Başımız tarihle hiç hoş değil. Cumhuriyetle birlikte kendi ecdâdını kötüleyen bir eğitim müfredatı hazırlamış ve birçok yerde de konuşmuşuz bu yönde. Osmanlı’dan da Selçuklu’dan da tevârüs ettiğimiz hemen hemen hiçbir halimizi, yapımızı beğenmemiş, yok etmişiz. Düşüncemiz sadece seksen küsur yıllık. Kelimelerimizin de geçmişi bu kadar.
Tarihe ilgimiz sıfır!
Böyle bir ortamda tarihimizi sevmek için epeyce gayret gerekiyor. Anlık meşgaleler yüzünden gayretimizi de yitirince bize anlatılanla iktifa ediyor ve “yaa, demek öyleymiş” demekten başka bir söz edemiyoruz tarihimiz hususunda.
Düşüncemizde tarihin çok küçük bir yer kaplaması, ecdâdımızdan yâdigâr taşınmaz eserlerin köhnemesini, amacı dışında kullanılmasını ve ne yazık ki yıkımını intâc ediyor. Zirâ halk için çok da önemli olmayan şeyler üzerinde tasarrufun daha kolay olacağı hepimizce malumdur.
Belediye ne yapmak istiyor!
Hâsılı şuraya gelmek istiyorum. Geçen günlerde çıkan bir habere göre İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Fatih Belediyesi el ele vermiş, baş başa bir karara varmışlar. Bunun sonucunda tarihî yarımadada insanları çok da ilgilendirmeyen birçok kültür mirasının yerine, daha hoşa gidebilecek, daha fazla para getirecek bir proje hazırlanmış. Bu projeye göre sırtımızda kambur yapan (!) 99 cami, 57 tekke ve medrese, 55 tane çeşmeden ve hamamdan çok şükür (!) kurtulacakmışız. Yerine daha çok sevdiğimiz, güdük betonarme yapılar, oteller dikilecekmiş.
Yapılan tadilatlar halbuki epey umutlandırmış, ecdâd eserlerinin yeniden ihya edildiğini düşünmeye başlamıştık. Yukardaki paragraflarda ilgisiz olduğumuzdan yakındım. Bu eserler bizlerin kendi öz malı. Ecdâdımızın mirası. Onlar cennetin vârisi olduğunun farkında olan insanlarmış ve bunu şiirlerinde de dile getirenler olmuş.
Hep beraber teyakkuza!
Böyle dedelerin torunu olan bizler, cennetten geçtim, beraber yaşadığımız bu güzellerimizi niye bu kadar göz ardı ediyoruz. Gözlerimiz önünde ilgisizlikten harâb olan birçok tarih mirasımız var. Hepimize bu tarihî eserlerden en azından bir sütûnun muhafızlığı düşüyor. Bu şekilde bir düşüncede olmadıkça belediyelerin farklı düşüncede olmalarını tabi ki bekleyemeyiz.
Fakat bu, korkunç projeyi hayata geçiren iki belediyeyi de masum kılmaz. Onları mesûliyetten kurtarmaz. Zira belediyeler ve hükümetler bizim vekilimizse tarihî ve kültürel neyimiz varsa muhafazasıyla en çok onlar mesuldür. Kendi nüfusu itibarıyla zaten içinde yaşayanlara dar gelen şehre dünyanın her tarafından plansız ve kontrolsüz bir şekilde turist kabul etmekle olmuyor tabi ki bu muhafaza. Kültürümüzü turistlere peşkeş çekerek de olmuyor. Sultanahmet ve Divanyolu boyunca ve daha başka yerlerde velînimetlerimiz (!) için her şeyi düşünüp, bu toprağın insanı ve kültürünü hiçe sayarak da olmuyor tabi ki.
Zalimlerden olma belediye!
Ortada bir kıyım söz konusu. Ve bu kıyım capcanlı bir tarihin boynunu vurmak, lanetler savurduğumuz insan kıyımı yapanlara benzemek. Terörist İsrail ve Amerika’dan farkımızın kalmaması. Çünkü tarih kıyımı insanların ayakları altından bastıkları zemini çekmek demektir. Yaslandığı duvarı yıkmak, altına sığındığı kubbesini, çatısını kaldırmaktır. Tivitırda tarihi eser ihyasıyla haklı olarak iftihar eden bir cumhurbaşkanının, belediyelerine yakışmadı bu proje. Ve tabiri caizse yüreğimizi ağzımıza getirdi.
Belediyeyi bu plandan vazgeçireceğine inandığımız küçük-büyük elimizden ne geliyorsa yapmalıyız. Tivitırda “Çankırı, tarihi ve geleneği olan bir ilimiz. Osmanlı döneminden kalma ahşap konaklar ve evlerin olduğu mahallelerin restore edilerek şehre kazandırılmasından memnun oldum.” diyen Sayın Cumhurbaşkanımız’ın da bu projeden memnun olmamasını ve projeye el koymasını ümîd ediyoruz.
Ahmed Sadreddin endişe ile haber verdi