“ZAKİ BABA” (1939-1997)

“Zaki Baba” esmasıyla maruf Mehmet Zaki Bilgi, Diyarbakır doğumlu. Anne adı Zübeyde, baba adı Mecdettin. Babası müftü, annesi ev hanımı. İlk, orta ve lise öğrenimini Diyarbakır’da yapmış, hukuk fakültesini İstanbul’da ve mastırını Fransa’da tamamlamış.

İlk haberdarlığımız Kuşadalı İbrahim Melami’nin meşhur “Sohbetler” kitabıyla oldu. Efendisine sorular soran bir derviş edâsı hâkim olmuştu bende o zaman. Efendisinin söylediklerine “ama efendim” diye yeni bahirler açan bir edâ. Şimdiki dervişanın çoktan unuttuğu bir edâ. Sadece dervişânın değil her sohbet halkasının, her berekete talip meclisin unuttuğu edâ. İlk okumalarda Kuşadalı’nın hiddetlendiğini zannettiğim bir edâydı bu. Sonrasında ise bu edânın ne tür berekete şahit olduğunu anlayacaktım.

 

Göremedim!

Dünya gözüyle görmekse nasip olmadı Zaki Baba’yı. Ama o edânın aynısını Cemali Gülçiçek’te gördüm, zevk ettim. Konuşan Zaki Babaydı Cemali’nin sözünde ve hareketinde.  

İyi derecede Fransızca ve İngilizce bilir ve konuşurmuş Zaki Baba; disiplinli, doğruluktan taviz vermeyen, adaletli, şeriatin ahkâmına riayet eden, hak hukuku gözeten, emanete sadık, ticareti güzel, iyi bir yol dostu... 

“Beni bilmen için ben olman gerekir.” diyen bir Mevlana örneği.   

Zaki BabaCelâli bir görüntüye sahipmiş Zaki Baba fakat merhametli, gariban babası, fakirlerin, yolda kalmışların, aç kalanların yardım sandığı aynı zamanda. Hasta olan, hastane masrafını ödeyemeyen O’na gelirmiş. Şayet yüklü miktarda yardım gerektirecek bir durum olursa Zaki Baba bu sefer de dostlarına baş vururmuş. Sarhoşların şarap paralarını bile verirmiş. Ne dersiniz sarhoşa muhabbet edenlerden, idamlık bir adamın ayağını öpenlerden bu edâ ne kadar farklı? Baş nasihati derdimizi iyi anlatıyor: “Kimseyi eli boş çevirmeyin.”

 

Tokada bak!

Kuşadalı  İbrahim Melami O’na “Ömer” diye hitap edermiş. Meslek-i Melâmiyye’ye intisabı celâl içre cemâl  bir tecelli neticesi:  
Bir gün namaz bitimi camiden çıkarken hiç tanımadığı yaşlı  biri ensesine sert bir tokat atar. Zaki Baba döner, “Ben de sana öyle bir tokat patlatırsam hoşuna gider mi?” der ve camiden ayrılırlar. Daha sonra O’nun bir Melâmi Mürşidi olduğunu öğrenir. Ertesi gün namazdan sonra O’nu  kapıda eli bağlı saygıyla karşılar. Bu tanışma vesilesiyle Zaki Baba’nın dervişlik hayatı başlar. 

 

Meal hafızı

İmamlık yapan arkadaşları ona, ayetlerin Türkçelerini, sûre ve ayet numaralarıyla biliyor olmasından “Meal Hafızı” derlermiş. 

Ahde vefalı, verdiği sözü zamanında yerine getiren biriymiş. Randevusunda kimseyi bir dakika bekletmez, randevusuna gecikeni de bir dakika beklemezmiş.

Komşularıyla ilişkileri çok iyi ilişkilere sahip, onlara anlayabilecekleri şekilde yaklaşan bir edâsını varmış Zaki Baba’nın.  Zaman zaman saz çalar;  bazen kendi de söylermiş. Onlara müzik ziyafeti verdiği gibi kurduğu yemek sofralarında da ağırlarmış sık sık. Hasılı komşularının da Zaki Babası. Yemesi içmesi gibi oturması ve kalkmasına da son derece dikkatli ve kibardır Zaki Baba. Sabah namazında bile bir fakirin, bir komşunun karnını doyururmuş; dükkânıysa dilenenlerin uğrak yeri. 

 

"Dilenci kadar olamadık!"

Bir keresinde; Yemek parası olmayan bir dilenci gelir yemek parası ister. Zaki Baba verir. Gariban dilenci gider ama birkaç dakika sonra geri gelir tekrar yemek parası ister. Zaki Baba daha yeni verdiğini söyler ve o parayı ne yaptığını sorar. Dilenci cevaben parayı başka bir dilenciye verdiğini söyler. Zaki Baba inanmamış bir tavırla tebessüm eder. Bu sırada  esnaftan komşusu Zaki Baba’ya yaklaşarak  “Olanları gördüm, siz parayı verdikten sonra bu dilenci köşeyi döndü. Başka bir dilenci bundan para isteyince de elindeki bütün parayı öbür dilenciye verdi” der. Zaki Baba dilenciden oldukça etkilenir ve yüklü bir yardımda bulunur. 

Zaki Baba Bu olayı yeri geldikçe anlatır ve  “O  dilenci kadar olamadık. O dilenerek aldığı parayı kendi açken başka bir açı doyurmak için verdi” dermiş. 

 

Cebimizde akrep var Zaki Baba!

O sevdiklerini infâka teşvik eder, cimrilik yapıp gevşek davrananlara şaka ve tebessümle “Cebinizde akrep mi var?” diye takılırmış. 

Kaleiçi, Bozkurt Sokaktaki küçük dükkanını sohbet yeri olarak kullanır, yurt içinden ve yurt dışından gelen pek çok turiste kendi dillerince sohbet edermiş.

Kuşadalı  İbrahim’in halifesiyle yaptıkları bir yolculukta da “Baba” lâkabı eklenir adının yanına.

Yolculukları  sırasında halife ve Zaki Baba yaşlı bir kadınla torununu arabalarına alırlar. Kadına nereye gittiğini sorduklarında “Hastayım, ermiş bir Baba’nın yanına kendimi okutmaya gidiyorum” der. Bunun üzerine Zaki Baba “Seni ben okuyayım” der. “Sen kimsin?” diyen kadına Zaki Baba cevap olarak “Ben Zaki Baba’yım” deyince yaşlı kadın da “Tamam evlat oku” der ve Zaki Baba kadına birkaç dua okur. 

O günden sonra Kuşadalı’nın halifesi hep “Zaki Baba” demeye başlar ve isim böylece yerleşir. 

 

Zaki Baba - Emin Efendi
Zaki Baba - Emin Efendi

El sallamış giderken

Zaki Baba başta Lütfü Baş adlı komşusu olmak üzere etrafındakilere “Giderken size el sallayacağım” diye lâtife yapardı. Vefat edeceği gün, Kuşadalı İbrahim, Zaki Baba’nın yanına gelir ve uzunca bir sohbet yaparlar. İbrahim Efendi’nin Zaki Baba’nın yanından ayrılırken ayakta söylediği son cümlelerine Cemali Gülçiçek’te kulak misafiri olur: “Evladım seni Allah’a emanet ettim.” Zaki Baba da eliyle işaret ederek “İhvanı sana emanet ettim” der.  
O gün  öğleye doğru Zaki Baba herkese el sallamış,  içeri girmeden önce Lütfü Baş’ı da çağırmış  “Bak sana el sallıyorum” demiş. Fakat kimse işaretini anlayamamış. 
Herkes tabutla giderken el sallayacağını düşünürken daha yaşarkenki el sallamasının yolculuk anlamına geldiğini anlayamamışlar.

 

Avukatlık yapmadı çünkü...

Zaki Baba sırf kişilik prensiplerine aykırı olmasından ötürü  avukatlık mesleğini icra etmemiş.

Eşi hakkında latife olsun diye şöyle dermiş: “Ben Allah’tan hep melek gibi bir eş istedim. Allah da bana melek gibi bir eş verdi. Ama yanlış dua etmişim, “Huri” diye istemem gerekirmiş. Melek verdi ama Cehennem Meleği verdi.” Duanın ne kadar önemli olduğunu anlatan bir edâ. 

29 Ekim 2005 akşamı Birdenbire dergisinin gecesi vardı Kuşadasında. Hep anlatılır: Kuşadası’nda Meslek-i melamiyyenin tohumlarının yeni yeni atıldığı dönemlerde bir araya gelen salikan Zaki Baba’nın bendiriyle çuşa gelir; ilahiler dökülürken fem-i muhsinden, Zaki Baba bendir-zen olarak darb-i zikr vururmuş. Her vuruş nefse inen bir darbe. Her darbe iman tahtasını genişleten bir kalp anahtarı. İşte o gece yine Kuşadası’nın güzel sesleri dostları çuşa getirirken duvarın bir kenarı ilintilenmiş Zaki Baba’nın bendiri darb-i zikirle eşlik ediyordu dostlarına. Tabi, duyana. O Kuşadalı İbrahim’in Ömer’iydi.

Ömer’i duymak, onun bendirinin sesini duymakta taşın sesini duymaya benzer. Zira duymak için kulak lazım. İşte böyle. Kuşadasına yolunuz düşerse bir uğrayıverin. Eğer vaktim yok diyorsanız Fatiha’nız şu an erişir ona altın kaplarla.  

 

Arda Şeker haber verdi, yad etti, sevaba doldu
Not: Zaki Baba’dan beni haberdar eden Cemali Gülçiçek’e sonsuz teşekkür ederim.