Şiirle ilgili konuşulurken zannederim şöyle dendiğine şahit olmuşsunuzdur: Bir mısra en doğru/dan şekilde kendisiyle anlatılır. Diğer bütün anlatımlar, onun etrafında dolanıp dururlar. Belki de bu tespit en çok müzik için geçerlidir. İcra edilen bir musiki eserine, ancak dinleyerek yaklaşıp onunla bütünleşme imkânına kavuşuruz.

Ama gene de tıpkı müzik gibi akışkan olan ruhla dinlendiğinden, her seferinde farklı şekillerde etkiler bizi bu sanat. Bu yüzden olsa gerek; som ve hakiki büyük şiirler müziğe benzetilir bazılarınca. Kimbilir, belki şiir de başka türlü söylenen bir müziktir.

Benim ruh dünyamda ikisi de birer büyük okyanustur. Bugün ruha daha komplike bir şekilde sızıp onu kendisi gibi dalgalandıran ve bilinmezliklere yelken açtıran musiki deryasından bahsedeceğim. Daha doğrusu bu okyanusun üç önemli isminden bahsedeceğim.

Hurma ağacının altına kurul ve Ümmü Gülsüm'ü dinle!Ümmü Gülsüm, Nusret Fatih, Alim Kasimov

İlki Mısır’dan başlatıyor büyük hengameyi. Bir kadın. Daha lisedeyken tanışmıştım sesiyle. Dinlediğim diğer bütün kadın seslerinden daha az dişil. Ama hepsinden daha kuşatıcı. Yıllar geçtikçe sesi ve şarkıları ve kasideleriyle büyüdü içimdeki arabî aşk. Çöllerin, mertliğin, dağılışların, kaybedişlerin, yeniden ayağa kalkışların, terkedilişlerin, unutuluşların ve daha nelerin nelerin notalara dökülüşlerini dinledim ondan.

Sahneye çıkıyor ve sanki iki Arap şehri arasında deve sırtında yolculuk yapıyormuş gibi söylüyor. Fırtına çıksa da söylemeye devam ediyor. Kulağına kum kaçmış bedeviler, onu tanımayıp birlikte yolculuk yaptığı kervanı talan etmeye kalkıştıklarında da onun sesi kesilmiyor. Birer vaha olan sevgilinin gözlerinde onun sesi berrak ve temiz sular gibi oluyor. İşte seni buraya kadar getirdim. Şimdi sessizce kurul şu hurma ağacının altına ve kalbinin en yorgun ve telaşsız ve aşka meftun haliyle Ümmü Gülsüm’ü dinle!

Ümmü Gülsüm - Ente Omri

Ümmü Gülsüm, Nusret Fatih, Alim KasimovAli Ali Ali diyerek ölümsüzlüğe kapı açan ses!

İlahiyattayken ve İsmail Kılıçarslan’ın Kadıköy’de bir sahaf dükkânı varken, dünyam daha karanlıkken, uykularım düzensizken, çok uzaklara giden bir gemi beklerken hep kıyılarda… Kaset vardı bir teypte. Dönüyordu. O ses ne çok güzel şeyi tazelendirip yeniden başlatıyordu, var kılıyordu. Rahman’ın melekleri eşlik ediyor olmalıydı o sese. Nusret Fatih Ali Han’dı. Pakistanlıydı. Çok sadeydi her şeyiyle. Ama sesi cennettendi. Cennetin varlığına delildi. Her yer ‘la feta illa Ali’ diye çınlıyordu. Ehl-i beyt sevgisi miydi bunca diri kılan o sesi? Durmaksızın yeni kapılar açan kapıların ardına; fakra, teslimiyete, telaşsızlığa, devrana, seyrana, Kerbela’ya, Nuru’l-Hüda’ya…

Nusret Fatih Ali Khan - Ya Mustafa Noor-Ul-Khuda

Mugamların Azeri icracısı hâlâ yaşıyor!Ümmü Gülsüm, Nusret Fatih, Alim Kasimov

Son bir kaç yıldır Azerbaycan’dan bir ses, keskin bir bıçak olan söyleyişiyle yaralayıp duruyor ruhumu. En safi aşk acısını yaşatıyor her seferinde. Nesimi’den, Fuzuli’den, şuaradan vücud ikliminin en yakıcı nağmelerini terennüm ediyor. Alim Kasimov. Müziğini dinleyenin şah damarından yakalıyor ve sanıyorum yeniden diriliş gününe kadar bırakmayacak. Orada melekler içindeki ayrılık acısını vuslat pınarında yıkadıklarında; dinecektir onun da derin ve büyük bir ağıdın bölümleri sayılan mugamları.

Alim Kasimov - Kor Erebin Mahnisi

 

Mustafa Nezihi, 'sen benim ömrümsün' eşliğinde değindi