Tefsir dersine giderken yürüdüğüm yollarda gördüğüm herkesi durdurmak ve “ne olur benimle gelin, bakın şimdi tefsir dersi başlayacak, bütün işlerinizi bırakın, birlikte gidelim” demek geliyor. Her seferinde oraya buraya koşturan insanları gördükçe “ah! Bir gelseniz şu derse, bir daha gelmemelik edemezsiniz, bırakamazsınız. Yüreğiniz öyle genişleyecek, kalbiniz öyle ferahlayacak ki bilemezsiniz. Şimdiye kadar niye gelmedim ki diyeceksiniz” demek istiyorum.

Geçen haftalarda tam kapının önünde farklı çehreler görüp “onlar da herhalde derse geliyorlar” diye coşagelmiştim ki yandaki lokantaya girdiklerini görmemle beraber bütün sevincim hüsrana dönüştü. Öylece arkalarından bakakaldım.kitap kütüphane

Yanında kitap varsa kim tutar seni kardeş!

İnsan lezzet aldığı, istifade ettiği bir şeyden başkalarının da nasiplenmesini istiyor. Bu bazen bir ders, bazen takip ettiği bir dergi, bazen de okuyup elinden bırakamadığı kitaplar olabiliyor pek tabi. Kitap okurken içerimizde kıpraşan cümleleri, yeşeren taptaze fikir filizlerini çevremizdekilerin de duymasını isteriz. Niçin? Çünkü kendimizde zuhur eden olumlu hissiyatın, neşenin yani kısaca kitabın bize kendimizi iyi hissettirmesinden yola çıkarak diğer insanlara da böyle hissettireceğini düşünür ya da en azından bu umudu taşırız.

“Evden çıkarken çantasından kitabı eksik etmeyenler cemaati”nin bir mensubu olarak sanki yanımda kitap olmadan dışarı çıkarsam bir noksanlık, bir boşluk hissediyorum kendimde. Kitabım yanımdayken sanki daha güçlü, daha neşeli, daha bir aktif oluyorum. Adımlarımı daha bir sağlam ve daha bir güvenle atıyorum. Yürürken hemen kitaptan bir cümle geliyor konuyor aklımın kenarına, tebessüm ediyorum, “ne şahane bir cümle bu, iyi ki okumuşum, ne güzel bir kitap” diye diye coşuyorum. Güneşe gülümseyip ağaçlara göz kırpıyorum ve heyecanlanıyorum elimde olmadan.

Çarşamba tefsir günü…

Mesela tefsir dersinin başlamasını beklerken okuduğum Yusuf Özkan Özburun’un Teselliler Kitabı… Teselliye ihtiyacı olan herkes okumalı ki hepimizin şüphesiz zaman zaman ihtiyacı oluyor. “Gene mi kitap okuyor bu hatun? Bu sefer ne okuyorsun? Adı ne kitabın? Yazarı kim, nasıl? Güzel mi?” Soruları arka arkaya gelir ve okunmasını mı istiyordun bu kitabın, işte sana bir fırsat sundu Rabbin. “Çok güzel, ben çok istifade ettim, hakikaten teselli edici, bir başla bak, bırakamazsın elinden” diye aşk ile kurulan cümleler.

Sabahın erken saatlerinde sağlık ocağı…

Mesela sağlık ocağında sıranın gelmesini beklerken, nispeten daha soğuk ve yabancı yüzler. Çok fazla tanıdık yok. Usulca çantadan kitap çıkarılır ve arada dalıp nerede olduğunu unutmamak için sıra numarasına göz atılır. Ve o gün tesadüf elimde Metin Karabaşoğlu’nun Sizin Yıldızınız Kim? kitabı var. Göz ucu ile size bakıldığını ve inceden gözetlendiğinizi seziyorsunuz. İçinizde bayram harçlığını cebe indiren bir çocuk kalbinin tıp tıpları. Bir kişi bile faydalansa senin okuduğun kitaptan, bir yazarın ismine vakıf olsa, bu muhteşem kitaplardan birinin adı kalsa hafızasının bir köşesinde daha ne isteriz.

kitap kütüphaneVe evet, meraklı gözler en sonunda dayanamayıp “kitabınızın adını öğrenebilir miyim?” suali ile karşınızda. Sus ey kalbim, azıcık yavaş çarp da çaktırmayalım.

Yolculuk da onsuz olmaz…

Mesela sefer sırasında. Zaten okurken insanı ister istemez coşturan kitap. Erdal Çakır’ın ’su. Kitabı okurken dışarıdan nasıl görünüyorduysam artık, yanımdaki abla “kitabın kapağına bakabilir miyim?” diye izin istemişti. Yazarın ve kitabın adını aldıktan sonra da teşekkürlerini sunmuştu tebessümle, nasip işte. Yaşasın! “Bu kitabı ne kadar çok kişi okursa o denli Rabbi’ne yakınlaşan kul sayısı artar” diye düşündüğümden nasıl da sevinmiştim. İçimde oluşan sevinç dalgaları çarparken kalbimin kıyısına şap şap… Şükürler olsun Rabbim bana bu fırsatı bahşettiğin için duası dökülür içimden.

Arkadaşlarla otobüsteyiz. Biraz kalabalık. Ben oturuyorum, bir kısmımız ayakta. Yine malum, yol epey süreceğinden kitabımı çıkardım ve inene kadar okudum şükür. Arka tarafımda ayakta duran bir beyefendi de ben sayfaları çevirdikçe okumuş benimle beraber. İnince arkadaşlardan öğreniyorum tabi “adam bir güzel okudu senin kitabı” diye. ”İyi ya, ayakta boş durmamış da kitap okumuş adamcağız, tebrik etmek lazım” diye cevaplıyorum.

İşimiz gücümüz kitap imiş meğer

Ve Arapça kursunda bir abla ile konuşuyoruz. O sıralar okuduğum Kemal Özer’in Müslüman’ın Diyeti kitabını anlatıyorum kitaptaki konulara olan ilgisini bildiğimden. Gençten bir arkadaş da bizi dinliyormuş meğer, “Kebire abla gene mi kitap anlatıyorsun, sen kitaplarla kafayı bozmuşsun, işin gücün kitap” dedi. Hay Allah, ben de hiç kimseye okuduğum kitaplardan bahsedemiyorum diye hayıflanıp duruyordum. İyi bari, madem öyle hadi benden eyvallah, bugünlük bu kadar yetsin gayri.

 

F.Kebire Gündüz Karaaslan bozuk kafa ile yazmaya çalıştı