Düş Kesiğiromanıyla 2010 Oğuz Atay Roman Ödülü’ne, Kış Bahçesi romanıyla da 2011 Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü’ne layık görülen Güray Süngü, “Hiçbir Şey Anlatmayan Hikayelerin İkincisi” adlı öykü kitabıyla da geçtiğimiz ay Star Gazetesi tarafından Necip Fazıl Kısakürek anısına düzenlenen yarışmanın “En iyi Hikaye” ödülünü aldı.

Güray Süngü’yü, eserlerini okuyup keşfetmiştik. Ayrıca Kış Bahçesi romanı, öyküleri, sevdiği şair ve yazarları… derken hoş bir sohbet gerçekleştirmiştik Üsküdar Anadolu İmam Hatip Lisesi kütüphanesinde. Ondaki Hüseyin Atlansoy sevgisini öğrenmiştik bu sohbette. Star gazetesi tarafından Necip Fazıl Kısakürek adına düzenlenen yarışmanın şiir dalında ödüle layık görüleni şair Hüseyin Atlansoy oldu. Güray Süngü, kendi ödülünden çok, sevdiğinin ödül almasına seviniyor ve şöyle diyor: “Adım, Hüseyin Atlansoy ile birlikte yazılmış ya… rahatlıkla ölebilirim.” “Kişi, sevdiğiyle beraberdir” hadisi iktizasınca insan önce dünyada zikren, fikren, ruhen sevdiğiyle birliktedir. Sonra da ahirette beraber olacaktır elbette…

Öykü ne anlatır veya neyi anlatmaz?

Lisede, edebiyat derslerinde tekrar tekrar öykünün çeşitleri şunlar, özellikleri bunlar şeklinde öğretiriz öğrencilere. Durum hikâyesine örnek şu, modern hikâyeye örnek bu kabilinden dersler işte… Bir de Güray Süngü öyküleri var, hiçbir şey anlatmayan öyküler. Ne anlatayım ki hiçbir şey anlatmayan öykülerden? Ya da ne anlatmayayım en iyisi. Yargılamayan, ukalalık yapmayan, hayatı, insanları, dünyayı, iyiyi, kötüyü, mutluluğu, yazgıyı olduğu gibi kabul eden hikâyeler bunlar.

Rasim Özdenören, modern çağın insanının kendini tanımak yerine hep başkalarını tanımak ukalalığına düştüğünü söyler. Karakter ve tip tahlilleri yapar dururuz ya hep. Herkesin insanları tanıdığı, kendini ve haddini tanımadığı bir çağdayız. Güray Süngü’nün “Çember” hikâyesinde geçiyor: Hayat… Herkes çıldırmış, kimbilir ne oldu? 5N 1K sorgulamaları yok hikâyelerde… Neden çıldırmış, kimle ve ne zaman çıldırmış? Yaşamak çılgınlığı var belki sadece… Hande var ama hikayelerde… Kış Bahçesi romanında, “Kılık” ve “Yara Kabuğu” hikâyelerinde… Hande, gülüş demek. Bir kadının zarafetini ortaya koyar gülümsemesi. Bu yüzden yakışır, hiçbir şey anlatmayan bir öykü-roman kadınına Hande ismi.

Biz de bu çağın, modern çağın insanıyız

Kitabın kapağındaki yazıyı okuyorum şimdi. Ben de modern çağın insanıyım. İlk okuduğum, kitap kapağının en altında yer alan “ben ben ben ben ben ben” kelimeleri oluyor. En çok “Ben” der ya, “Ben”i sever ya bu çağın insanı… Kapaktaki yazıyı baştan sona okuyalım. “Pencereden dışarıya durgun yüzü, anlamsız görünen ama anlamlı, acı yüklü bakışları ile bakarken dudaklarının kıvrımları titriyor, burnu, elmacık kemikleri, yanakları titriyor, alnı kasılıyor. Çok çok güzel, gerçek olamayacak kadar güzelsin demek istiyorum ona. Dudakları kasılıyor, gözlerinden yaş süzülüyor, hemen bırakmıyor kendisini, hemen değil, önce sadece yaş süzülüyor. Bir damla daha ve pencere önünde, dışarıya bakmayarak, burnu cama değdi değecek otururken oluyor o şey, hıçkırıklarla teslim oluyor, acısına ağlıyor, birden oluyor, gözlerindeki yaşlar hıçkırıklarına karışıyor, çok güzel, gerçek olmayacak kadar güzelsin demek istiyorum ben…” Kitabın kapağındaki bu yazıyı “En Güzel Yüzün” hikâyesinde siz de okuyacaksınız. Ama yazar size pencereye mi bakarız, yoksa kendi içimize ve acımıza mı, anlatmayacak.

İyilerin daima iyi, kötülerin daima kötü olduğu, toplumsal kaygıyla, mesaj vermek için yazılan, kalıp olay ve insanların olduğu romanlarımız, öykülerimiz çok bizim. Ahmet Mithat Efendi'nin Felatun Bey ile Rakım Efendi romanında, romanın anlattığı öğreti gereği, doğuyu ve doğruyu temsil eden bir tip olan Rakım, idealize edilmiş olduğundan hiç hata yapmaz, içki bile içse sarhoş olmaz mesela, olmamalıdır. Ancak Felatun Bey yapar bu kötü davranışı. Güray Süngü kahramanları ise idealize edilmiş tiplerin ötesinde bu yüzyılın kaderini yaşayan insanlardır. Yani herkes olduğu gibidir. Olması gerektiği gibi değil…

İnsanlar kan ter içinde, hava bunaltıcı ama yağmur yağmıyor hikayelerde. Haberler çok renkli… Ve modern insanlar küçük mutluluklardan uzak yaşıyorlar. Çalar saatlerle uyanmanın, balkonsuzluğun, bodrum katlarının, rutubetin olduğu, zamanın hızla geçtiği bir zamanda, yakasına beyaz mendil taktığı için okuldan atılmanın, bomba yapmanın, dağa çıkmanın da olduğu bu hikayelerin en güzeli: “Duvara Bakan Adama Bakan Adamlar”… Karakter tahlili ve yargılamanın çokça yapıldığı bu çağda, küresel ısınmadan, küreselleşme belasından ruhlarımız eridi gitti de ondan mıdır bedene bunca rağbet? İnsanlara roller biçmesek yahut birbirimize duvara bakar gibi bakmasak da birbirimizin haliyle hallensek…

Güray Süngü öykülerinde zaafları yüzünden alay edilmemiş insanlarla. Usta öykücü Mustafa Kutlu, hikâyelerinde küçük şehirleri, kasabaları, insanları, çiçekleri, çardakları, dolmuşları ve küçük şehre ait her şeyi olduğu gibi anlatır. Sonu hayal, rüya veya senaryo olsa da… Güray Süngü ise büyük şehir insanını, modern insanı ve yaşamını olduğu gibi hiçbir şey anlatmadan(!) anlatıyor.

Güray Süngü’nün Hiçbir Şey Anlatmayan Hikayelerin İkincisi isimli hikaye kitabını okuduğumda günlerden Cuma idi. Ben önce yerin iki kat altında, metroya binmiştim. Metroya binmişken o hızla mezarıma da inmiştim. Yerin altında metrodaki o mekanik uğultuyla kıyametimi koparmıştım. Benim kıyametim kopuyordu. Oysa insanlar simit yiyor, gazete, kitap okuyorlardı. Bebeğini uyutanlar, en çok da işlerine yetişmek için koşturanlar vardı. “Yeryüzü boşalsa, güneşe göç olsa…” diyordum. Yıldızlar, Ensar olsa… Biz, yeryüzünden gökyüzüne hicret eden muhacirler olsak.

Atalarımız bu çağın ihtiyacına uyarlamama kızmaz inşallah diyerek, “Yalan söylemeyenin kentten, şehirden kovulmadığı” bir yer arıyorum kendime. Hakim karşısına çıkıyorum sonra. Elleri kelepçeli insanlar var. Normal görünüyorlar. Ben de normal görünüyorum. İyi ama o zaman benim hakim karşısında ne işim var? “Allah bes, baki heves” diyorum.

Hakim de “Allah bes, baki heves” diyor.

 

Yasemin Kapusuz, hiçbir şey anlatmadan yazdı