Hiç böyleliğin görmemişiz fasl-ı baharın

Dördüncü ayının ortalarına doğru yürüğümüz iki yirmili yıl, ambalajından yeni çıkmış birçok musibetle tanıştırdı bizi şimdiden. Dehre sövmek doğru olmadığı gibi rakamlar üzerinden hesaplara girip özel anlamlar çıkarmak da doğru değil itikadımca ancak bu yıldan sonra başka yıllar göreceksek şayet o iki sıfırın içine sığacak çok hatıra birikti yalan yok.

Yüzümüze soğuk soğuk çarpan, canımıza acı acı işleyen ahval içindeyiz. Tedirginlik, korku ve telaşın kollarında öyle bir ırgalayıp duruyor ki bizi felek, bahar bile gelmeye çekiniyor sanki. Geleyim dese de Şeyhülislam Yahya’nın;

“Bülbüller öter güller açar şâd gönül yok

Hiç böyleliğin görmemișiz fasl-i bahârın”

beytinde dile getirdiği şaşkınlığa gark olacağız bahar ile biz.

“Bunu neye yormalı?” diye sorarak her birimiz olan biteni, yaşadığımız süreci anlamaya çalışıyoruz. Herkesin meseleye izah getirme konusunda tavrı başka başka tabii. Bu olanların ilahi bir azab/gazabın ön esintisi, fragmanı olduğunu düşünenler; tahribatımız neticesinde tabiatın bizden intikam almaya başladığından söz edenler; büyük bir komplonun oyuncağı olduğumuzu savunanlar…

Evvela işin komploya uzanan bir tarafı var mı, yok mu diye zihin aşındırmak faydasız bence. Komplo şeytan işidir. Şeytan, her şartı kendi lehine çevirme gayretindedir her zaman, bu değişmez bir gerçek ancak bu seçenek topu taca atanların sığınağı. İlahi azap/gazap yorumlarını diline dolayanların haddi aşma pahasına kurdukları cümleler ise Allah’a emanet. Oraya girmeyelim, çıkamayız. Tabiatın intikamı demeyelim hadi ama tabii bir refleks ile karşı karşıya olduğumuz ortada. Bize bir şeyler söyleniyor olabilir mi?

Şimdilik malum mikroorganizmanın tavrına dikkat kesilmiş vaziyette, sıhhat içinde olduğumuzu varsayarak virüsün bizi hasta etmesini engelleme gayretindeyiz. Onu şaşırtmanın, bize zararsız hale getirmenin yollarını arıyoruz. Hiçbir virüse bu kadar yakından bakmamıştık sanki. Her birimiz bir virolog düzeyinde bilgilendik virüs hakkında. Alan içi ya da alan dışı; uzman ya da değil fark etmez, biraz kameraya, stüdyoya aşina, ağzı laf yapan kim var ise söz söyleme hakkına sahip ekranlarda. Günlük sayıların açıklanması ile başlayan trajik-panik akşam çöküntüsüne alıştık sayılır ülkemizde. Karantina günlerine has yaşam tarzımız şu ara böyle. Akşam açıklanan sayılar ve bahsi geçen şahıslar tarafından bu sayılar üzerine yapılan yorumlarla kabaran kaygılarımız, yemeğin tadını kaçırdığı gibi uykularımızı da zehirliyor. Uyuyalım diye girdiğimiz yataklarımızda kollarımız, parmaklarımız uyuşuncaya kadar elimizden düşmeyen zımbırtının parlak dipsiz kuyusuna saldığımız ipin ucu bir türlü elimize gelmiyor. Time-line gerçekten nefes kesici.

Zihinlerimiz bağışıklık kazandı

Zihinlerimiz birçok enfeksiyona karşı bağışıklık kazanmış durumda bence. Virüs burada yapacak bir şey yok deyip kaçabilir de. Tamam, tamam virüs şakaya gelmez biliyorum ancak haksız da sayılmam siz de bunu biliyorsunuz.

İşin şaka tarafı hep olsun ama şu var ki virüsün sebep olduğu ve giderek sıhhi çerçeveyi kırarak büsbütün küresel bir buhrana kapı açması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Büyük devletler, gelişmiş teknolojiler virüsün yayılma ve tahrip hızına henüz yetişebilmiş değil. Uzun zamandır dünya böyle bir yetersizlik hissini yaşamamıştı sanırım. Tabiatta öngörülemez ve şakaya alınamaz bir surette tezahür eden bu salgın, insana hayatı, ölümü; gücü, acziyeti yeniden düşündürmeye başlattı mı yoksa? Bu sorunun cevabı için erken olmakla beraber insanın bu yüzleşmeden en az ölümden kaçtığı kadar kaçma refleksi göstereceği de açık.

Nitekim çoğumuz “normal” günlerimize ne zaman döneceğiz diye sabırsızlanıyoruz oturduğumuz yerde. “Normal” hale getirdiğimiz hayatın bir yerinden tutup kaldığımız yerden nasıl devam edebiliriz diye düşünüyoruz. Alışkanlıklarımız, peşinden koştuğumuz işlerimiz, yarım kalan her şeye sarılmak ve “normal”e dönmeyi arzu ediyoruz bir an önce. Yapay zekâyı konuştuğumuz, her şeyi öngörülebilir hale getirmeyi planladığımız, mümkünse ölümsüzlüğü mümkün kılacağımız, bol botokslu, anti-age dünyamıza sokulmanın hayalindeyiz.

Bununla birlikte hayatımızdaki aşırılıklar ya da eksikliklerin daha da belirginleştiğini söyleyebiliriz. Hayat ile ölüm arasında kontrastın arttığı, ince çizginin gözümüze görünür olduğu zamanlarda muhasebe mecbur istikamete dönüşüyor haliyle. Ancak haddi aşarak, hak ve hukuku şaşırarak mutasyona uğrayan türümüz hakkında derin derin düşünmeye, organik bütünün parçası olarak dünyaya verdiğimiz zararı hesap etmeye; kendi ellerimizle altını oyduğumuz ve hayatı mümkün kılan nizamın esaslarını yeniden anlamaya sakin kafayla daha çok vakit ayırmamız gerekecek.

Ölümsüzlüğün rüyasını görürken uyandığımız yeni hayatta bir başka gerçek de şu ki virüs; şımarıklığa, sonradan görmeliğe, yancılığa, imtiyazcılığa, avantacılığa, fırsatçılığa, çakallığa tesir etmiyor. Başka ne bela bekliyor acaba bu sıfatların sahipleri. Aklımızı başımıza getirmeye yetecek mi bilmiyorum ama şu günlerin muhasebesi de ayrı tutulacaktır. Yük olanlarla yük alanlar arasındaki hesap mesela. Suya sabuna dokunmayıp çok konuşanlarla her riski göze alıp, canını dişine takıp taşın altına elini koyanlar mesela. Hayırda yarışanlarla sidikte yarışanlar mesela. Mesela mesela… Bu misallerin bir tarafından diğerine gidip geliyoruz her birimiz. 

Dallanıp budaklandırdığım şu yazıyı çok da göze kulağa batırmadan bir yerlere not aldığım şu cümle ile bitireyim: Teenni ve temkin; tedbir ve tevekkül, virüsü bize bir düşman gibi değil unuttuğumuz şeyleri bize hatırlatan ulak gibi gösterebilir.

YORUM EKLE