinde yerlerini almışlardı “bombalardan kaçtık” yazısı eşliğinde. Onlarla konuşmadan, hatırlarını sormadan geçip gitmek olmazdı, yapabileceklerimiz kısıtlı da olsa. Her şeyin başı bir selam, seni gördüm diyen bir bakış. Arap kardeşlerimizin ahvali uzun bir mevzu.

Sevgili dostum Emine Eroğlu’na bir selam vermek ve Görme Bahçesi kitabımdan birkaç adet satın almak üzere Timaş’a uğradım. Ayşe Osmanoğlu’nun yazdığı Babam Sultan Abdulhamid kitabı yeniden basılmış. Benim için önemli bir kitaptı; eski baskısını bir dostumdan okumak için almış, ayrılık vakti gelince epeyce güçlük çekmiştim.  

Namazı bir işaret gibi karşıma çıkan Molla Fenari Camii'nde eda etmek büyük nimet. Fatih Sultan Mehmet zamanından yadigar bir mekanda köklerimizin derinliğini hissetmemek mümkün mü. Küçük bir ayrıntı! Kadınlar için çok itici bezden bir bölme yapmışlar. Reddettim bunun içine girmeyi ve baktım kimse yok, iç mekana yani asıl camiye geçip kıldım namazımı. Kötü izbeler hak ettiğimizi düşünmüyorum. 

Hakim Tirmizi'den Kalbin Anlamı kitabı herkese uyar mı?

Kitabevi‘nin önünden geçerken gönül insanı Mehmet Varış’a selam vermek, bazen bir çayını içip yeni çıkan kitaplara bakmak beni her zaman mutlu eder. Bu kez yayınladıkları hayvan serisi dikkatimi çekti. Çakal Kitabı, Deve Kitabı gibi. Heyecanla beklediğim Emine Gürsoy Naskali’nin Çoban Kitabı çıkmış, hemen aldım bir adet yakalamışken.

Kapı Yayınları'na geçtiğimde kitaplar arasında dolaşan bir kadınla karşılaştım. Otuz yıldır Viyana’da yaşıyor, bu yıl hemşirelikten emekli olmuş, gezmeye geldiği ülkesi Türkiye’den ayrılmadan önce önemli kitaplardan alıp götürmeye kararlı. Ricası üzerine kitap seçerken nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Uzun bir sohbet yaptık. Hikayesini, ruhunun ihtiyacını bilmediğin birine nasıl kitap önerebilirsin? Her ruhun ihtiyacı olan ortak kitaplar vardır elbet ama bu ateşten gömlek giymeden telaffuz edilemiyor ki. Mesela Hakim Tirmizî’den Kalbin Anlamı kitabı herkese uyar mı? Dönüp bakmak ister miyiz kalbimizin mahiyetine?

İşgal Kadınları kitabım çıkmış. Yayın danışmanımız şair Ömer Erdem’le biraz sohbet, Kapı Yayınları'ndaki kitaplarımın titiz editörü Rifat Özçöllü’ye teşekkür derken ayaklarım beni Türk Edebiyatı Vakfı’na götürdü. Roger Garaudy’den İslam'ın Aynası Camiler kitabını yeni çevirmişti ömrünü Garaudy çevirmeye adamış olan Cemal Aydın. Birbirimize kitaplarımızı takdim ettikten sonra yukarı katta bir belgesel filmi için konuşan ablaların ablası Belkıs İbrahimhakkıoğlu’nu sessizce dinlemeye koyuldum.

Rahmetli Serdengeçti ismi zihnimizde çok özel bir yerde”

Ben gelmeden az önce Ayla Ağabegüm belgeseli için konuşmuş, şimdi de Osman Yüksel Serdengeçti için konuşuyordu. Ne bulunmaz fırsat, ne bahtı açık bir günümdeyim!

İşitip aklıma yazdığım birkaç cümle:

Rahmetli Serdengeçti ismi zihnimizde çok özel bir yerde. Gözümüzde Anadolu’nun başı eğilmez mert evlatlarının temsilcilerinden biriydi. 1982’de tanıdım. Parkinson hastalığına yakalanmıştı. Ahmet Kabaklı da yakından ilgileniyordu. Aksekilidir kendisi, Aksekili bir hemşerisi getiriyordu yanımıza. İstanbul Aksaray’daki evini ve kitaplarını Türk Edebiyatı Vakfı'na bağışlamak istedi. Bir gün Boğaz'ı gezdirmesini istemişti Kabaklı’dan. Rumeli yakasında bir gezintiye çıktık. Bu benim için unutulmaz bir gezi idi, yol boyunca öyle güzel şeyler dinledim ki. Konu Necip Fazıl’dı biraz. Ortak hatıralar. Ben de not etmiştim. Kendisini Necip Fazıl’a götürmemi istedi, kısmet olmadı, hâlâ yanarım. Yoğun dergi günleriydi, götüremedim, bir dostumuza rica ettim.

Üstad da son zamanlarındaydı, buluşma zor görüyordu. Fahrettin Bey demiş ki 'onların karşılaşması içimi burktu. Birinin gözleri zayıftı, birinin elleri titriyordu. Öyle kucaklaştılar ki.' Birbirlerine etkileyici hitaplarını anlatmıştı. Kısa süre sonra önce Necip Fazıl, ardından aynı yıl Osman Yüksel Hakk'ın rahmetine kavuştu.

Osman Yüksel Bey'in yeğeni bir gün özel notlarından, defterinden bahsetmişti. Fransız sanatçılardan ve kendi intibalarından notlardı. Harikaydı. Memleketin çetin zamanlarının insanları. Osman Yüksel Bey ve dostları bir dava uğruna koşturmaktan kendi edebi derinliklerine uygun eserler vermeye bile zor vakit buldular. Mmemleket uğruna savaş veren mert insanlar, Allah rahmet etsin hepsine.”

İki genç oturmuşlar, Dergah dergisindeki bir hikayeyi sesli olarak okuyup üzerine konuşuyorlar

Türk Edebiyatı Vakfı'nın kahvehanesine indik sonra. Hikaye yazarı Funda Özsoy Erdoğan çıkageldi, Öğrenilmiş Çaresizlik adlı hikaye kitabını Ötüken Yayınları'na yeni teslim etmişti. Konu nasıl olduysa yön duygusuna, şehirde kaybolup durmaya geldi. Bilmediğimiz şehirlerde, yollarda yön tayin etmenin inceliklerinden konuştuk biraz.

Arkadaşı Mürüvvet Hanım'la tanışmak da gönlümüze inşirah verdi. Fen ve Teknoloji öğretmeniymiş bir lisede. Fen derslerine teknolojinin eklendiğini bilmiyordum doğrusu. Çocuklarını alıp arabayla Balkan gezisine götürmüş. Bunlar yeni gelişmeler. Daha önce Avrupa ve Orta Doğu’yu da bu şekilde gezmişler.

Bir ilahiyat sempozyumunda Fatma Binti adlı Endülüslü kadından söz edilmişti. Ortaçağda Kurtuba’dan çıkıp ilim için Çin’e gitmiş tek başına. Bunu ilahiyatçılar anlattı. Zamanın yolculuk koşullarını düşününce hayret etmemek mümkün değil, inanılmaz bir macera olmalı. Bu bana “öyle bir zaman gelecek ki bir kadın San’a’dan (Yemen) Hadramut’a kadar hiçbir saldırıya uğramadan güven içinde tek başına seyahat edebilecek” diyerek çıtayı en yükseğe diken Peygamberimizin kadın meselesine nasıl da yön verdiğini hatırlatıyor.

Sonra Zeynep Türkoğlu geldi. Radyodan tanıdığım harika bir ses. Türkçeyi güzel konuşma ustası. Televizyonlardaki programlarından tanıyoruz artık.

Sultanahmet’te eskiden Kızlarağası Medresesi olan Yazarlar Birliği’nin önünden geçerken Ali Ayçil’i gördüm, yayın yönetmeni olduğu haftalık Gerçek Hayat dergisinden genç gazeteci muhabirlerle oturuyordu. Cağaloğlu günüm ya, davetlerine icabet ettim kısa süre de olsa. Bernhard’ın her kitabını dört gözle beklediğini söylemişti, en çok bu kalmış aklımda.

Sonunda Üsküdar’a geldim ve aklımdakiler uçmadan bugünü yazmak için kırmızı sardunyaların açtığı mütevazı bir mekana oturup çay söyledim. İki genç oturmuşlar, Dergah dergisindeki bir hikayeyi sesli olarak okuyup üzerine konuşuyorlar. Bu ne güzel üzmeyen, incitmeyen, üstüne üstlük kalplere sürur veren gün böyle (maşallah suphanallah). Aklıma Mustafa Kutlu’nun üzerinde hiçbir şey olmayan, tertemiz duru zihin açan masası geldi. Ne zaman gitsem ziyaretine, bir tek şey okuyordur ve ona vermiştir kendini büsbütün.



Yıldız Ramazanoğlu yazdı