Mevlâna Hazretleri’nin Mesnevisi’nde anlatılan fil hikâyesini hemen hemen hepimiz biliriz. Karanlık odaya konmuş fili, onu görmeden, sadece dokunarak tarif eden dört adamı anlatır. Sonuçta dört tarif çıkar. Çünkü hepsi filin neresini tutmuşsa, tarifi ona göre verir. Bu hikâyenin derin mânâsını işin üstadları bizlere anlatagelmişlerdir. “Yunus Emre kimdir?” sorusu da tıpkı bu hikâyeye benzemektedir.
Herkes kendine göre bir Yûnus tarif eder. Kimisi hümanist der, kimisi ozan, kimisi âşık, kimisi şâir, mutasavvıf… Uzar gider unvanları. Yûnus Emre hem söylenen her şeydir hem söylenen hiçbir şeydir. O, yaklaşık 800 yıl öncesinden düne, bugüne, yarına Türk’ün Kızılelma’sını seslenen ulû kişidir. Halk deyimiyle ermişlerin pîrîdir. Türkçe’nin Cibril’idir. O, Anadolu Türklüğünü yıkılmak üzereyken ayağa kaldıran, yeniden diriltip kuran, Mevlâna, Ahmet Yesevî takipçileri, Hacı Bektaş Veliler’in yoldaşıdır. Serhat akıncıları ile birlikte dünyayı yoğuran Alperen başıdır.
Moğol işgalindeki Anadolu topraklarında huzur ve emniyetin kalmadığı bir devirde dünyaya teşrif etmiştir. O, kul sıkışmayınca Hızır yetişmez denmesi üzerine, katliamlar, kıtlık, yağmalar altında ezilen halkın “Yetiş Ya Muhammed” sesini duyan Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği, vazifelendirdiği, Peygamber Efendimiz’den bir nefestir. Tapduk’un kapısında kul olup halka mânâsını saçar. Bunu yapma nedeni nedir? Çünkü O, hurma ağacının altında peygamber efendimize bîatını sunan sahâbelerinin yansımasıdır. Böylece halka sevgiyi aşılarken millî bir üslûp vermeyi de başarmıştır. O ab-ı hayat suyundan içmiş ölümsüzdür. Ulû kişilerin ölmeyeceğini de Koca Yunus bize, “Âşıklar ölmez, ölenler hayvan imiş” diye fısıldamıştır.
Türk İslâm medeniyetinin kurulmasında, halkın irşad ve yeniden dirilişinde büyük vazifesini mutlak bir zaferle başarmıştır. O, sadece kendi devrinin değil ezel devrinin büyüklerindendir. Her dem yeniden doğan Yunuslar, varolagelmiştir. Onun takipçileri eksilmemiş, yolunda gidenler var olmaya devam etmiştir. Kendi de zaten buna işaret etmiştir.
Her dem yeni doğarız
Bizden kim usanası
Bugün medeniyetimizden Yunus Emre’nin aksiyoner düşünce sistemini çıkardığımızda, geriye kuru bir kültür numunesi kalır. Çünkü onun ilim anlayışı, klasik kalıplaşmış bir anlayış değildir. İlmi, günlük ve medrese görmemiş, şifâi bilgiyle donatılmış halka göre yeniden kalıba dökmüştür. O felsefesini kuru inançla değil insan inşâsı üzerine çizip uygulamıştır. Ete kemiğe büründürüp göstermiştir. Vahdet-i Vücud nazarı, en mükemmel ve açık ifadesini Yunus’ta bulmuştur. Onu dar bir kalıba sokmak, onu İslâm’dan ve Sünnilik’ten koparıp üstüne dar gelen elbiseler giydirmeye çalışmak, Türk’ün bindiği dalı kesmesi demektir. Bu durum için Sezai Karakoç: “Bülbülü eti için kesmektir.” diye söyler. O dilimizi, irfanımızı kanatlandıran mânâ erlerinden, Sâmiha Ayverdi’nin deyimiyle “Ezel anasının ölmemek üzere doğurduğu kişilerdendir.”
Her Horasan ereni gibi Yûnus Emre’de fütüvvet ehlidir. Onun için görevinin ister dergâha eğri odun yani eğri insan getirmemek ister akıncılar için adam toplamak olduğu söylensin. Sonuçta Anadolu’nun içinde bulunduğu işgâl döneminde, halkı uyanık tutup zalim ve zorba yöneticilerle, Moğollarla, Salib ehliyle mücâdele içindedir. Bu yüzden de onu kılıç ehli görmekte yanlış bir taraf yoktur. Çünkü o, Alperenler ve Mehmetçiklerin de yolunu aydınlatan mânâ erlerindendir. Onlar, küffar üstüne giderken Yûnus’un ilâhileriyle ruhlarını yıkarlar. Kılıç ve kalem kartalın iki kanadıdır.
İşte bu mücâdeleye kılıç ve sözle kalemin beraber eşlik etmesi gerekir ki bir millet, bir medeniyet, bir devlet “ebedmüddet” olabilsin.
Sevelim sevilelim diyen Koca Yûnus’u, Hacı Bayram Veli, Eşrefoğlu Rumî, Ümmi Sinan, Niyazî Mısrîler, Aziz Mahmud Hüdailer, Osman Kemâlîler takip etmiş, yazmış, bize anlatmışlardır. Her asır onu takip edenler, “yolu yolumuzdur” diyenler çıkmıştır, çıkacaktır. Bu sebepledir ki hakkında yazılmaya konuşulmaya, çocuklara isim olmaya, yolumuzu aydınlatıp Türk irfanını aşılayıp durmaya devam etmektedir. Onun yolunda giden, onu okuyup bilen münevverler her fırsatta bize onu aktarmışlardır. Herkes kendi Yunus’unu bize anlatmayı vazîfe bilmiştir. Peki yüzyılımızın âbide şahsiyetleri acaba onun hakkında neler yazmıştır?
Mustafa Tatcı Hoca’nın bir röportajında dediği gibi her kesimin, her siyasi görüşün Yunus’u farklı. Milliyetçi muhafazakâr kesimin Yûnus’un sanatı, Türkçesi, millî duruşuna bakışı nasıldır? İşte milliyetçi muhafazakâr kesimin mümtaz şahsiyetlerin görüşlerinden birkaç numune.
Yunus Emre’nin sanatı
Abdülbaki Gölpınarlı
“Özlü ve bilgiyle genişleyen kuvvetli bir görüş ve anlayış kabiliyeti, bu kabiliyetin verdiği tedai kudreti, tasavvufla gelişen müsamahalı, insani ve ileri bir dünya görüşü, nihayet sanatını halkın hizmetine ve faydasına verdiği için halk ifadesini benimseyiş ve en güç şeyleri bile rahatça ve halk diliyle anlatış... İşte Yunus'un sanatındaki sır. Ve işte onu ebedileştiren kudretin sırrı.”
Ölüm ve hayat düşüncesinde, dünya ve ahiret görüşünde, zamanını yerişinde, aşk ve gurbet duyuşunda, şeriat ve hakikat anlatışında, hülasa görgüde, duyguda ve ifadede hangi divan şairi, bu kadar ölümün, hayatın, inancının ve halkın olabilmiştir? Hiç divan şairi, sevgilinin yüzünün arılığını bulgura, nohuta benzetir mi, bulgurdaki, nohuttaki temizliği görebilir mi? Sözlerinin güzelliğini anlatırken sanki balı yağa katmadayım, der mi, buna imkan var mıdır?”
Fuad Köprülü
“En basit bir dil ile bütün o tasavvuf esaslarını öyle sanatkârca bir surette ifâdeye muvaffak olmuş ve eserlerini halk arasında o kadar kuvvetle yaşatmıştır ki yalnız edebiyatımızda değil, Acem edebiyatında da bunun benzeri görülmemiştir.”
“Hoca Ahmet Yesevî’den başlayarak Şeyyad Hamza gibi halk mutasavvıflarıyla devam eden hece vezni ile yazılmış tasavvuf şiirleri Acem aruzunun ve Sultan Veled’in bu nüfuz ve tesirine rağmen, kuvvetle yaşayarak nihâyet Yûnus Emre’de en büyük temsilcisini bulabildi.”
Nihat Sami Banarlı
“Yunus Emre, halk diliyle tasavvuf edebiyatının en üstün şâiridir.
Halk tasavvuf şiiri, Türkistan, Horasan ve Anadolu’da yüzyılı aşan bir işleniş çağından sonra en üstün seviyesine Yunus’un ve Yunus Emre mektebinin şiirleriyle varmıştır.”
“Yûnus Emre Anadolu’daki Türk düşünüş edebiyatının ilk büyük şairi, Onun zamanımızdan 700 yıl öncesi için inanılmayacak kadar güzel bir Türkçe ile söylediği tasavvuf düşünüşü milletinin vicdan ve îman târihine çok uygun bir duyuş, düşünüş ve heyecan sistemi idi.”
Müjgan Cunbur
“O eserleriyle, etkileriyle edebiyatımızda günümüze kadar süren bir “Yunus geleneği”nin doğup yüzyıllar boyu gelişmesine yol açmıştır. O yalnız halk şairlerini ve mutasavvıf halk şairleri değil, Fuzulî gibi büyük divan şairlerini de etkilemiştir.”
Arif Nihat Asya
“O’nun sanatı, ancak, şiirin ermişliğiyle izah edilebilir ve halk tarafından konan bu teşhis, şairliğiyle birlikte şahsiyetinin öteki cephelerini de kavrar, içine alır.”
Ahmet Kabaklı
“Yunus eydür: “Aşk gelince cümle eksikler biter.” Sevemeyen insandan sanatçı olur mu hiç? Dünyanın oluşu sevgiden gelir; hayatın sanatı aslı da sevgi olmalı.”
Yunus Emre’nin ilk beytinde dâva diye küçümsediği şey, bilgiçlik, ham sofuluk günlük ve işporta malı düşünceler ile taraf tutma gibi ham ruhlu irfansızlara yakışan davranışlardır. Gerçekte büyük sanatçılar, taraf tutmaz belki taraf kurarlar.
Samiha Ayverdi
“Öyle ki sesi ve tesiri yalnız kendi çevresinde kalmış olan ve dervişlik şuuru hiç de Yûnus’dan dûn olmayan herhangi bir velî kişinin bıraktığı iz, zamanla yıpranıp kaybolurken Yûnus aynı yürek yanığını sanat kanatlarına teslim ettiği içindir ki asırların üstünden aşmasını bilmiştir. İşte bugün de yarın da kütlelerin kulak kabartacağı o sembolik ve romantik sesler büyük dervişin bu gök kubbe altında ebediyen duyulacak olan ayak sesleridir.”
“İşte Yunus, bu kültür alışverişinde, Türk sesine ve estetiğine en uygun ölçüyü bulmuş olan büyük sanatkâr ve kemal durağına vasıl olmuş iddiasız insandır.”
Sezai Karakoç
“Bütünüyle Yunus Emre'nin şiirleri bir insani İslâmi telkin tesirine alır. Ve baştan sona bir bütünlük içindedir. Bu şiirler, tüm olarak İslâmın duyuş, düşünce ve inanç âlemini çizer.”
“Bu şiir rölyefleriyle insanda, bir ölüm ilerisi ve fizikötesi duygusunu uyandırır. Ve ALLAH sevgisini yerleştirir. Her şeyin üstünde ve her şeyden önce Allah sevgisi.”
Bizim Yûnus’un Türkçesi
Yine Mustafa Tatcı Hoca’dan duyduğumuz “Türkçe’nin Cibrili” mânâsı ne anlama gelir dedikten sonra, mümtaz şahıslara kulak kabartıyoruz.
Abdülbaki Gölpınarlı
“Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir: Yunus, hiçbir vakit, halk şairi değildir. Hatta onun dilini, katıksız bir Türkçe sananlar aldanırlar. Bir yandan Selçuk devrinin Farsçayı resmi dil kabul edişi yüzünden bozması kıbala, tiib-hane bozması tavhana, danişmend bozması danışman gibi halk diline, Türkçeleşerek girmesi, bir yandan yine Türkçeleşen dini sözler, zaten dilde yerleşmişti.
Ondan önce de onun zamanında da şüphesiz bir halk edebiyatı vardı, fakat batı Oğuz lehçesiyle kurulmuş, bünyeleşmiş, üstadlarını yetiştirmiş bir divan edebiyatı henüz yoktu.
Fakat Yunus'ta üstün unsur, halk unsurlarıydı ve onun daha fazla kullandığı vezin, hece vezniydi.
Nihat Sami Banarlı
“Onun Türkçesi ve Türkçe söyleyişi, büyük halkımızın Yûnus hakkındaki inanışa vesîle olmuş ve halkımız: ‘Bu şiirleri söyleyen Yûnus değildir, onu Allah söyletiyor’ ifadesine varmıştır.”
Yunus her şeyi kolay söyler.
Yine XIII. asırda Anadolu’da sessiz ve sedâsız bir dil inkılâbı yapılmıştır. Bu büyük bir inkılâptır.
Çünkü bu inkılâp, içinde başka dillerden alınmış kelimeler bulunan herhangi bir Türkçeden, daha sâde, daha millî bir Türkçeye doğru bir inkılâp değildir. Bu inkılâp, doğrudan doğruya Arap, İran dilleri yerine Türk dilini getirmek, şu demek ki: Yeni vatanda Türkçeyi kurmak ve ebedileştirmek yolunda bir adımdır.
Ancak Yunus’un kullandığı dil öz Türkçe değil, Türk halk dilinde yaşayan tabii Türkçe’dir. Bu Türkçe o kadar güzel ahenkli ve tabiidir ki onda hangi kelimeler öz, Türkçe hangileri, Türkçeleşmiş sözlerdir ayırt edilemez.”
Yunus Emre, yeni vatan coğrafyasının topraktan yükselen bütün güzel seslerini Türk halk diliyle birleştirmiş, Anadolu Türkçesi’ne o çağlara kadar hiçbir Türkçe’de görülmemiş bir mûsiki işlemiştir.
Yunus Emre’nin saf ve samimi bir Türkçe ile; Türk vezin şekil ve kafiyelerle söylediği ilâhiler, o asırların Arabî ve Fârisî karanlığında böylesine parıldıyan birer “Türkçe ışık”tır.”
Fuad Köprülü
“Bu mutasavvıf halk şairi hakikatte edebiyatımızın en tetkike değer bir simâsıdır.
Âzeri lehçesiyle büyük bir yakınlık ve benzerliği olduğu birdenbire göze çarpan bu eski Anadolu Türkçesi eski Oğuzca’nın daha sonraki ve gelişmiş bir şeklinden başka bir şey değildir.”
Ahmet Kabaklı
“Aşağıda işaret ettiğim gibi dilimizin güzelliği, derin kültürümüz ahlâkımız, tasavvufta vardığımız yücelik, İslâmla beliren asaletimiz. Bütün bunlar Fuzuli’de ve Yunus, şeyh Galip, Bâki, Nâ’ili, Nef’i, Nedim gibi benzerlerinde yatıyor. Onlara dönmek, vatana, millete aslımıza dönmek gibi bir şeydir.”
Samiha Ayverdi
“Yûnus gibi düşünmek, duymak, yaşamak, Türk milletinin beka, devam ve selâmeti için ne mertebe lâzımsa, Yûnus’un dilini, sanatını tanımak da gene Türkçenin beka, devam ve selameti adına aynı ölçüde lüzumludur.
Yunus, tasavvuf rûhuna kalıplardan çıkarıp amel hâline getiren ve hâyatın içine solüsyon hâlinde karıştıran adam olduğu gibi kelimelerden bir Süleymâniye kurmuş büyük dil mimarıdır.”
Yunus Emre, millî zevki, millî şuuru ile bir Horasan erenidir. Ahmet Yesevî ocağında pişen dervişlerin yeşerttiği Anadolu’yu, onların ayak izlerini takip ederek Türklüğü, bu topraklara ekip, şekillendiren, Hacı Bektaşlar’ın , Taptuk Emrelerin, Saltuk Emrelerin devamıdır. Devamı değil onlardan aldığı mânâ tohumlarını toprağa ekip, filizlendiren ve kendi felsefesiyle aşılamayı başarmış ermiş kişidir. Yine o mümtaz kişilerin seslerine kulak verelim ve Bizim Yunus’un milli duruşunu okuyalım.
Sezai Karakoç
“Yunus, çağının şartları gereği, Anadolu-İslâm hareketini, dünya karşısına çıkarma ödeviyle yüklenmiştir.
Asya kökenli Müslüman Türklerin bir şairi olduğunun tam şuurunda olarak, hiçbir dar ekolün adamı değildir.”
Nihat Sami Banarlı
“Yûnus, bu engin insanlık sevgisine aynı zamanda millî bir üslûp vermişti. Ancak Türk’ün sevmesi diyebileceğim, duygu ve düşüncesinde millî ifâde dalgalanan bir ürperişle seviyordu. Derin felsefesini en güzel bir Türkçeyle ve millî şekillerle terennüm etmesi bundandı. O bütün Türkiye Türklüğü’nün kuruluş ve yüceliş asırlarındaki harikulade sağlam güzelliğini seviyordu.”
Fuad Köprülü
“İşte Yunus Emre, bu yabancı felsefî unsuru Türk zevkinin hususi dehâsına göre millî unsurla birleştirdi ve zevk bakımından Acem tasavvufî eserlerinden tamamıyla ayrı bir mâhiyette, halkın zevkine uygun bir Türk tasavvuf edebiyatı vücuda geldi.”
Ahmet Kabaklı
“Nefsini arsa yapıp onun üzerine Allah sevgisi, vatan sevgisi binalarını ihtişamlarla inşa eden, kanatlarını geniş ufuklara açtığı için geniş manzarada kimseyi bıktırıp usandırmayan “insan-ı kâmildir.” Alperendir. Yunus Emre, şu iki mısraında hem kendini hem de kendisine “keramet” izafe edilen ve milletin, her şeyini benimseyip överek yorumladığı “alperen”liği anlatmaktadır.
“Her dem yeni doğarız
Bizden kim usanası”
Samiha Ayverdi
“Zamânını zamanımıza getiren Yûnus, o Yûnus’tur ki bir yandan Türk dilinin sırlarına tasarruf eden inşacı sanatı ile geniş halk tabakalarına hükmetmiş, bir yandan da millî zevki ve hür düşünceyi temsil eden tefekkürünü seferber ederek, cemiyetin aç ve muzdarip dudaklarını îman çeşnisinin haz ve lezzetiyle beslemesini bilmiştir.”
Mümtaz Turhan
“Dinî tasavvuf saikiyle de olsa Yunus Emre’nin mürşidi, muasırları, talebe ve muakkibleri ile şiirlerinde ve sözlerinde insanları, insanda ebedi ve ulvî olan şeyleri yaşayabilecek şekilde yetişmeye teşvik ediyorlardı. Onların hiçbir fark gözetmeden insanların hemcinslerini sevmeleri, onlara karşı müsamaha göstermeleri lâzım geldiğine dair telkinleri Anadolu’yu baştanbaşa sarıyor, ulvî bir atmosfer meydana getiriyordu.”
Nurettin Topçu
“Bayezıd-i Bestamî’den ve Hallac-ı Mansur’dan Niyazî Mısrî’den ve Nesimi’den, Muhyiddin-î Arabî ile Sadreddin Konevî ve Mevlana Celaleddin Rumî’den sonra en mükemmel ve açık ifadesini Yunus’ta bulan vahdet-i vücud mesleği inkâr değil, itmamdır. Hazreti Mevlâna’nın dediği gibi şaşılıktan kurtulmaktır.”
En son Arif Nihat Asya’ya kulak verelim:
“Rüzgâr maziden estikçe, yedi asır öteden, bize selâmın geliyor.
“Biz dünyadan gider olduk, kalanlara selâm olsun!
Bizim için hayır kılanlara selâm olsun!” diyorsun.
Aleyküm selâm Yunus! Senin için hayır duamıza karşılık bir selâmın yeter bize… Hayır duamıza ihtiyacın olmasa da…”
Elçin Ödemiş
Kaynakça:
Nihat Sami Banarlı, Tarih ve Tasavvuf Sohbetleri, Kubbealtı Neşriyat
Nihat Sami Banarlı Türkçenin Sırları Kubbealtı Neşriyat
Sâmiha Ayverdi Abide Şahsiyetler Kubbealtı Neşriyat
Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yayınları
Abdülbaki Gölpınarlı, Yunus Emre Türkiye İş Bankası
Abdülbaki Gölpınarlı, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, İnkılap Kitabevi
Sezai Karakoç, Yunus Emre, Diriliş YAYINLARI
Ahmet Kabaklı, Alperen, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
Ahmet Kabaklı, Sanat ve Edebiyatımız, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
Ahmet Kabaklı, Yunus Emre, Türk Edebiyatı Vakfı Yayınları
Müjgan Cunbur, Yunus Emreye Göre Ahlâk Değerleri, TÜRKKAD
Yunus Emre Özel Sayısı, Türk Yurdu 1966