30 Kasım 2012'de yayınladığımız bu haberi, konunun önemine binaen tekrar manşete taşıyoruz. (Dünyabizim)

***

Hatırlanacağı üzere “Hicret altı üstü bir göçten mi ibaretti” başlıklı bir haberim yayınlanmıştı 15 Kasım Perşembe günü. İçinde hem mübarek Muharrem ayını barındırıyordu, hem de Hicri Takvim’in başlangıcı kabul edilen, Hicret olayını...

Evet, Hicri Takvim’in başlangıcı olarak kabul edilen “Hicret”, Muharrem ayında gerçekleşmişti. Benim bilgi sandığım zannım, yakıştırmam bu yöndeydi. Bugüne kadar her hicretten bahsedilişinde öyle söylendiğini sanmışım. Hicri Yılbaşı programlarında anlatılan konu hep Hicret olmuştu. Ben de ayrı bir merak uyanıp da “Acaba bu işin aslı nedir?” diye sorgulamadım açıkçası. Kaşıkla ağzıma verdiler lokmayı, ben de hazır lokma deyip sorgulamadan, merak etmeden yutuverdim. Taa ki bu haberim sitemizde yer edene dek.

Haber yayınlanınca Dünya Bizim habercilerinden Ahmed Öztürk’ün “Hicret ve Hicri Yılbaşı’nın ilişkilendirilmesinde hata var.” uyarısı ve konu bağlamında Ömer Tuğrul İnançer’in Burç Fm’de yapmış olduğu bir radyo programının kaydını göndermesi üzerine zihnim oldu tarhana çorbası. Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Hicret, Muharrem ayında vuku bulmamış mıydı? Açıkçası bu radyo kaydından, üzerinde çokça düşünsem de pek tatmin olmadım.

Sonrasında kendisini Darulhikme’yle tanıdığım, bilgisine güvendiğim, görüşlerine değer verdiğim, derslerinden çokça istifade ettiğim pek kıymetli Talha Hakan Alp Hoca’ya da durumu arz ettim. O da “evet” dedi, “Hicret, Hicri Takvim’in başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Ancak Muharrem ayında gerçekleşmemiştir. Takvim tarihlendirmesi, ay değil yıl bağlamında baz alınarak hesaplanmıştır. Efendimiz (sav)’den daha önce göç edenler olmuştur. Ancak Peygamber Efendimiz (sav) bu kutlu yolculuğa Rebiulevvel ayının ilk günü çıkmıştır.”

Diyanet görevlileri de, imam hatip hocaları da…

Şimdi bunu öğrendim ya, bu sefer baktım ki nefsim bana "bu bilgini satmalısın" oyunu etmeye çalışıyor. Hemen şöyle dedim: "Peki, hicreti böyle bilen kaç kişi var? 1 Muharrem itibariyle aldığım maillerin hemen hemen hepsi Hicret içerikli bilgiler içermekte. Çoğu camide Cuma hutbesinin konusu o hafta hicret idi muhtemelen" diye düşünüyordum.

Hal böyle olunca, çevremde biraz soruşturayım dedim. Evet, imam hatip hocalarından tutun da diyanet görevlilerine kadar pek çok kişi, hiç tereddütsüz “Hicret, Muharrem ayında gerçekleşmemiştir.” diyemedi. İkilemde kalanlar oldu. “Bir bakmak gerek” diyenler oldu ki, onlara hürmet ediyorum, bir bakmak lazım diyebildikleri için. Fakat, sonra düşündüm ki, bir şeyin aslını öğrendiğimizde o bilgi ile imtihanımız yeni başlıyor demektir. Acaba, o bilgi ile üstünlük mü taslayacağız? İnsanların eksiklerini, yanlışlarını görmekten garip bir haz mı alacağız, o bilginin gereğini mü'mine yakışır şekilde mi yerine getireceğiz?

İhtiyacımız olan “zihni hicret”

Sonra düşündüm: Durumumuz içler acısı bir durum. Verileni olduğu gibi alıyoruz, üzerinde düşünmeksizin. Hâlbuki İmam Gazzali’nin İhya’sında da geçtiği üzere “düşünce aklın iliğidir.” Hicret, fiziksel anlamda, “göç” manasında bir kez gerçekleşti ve bitti. Günümüzde ise şiddetle ihtiyacımız olan, nefisimize ağır gelse de usta yazar Rasim Özdenören'in sıkça bahsettiği “zihnî hicret” olmalı. Hayat bize yutturuyor kaşık kaşık bahaneler. Önce kendi şahsıma söylüyorum, biz Müslümanlar bunu sorgulamalıyız. Sadece taklide bırakmamalıyız… Kimbilir, daha nice doğru bildiğimiz yanlış var sorgulamadığımız…

Ey Allah’ım! Bildiklerimin ve bilmediklerimin şerrinden sana sığınırım.

Zeynep Doğan yazdı