Yahya Efendi Dergâhına ilk kez, üniversite öğrencisi olduğum 1980’lerin ortalarında yolum düştü. Erguvan zamanıydı. Bir gün okul çıkışı Beşiktaş’tan Ortaköy’e doğru yürürken Yıldız Parkının girişini geçtikten hemen sonra solda, taş döşeli bir yokuş dikkatimi çekti. İlerde tatlı bir kıvrımla kaybolan yokuşun cazibesine kapılarak, nereye varacağının merakıyla tırmanmaya başladım. Biraz ilerde bir işaret taşı gibi duran çeşmeyi geçtikten sonra saklı cennet gibi kalmış Yahyâ Efendi Dergâhının girişini buldum. Yahyâ Kemâl‘in deyimiyle tam da “ölülerimizle birlikte yaşadığımız“ bir yer.