İnsan Yayınları’ndan 582 no ile yayınlanan Frithjof Schuon’un ‘Kalp Gözü’ eseri, bize başka türlü bakmanın ve bu bakma biçiminin eşyanın hakikatine ulaşmak için elzem olduğu konusunda bir bakış sunar. Yazar, Tradisyonel ekolun en önemli metafizikçi düşünürüdür. Bu ekolün liderliğini Rene Guenon yapmaktadır. Bu ekol, geleneksel diye tercüme edeceğimiz ve insanlık tarihi boyunca hakikatin tecellisi olan geleneklerin varlığını sürdürdüğünü ve bu geleneklerin ortak bir hakikati taşıdıkları gibi tecelli; bir başka ifade ile yerli hakikatin de taşıyıcılarıdır. Bu hakikatler, farklı olsalar da onlar çatışmazlar, bir bütünün farklı boyutlarını ihtiva ederler. Modern Batı kültürünü ise bu ‘Gelenek’ten koptuğunu dile getirirler. Son din ve vahiy olan Kuran’ı kabul eder ve bunlar Müslüman olmuşlardır. Manevi gelenek bağlamında tasavvufu sahih gördükleri için orada manevi eğitimi kabul edip irşad-mürşit makamına kadar çıkmışlardır. Yani düşüncelerine sadık insanlardır…
Yazar, metafizik çalışmış, manevi unsurlar üzerine görüşlerini serdetmiş ve Türkçede İnsan Yayınları, İz Yayınları olmak üzere yayınevlerinde kitapları yayınlanmıştır. Schuon’un metafiziği Kant metafiziği değildir. Aklın alanına hapsolmuş bir metafizik değil, aşkın ve içkinliği savunan bütünlükçü bir metafiziği öne çıkarmıştır. Farklılıkları yerel, yani yatay kültüre bağlamış, birliği ise dikey boyuta; yani Allah’a yönelişe dayandırmıştır.
Hakikat, sadece ‘düşünülmek’ değil, aynı zamanda ‘görülmek’ de ister
Çatışma alanını belirleyen şey, mutlak anlayışının farklı oluşudur. Kültürleri birbirinden ayıran, düşünceleri farklılaştıran en temel saik bu mutlak anlayışına yönelik tutumdur. Aklı mutlaklaştırdığınızda aklın bilgisini de zorunlu kılarsınız. Aristo aklı böyle bir akıldır. O zaman bu akıl, soyut, yaratılmamış ve kendine yeterli bir akıl olmalıdır. Mutlak zorunlu olunca yaratılış yoktan başlamaz, o zaman sudur nazariyesi devreye girer, Tanrı taşarak/feyezan eyleyerek varlığı oluşturur. Taşma sonucu varlık varlığa çıkar. Vahyi mutlaklaştırdığınızda da akla yer bırakmazsınız. Katolik Kilisesi gibi… Çünkü vahyin temsilini de ancak vahiyden güç alan bir kurum olmalıdır. Kilise kendini bu kurum olarak ilan eder ve Tanrının buyurganlığına O’nun adına sahip olur. Ya da mutlaklığı özneye haiz kılarsınız. Modern dönem ve post modern dönem, o zaman görelilik kaçınılmaz olur. Ne kadar özne varsa o kadar mutlak olacak ve bu çoğullaşan mutlaklık doğal olarak her birini kabul edeceği için zorunlu olarak çoğulcu ve göreli olacaktır. Yani kültürler mutlak anlayışları bağlamında bir yere sahip olurlar.
Schuon, Halidi hikmet diye bilinen zaman üstü bir tarihsellikten hareketle hakikati arayarak yerellikteki tezahürünü değil de bu tezahürü sağlayan özü/aslı aramaktadır. Soruna da buradan çözüm aramaktadır. Geleneksel hikmet olarak betimlenen görüşü bu kitapta da sürdürmektedir. Öğreti konusunda bir birliğin olduğu ama konularının farklılığını gözlemlediğimiz kitapta öncelik tabii ki Allah, insan, bilgi, yaratılış, tecelli, tezahür, dönüş, ahret, manevi arınma, kültür vesaire konularından açar. Ama mihvere ‘kalp gözü’nü koyar.
Yazar, iki temel bakışı öne çıkartır: Bir doktrinin dayanağının ya tanımlayıcı, kesinlik/durağan veya dogmatik olduğu ya da basit ve sade bir çelişki olacağıdır. Hakikatin, manevi bilginin elde edilmesi sorununda muhakeme, mantık ve rasyonel bir işlemden çok entelektüel bir sezgi ile yaklaşılmalıdır tezini savunur. Yazar temel bir noktaya dikkat çeker: Rasyonalizmin temel yanılgısı, muhakeme gücünün doğal olgu ve yasaları kavrayabileceğini ispat etmesi değil, aklın dolaysız olarak kazandığı şeyin herhangi bir kesinlik arz etmeyeceğini ispatlama isteğidir. Kant ile başlayan süreçte felsefileşen episteminin aklın alanının sınırları içinde kalabilir oluşunu taşıyan bütün görüşlerin benzer sonuçlar doğurduğunu dile getirir, yazarımız… Bunlar sezgicilik, değerler felsefesi ve varoluşçuluğu da içerir. Aklın sınırlı oluşuyla ilgili ön yargıların beslendiği temel saik belli… Vahyin kabulünün inkârıdır. Manevi olanın aklın alanına taşınması isteğidir. Bu yüzden aklın sınırlı oluşunu kabul etmek kendini inkâra da taşıyabilir diye bir tespitte bulunur yazar… Konuya giriş bağlamında şu cümlesi önemli: Hakikat, sadece ‘düşünülmek’ değil, aynı zamanda ‘görülmek’ de ister. Devamla, aşkın doğrular söz konusu olduğunda, mental işlemin iki işlevi veya bir işlevin olumlu ve olumsuz şeklindeki iki ayrı yönü belirir. Bunlar bir taraftan bireyin entelektüel görüşüne katkıda bulunurken, diğer taraftan da bu görüşün önündeki mental engelleri, ya da başka bir deyimle, ‘Kalp Gözü’nün önündeki perdeyi ortadan kaldırmaya yardım eder.
İnsan, gerçekliğin ve görüntünün izlerini taşır
Aklın birden fazla fonksiyonu vardır. Bu fonksiyonların insan anlamını oluşturmada belirli aşamalarda yaptığı katkı göz ardı edilemez. Ancak aklın dolaysız bir şekilde algıladığı şeyi ancak göz; yani görme tam olarak karşılayabilir. Çünkü görmek de dolayımsız olabilmektedir. Görme ile Akıl arasındaki bu uyumu görmenin statik ve bütüncül özelliği sağlamaktadır. Âlemde sonsuz şekillerde var olan görseller bulunmaktadır ve bunlar ilahi tecellinin prototipleridir. Yazar görmeyi bir adım öteye taşır; Tanrı, âlemi gören ve görmesi ile yaratan Göz’dür. Göz, güneş ve kalp ile ilişkilendirilmesi sayesinde âlemin metafizik merkezine dönüşmektedir. Tanrı, zahir ve batın olanı görür. Batın olarak görmesinin ise tek gerçeklik olduğu gerçeğini de dile getirir.
Yazar, varlık telakkisinde, tezahürleri ile aslı arasındaki farkı dikkate sunarak, gerçeklik ile görüntü arasındaki farka dikkat çeker. Allah’ın gerçeklik, âlemin ise görüntü olduğu gerçeğini dikkate sunar. İnsan ve bilgiyi ise bu gerçeklik ve görüntü üzerinden tanımlar. Yani insan, gerçekliğin ve görüntünün izlerini taşır. Bu boyutu ile insan hakikatten bir pay alırken görüntüler dünyasında varlığını sürdürmektedir. Sahip olduğu bilgi de hem görüntülerin dünyasına ait hem de gerçekliğin dünyasına da ait olmalıdır. Yaratılışındaki ilahi öz onu gerçekliğin bilgisine de haiz kılabilir. İşte bu noktada insan, tarih boyunca farklı kültürlerin yaptığı tanımlar üzerinden bir değerlendirmeye konu edinilebilir mi? Kültürlerin de görüntülerden oluştuğu gerçeğini dikkate aldığımızda vahiy burada insanı tanımlayan yegâne unsur olarak öne çıkacaktır. Bu noktada vahiy; kitabi vahyi, İbrahimi geleneği içerdiği gibi bu geleneğin dışında kalan ezoterik manevi ilimleri de içerir şekilde kullanılmaktadır.
İnsan hem bedeni ve hem de ruhu birlikte taşıdığı için bütündür. Bu özelliği ile mikrokozmos olarak betimlenmektedir. İnsan, ruhu ile gerçeklik âlemine, bedeni ile de görünürlülük âlemine aittir. İşte kalp gözü burada aşkınlığı ve içkinliği aynı zeminde harekete geçirecek ve gerçekliği dolaysız bir şekilde görecek bir kavramsallaştırma olarak betimlenmektedir. Hakikatin dinamik ve ikili boyutu dolaysız bir bakışı öncelemektedir. Kişi, gördüğü şeyden şüpheye düşmez. Görmenin dışında kalan bütün bilme unsurları yanıltıcı olabilir, şüpheye mahal bırakırlar.
Bilgi ruhtur
İnsanın anlamı bilmektir. Bilmek eylemektir, ayrıca bilmek kaçınılmaz bir şekilde ilahi olanı bilmektir. İlahi olanı bilmesiyle insan, kayıtsız şartsız O’nu tasdik eder, O’nu beyan eder, O’nu öğretir… İnsanın inkârı ise sonsuzluğun varoluşuyla ilişkili bir durumdur. İnkâr, sonsuzluğun sağladığı imkânı harekete geçirmek olarak betimlenir. Ama asıl olan yukarıdaki şartlı bilmeyi gerçekleştirmektir. Eğer insanın özünde Bilgi olmasaydı, onun gayesi Bilgi olmazdı… Eğer kâinat bilgi olmasaydı, gerçekliğe giden yol Bilgi olmazdı. O zaman her şey bilgidir. Bilginin dışında başka bir şey yoktur. Sevgi de bilgidir. Bilgiye götüren şeyde bilgiden başka bir şey değildir. Her bilgi nihayetinde İlahi olanın kendisini bilmesidir. Mutlak ve tam olan bilgi bu bilgidir.
İlahi olan ile insan ve bilgi arasında ortak bir noktanın varlığını izah etmekte yarar var. Bu ruh kavramı ile tanımlanır. İlim, dolaysız bilgi ise bu ancak manevi bir eğitim sürecinde görü sayesinde elde edilen bilgi veya bizzat Allah tarafında bir Elçi aracılığı ile gönderdiği vahiydir. Yani ruhtur. Bilgi ruhtur. İnsan bu ruhu taşıyan en gözde varlıktır. Ruh sahibi olduğu için insan biriciktir. Bu biricik insan, irade sahibi olması hasebi ile sorumlu tutulmuştur ve sonsuzluğun bütün imkânlarını kullanabilme istidadı da kendisine verilmiştir. Özne insandır. Bu özneliği ile hem kötülüğü hem de iyiliği yaygınlaştırma imkânına haizdir. Kötülük de bu sonsuzluğun olmazsa olmaz sonucu olarak ortaya çıkan bir durumu ihtiva eder. Kültürler de bu sonsuzluk üzerinden yalan, yanlış, zulüm, kandırmaca vesaire ile kendilerine ve kültürlerini kirletirler ve bu kirlilik üzerinden kültürler eleştiriye tabi tutulurlar.
İnsanın miraca çıkarak varlığı temaşa etmesi
İnsan, kendisinde var olan ilahi boyutun kendisine yaslanabilirse elde ettiği bilgi gerçekliğin bilgisi olacaktır. Bu gerçeklik reel gerçeği içinde tutmakla beraber, ilkece tabii ki, aşkın gerçekliğin bilgisi olacaktır. Yani hayret makamında temaşa edecektir. Bunu normal gözler ile değil doğal olarak kalp gözü ile gerçekleştirebilir. Kalp gözü ile insanı hem içkin hem aşkın olanın bilgisine dolaysız taşıma imkânı sunar.
Kalp gözü, insanın miraca çıkarak varlığı temaşa etmesi olduğu kadar bu temaşa üzerinden İlahi olanın da varlığı temaşa ettiği şeydir. Yani kalp gözü yazarın nezdinde iki yönlü işleve sahiptir. Bir yönü ile insan gerçekliğin temaşasını yaparken diğer yönü ile de ilahi olanın varlığın insan gözünden temaşasına aracılık eder.
Gerçek bir düşünce ve düşünür ile karşılaşmak ve tanışmak isteyenler
Yazarımız Müslüman olmuş, Şazeli tarikatında el almış, seyri sülükünü tamamlamış, ahir ömrünü Amerika’da bir çiftlik evinde geçirmiş, ömrünü yazmakla ve insan eğitmekle geçirmiş ender şahsiyetlerden biridir. Benim için bu çağda yaşayan en önemli metafizikçi ve düşünürdür. Kitapları ve öğretisi yoğun imgeler taşır. Dikey bir anlatımın ustasıdır. Tanıtımını yazdığım kitapta çok daha yoğun anlatım vardır. Ben denizde bir damla misali yazabildim buraya…
Gerçek bir düşünce ve düşünür ile karşılaşmak ve tanışmak isteyenler için bu kitap ve diğerleri muhteşem birer fırsat doğurur…
Gelenekselci düşüncenin eleştirisi yapıldı mı?
Gelenekselci düşüncenin Türkçede onlarca metni vardır. Ciddi bir eleştirisi yapılmış mıdır? Bazı metinlere vakıf oldum, ama çok sığ bir tasavvuf eleştirisi düzleminde yapılmıştı… Aslında düşünce ağırlıklı bir tasavvuf eleştirisi de bu topraklarda hâlâ yapılmamıştır. Yapılanların da geçmişteki tartışmaları hesaba katan boyutu olduğu için tam olarak bir gerçekliğe isabet etmemektedir.
Bir eleştirinin sağlıklı olabilmesi için konu edindiği meseleyi tarafsız ve art niyetsiz bir tanımaya, sonra eleştiriye ihtiyacı vardır, verdiği cevabın işlevselliğini dikkate alarak. Yoksa yanlış uygulamalar ve sembolik ifadeler yüzünden yanlış anlamalar üzerinden yapılan bir eleştiri sağlıklı bir bakış sunamayacaktır.
Kitabın öğretisi bağlamında bir eleştiri ancak o öğretinin yöntemi üzerinde yapıldığında anlamlı hale gelecektir. Ontolojiyi ancak ontolojiye dair bir bakışla eleştiriye tabi kıldığınızda anlamlı olacaktır. Örneğin, Meşşai felsefe İşrak felsefesi tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Vahdeti Vucüt felsefesinin de Vahdeti Şuhut felsefesi tarafından eleştirisi yapılmıştır. Ya da sistemin kendi içinde taşıdığı zaafları üzerinden yapılmalıdır. Yoksa fıkıh alanından veya sosyoloji alanından hareketle bir eleştiri geliştirmek sağlıklı bir bakış sağlamaz…
İki noktadan kitabın öğretisine yönelik eleştiri yapılabilir: İlki, dikey boyutu öne çıkardığında yatay boyutu göz ardı etmek durumunda kalıyor. Ve Müslüman insanın sorumluluğu konusunda ciddi bir eksiklik hissi doğuruyor. Bu da eksene aldığı görüşün baskın karakterinin dikey olması ve her şeyi ona göre yorumlaması sonucu oluşan zaaftır. Bu sistem içi eleştiri… İkincisi ise; sistemin bir sistem olması bağlamında taşıdığı zaafı eleştiriye tabi kılmaktır. Her sistemin kendi için anlamlı bir bütünlük arayışı vardır. Ama bu sistem kendi sistematiği içinde devre dışı bıraktığı alan veya geride bıraktığı olgular, durumlar vesaire sonucu oluşan zaafın giderilmesi konusunda etkisizdir. Çünkü bu bakış, dünyayı görüntü dünyası olarak kabul ettiğinde ve onu gerçeklik zemininden uzak kıldığında dünya ve içindeki yaşanılan şeyleri ise dikkatten kaçırmak durumunda kalıyor…
Bu kitap ele aldığı konu hakkında metafizik ve ontolojinin zemininde kalarak görüşlerini dile getirmektedir. Eleştiri de bu düzlemi hesaba katarak yapılmalıdır. Ayrıca bütüncül bir bakışı öne çıkarmaktadır. Vahdeti Vücut felsefesini dikkate almıştır. Ancak çok indirgenerek anlaşıldığı gibi meseleye bakmıyor. Yoktan yaratma ile varlığın birliği meselesini aynı bakış etrafında dillendirmektedir. Kitap birçok konuda ufuk açıcı işleve sahiptir. En iyisi okumak ve kendi tanıklığını yapmaktır.
Abdulaziz Tantik