Geçtiğimiz  haftalarda (tam olarak 21 Aralık 2011 Çarşamba günü) unutulmaz bir gün yaşadım şu ana kadarki kısacık ömrümde. İsmini mıh gibi zihnimize kazıdığımız Rasim Özdenören’in evindeydim.

Yürüyüş Dergisi (S.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğrenci Dergisi, [email protected]) için kendilerinden söyleşi isteğinde bulunduk. Yoğun programı içinde bize de yer vermesi apayrı bir mutluluktu bizim için. Sorularımız hazırdı. Hızlı Tren biletimizi de alıp koyulduk yollara. Hani öyle insanlar olur da kendisi ile tanışma fırsatı olmasa da ona muhabbet duyarız ta derinden. İşte biz de Rasim Özdenören’e öyle muhabbet duyduk ta derinlerden. Kendisi ile tanışma fırsatım olacağı müstesna bir buluşma olacaktı benim için. Heyecan had safhada olsa da gerçekleşecekti bu buluşma. Çünkü etmiştim Yaradan’a böyle bir dua.

Bir büyüğü ziyaret

Röportaj, muhabbet duyduğum Rasim Özdenören’in evinde gerçekleşecekti. Yıllardır yazılarıyla haşır neşir olduğum ve düşünce dünyamı derinden etkileyen, yazılarında tanıyıp hayranlığımı gizleyemediğim ve ‘bir Müslüman işte böyle düşünmeli’ dediğim nev’i şahsına münhasır bir kişiliğe sahip olan Rasim Özdenören’in bizi evine davet etmesi, kitaplarıyla kurduğumuz sıcak muhabbetin kendisi ile de kurulacağına işaretti. Belirtilen saatte evin kapı ziline bastık heyecanla. Bizi (üç kişiydik) karşılarkenki ilk izlenimim mütevazı kişiliğiydi. Vakit geçirmeden söyleşiye başladık. “Sen sor ben cevaplayayım.” dedi. Sordum, sordukça dilinden kelimeler tane tane dökülmeye başladı.

Oldukça uzun olan söyleşi, günümüz Müslümanının genel problemi üzerine yoğunlaşmış ‘Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler’‘Müslümanca Yaşamak’ ve ‘Yeniden İnanmak’ isimli kitaplarından hareketle şekillenen bir söyleşi olmakla beraber, Özdenören’in yazı çalışmaları ve şiire yaklaşımından da bahsedilip, dergi çıkardığı günlere bir yolculukla devam eden ve Sezai Karakoç başta olmak üzere “Yedi Güzel Adam” olarak bilinen müstesna kişilere de değinilen çok yönlü bir söyleşi oldu. Söyleşi esnasında yukarıda ismi geçen kitapların yazılma serüveninden bahsetmesini istediğimizde bu kitaplardaki yazıların hali hazırda kapanmış durumda olan Yeni Devir isimli bir gazetede yayınlandığını söyledi ve şöyle devam etti: “Yalnız biz, o yazıların kitap haline geleceğini öngörerek, başlangıçta kitaplaştıracağımızı düşünerek yazıyorduk. Fakat şunu itiraf etmeliyim ki ben, o yazılarda dile getirilen düşüncelerin herkes tarafından da bilindiğini, kabul edildiğini düşünüyordum. Bir süre sonra da sıkılmaya başladım. Herkesin bildiği şeyleri niye yazıyorum diye. Bu sıkıntımı da Erdem Beyazıt gibi Cahit Zarifoğlu gibi yakın arkadaşlarımıza söylediğimizde onlar devam etmemi istiyorlardı. Hatta Cahit Zarifoğlu’nun bir tepkisi olmuştu: “Sen ne diyorsun Rasim! Sen her gün kafamızda bir putu kırıyorsun bu yazılarla. Devam et!” dedi. Biz onun üzerine o yazıları yazmaya devam ettik.”

Her dergi nev’i şahsına münhasır idi

Dergi ve dergicilikten de bahseden güzel insanın kendi dönemlerinde çıkan ve edebiyat tarihine altın harflerle kazınan dergiler hakkında şu ifadesi dikkate şayandı: “Büyük Doğu ne söylemişse ‘Diriliş’ onu tekrarlamış, ‘Diriliş’ ne söylemişse ‘Edebiyat Dergisi’ onu tekrarlamış, ‘Edebiyat Dergisi’ ne söylemişse ‘Mavera’ da onu söylemiş biçiminde bir anlayış ve algılayış söz konusu değil.”

Söyleşi bitince özel bir muhabbetten sonra bizimle ilgilenişi, dergilerde yazıp yazmadığımızı, yazıyorsak hangi türde yazılara yoğunlaştığımızla ilgilenmesi bizi mest etmişti. Yeri geldi bir hoca edasıyla uyarılarda bulunup tavsiyeler verdi, yeri geldi espri yaptı, yeri geldi cemaatle namaz kıldık. Özel fotoğraflar çekilmemizden sonra fotoğrafları kendisine de göndermemizi istemesi bizim için bir onurdu.

Sevgi ve muhabbet dilekler ile ayrıldık evinden. Kapıda karşılayıp kapıda uğurlaması ne denli büyük bir insan oluşunun resmiydi. Tarifi imkânsız bir anı niteliğinde olan bu günden geriye bu satırlar, söyleşi ve fotoğraflar kaldı; bir de mükemmel bir muhabbet.

 

İslam Doğan bir güzel günü anlattı