İkindi namazı sonrası Fatih Camii’nin avlusundayız. Daha camiden çıkmayanlar var. Yetişemeyenler direkt sohbet mekânına geçecek. Öyle ya, ağırlık Bayrampaşalılarda olsa da İstanbul’un farklı yerlerinden gelen arkadaşlarımız var. Evet, işte “7 Güzel Adam 7 Güzel Hafta” ekibi tamam. Sağanak rahmetin yıkadığı sokaklardan geçip Nuri Pakdil’in ‘Bağlanma’sına doğru yürüyoruz…

Nuri Pakdil belgeselini izlemiş olarak gelmek üzere sözleşmiştik. Ne titiz, ne heybetli, ne emektar bir usta vardı orada, tüm delikanlılığıyla… Tam teçhizatlı bir savaşçı, üstü başı toz-toprak içinde oyunun hakkını veren masum bir çocuk, tanıştığı her yeni insana içinde geniş geniş yer verebilen koca bir yürek… Bağlanma’nın coşkusu… Sanki Temmuz ayında oruçlu olan biz değiliz.

Herkesin kitapta birçok yerin altını çizdiği, birçok notlar aldığı belliydi. Bağlanma içimizde şimşekler çaktırmıştı. (İnsan, içinde şimşekler çaktırmaya bak! s.60) Nuri Pakdil kitap boyunca Fethi Gemuhluoğlu’ndan müstesna bir ihtiramla bahsederken, büyük ihtimalle kimimiz kendisinin de önüne diz çöküp can kulağıyla dinleyeceği öyle bir arif kişinin eksikliğini fark etmiştir, kimimiz de yakınlarında olduğu halde kıymetini bilmeyişine hayıflanmıştır… Pakdil’in Gemuhluoğlu’na can kulağını verişi başlı başına bir dersti aslında. Değerin/değerlinin değerini anlamak bir değer meselesi şüphesiz…

Bağlanma üçüncü kitabımızdı. Önceki haftalarda ele aldığımız Yaşamak ve Diriliş Neslinin Amentüsü kitaplarıyla mahiyet benzerliği dikkatleri çekti. İnsanın iç dünyasına yolculuk burada da devam ediyordu. Cahit Zarifoğlu’nun “Kalbini tanımak”, Sezai Karakoçun “Durmadan taklidden tahkike geçmek” dediğine Nuri Pakdil “İnsanlığa girmek” diyordu. Nuri Pakdil daha çok şeyler diyordu ama kitabın en hayatî vurgusu Peygamber sevgisineydi… İlle peygamber sevgisine… İnsanlığa O’nu severek girilirdi ancak.

Peygamber devasa bir ayna olarak belirdi gözümde. Ahsen-i takvîm üzere yaratılan öz insanı temsil etmektedir, hatta onunla özdeştir peygamber. Bu aynaya ve peygamberle olan gönül bağımıza baktıkça insan olma nispetimizi tahmin edebiliriz. Onu sevmek insanı sevmek demektir, hem kendimizi hem başkasını, hem de tüm varlığı sevmektir. Allah’ın insana üflediği özü, ruhu sevmektir. Arif Nihat Asya, Naat’ında “Ebu Leheb ölmedi ya Muhammed, Ebu Cehil kıt’alar dolaşıyor” diyor ya, elhak doğrudur. Ama biz insanlığımızı arıtıp saflaştırdıkça, bu demektir ki asıl peygamber hayattadır. Hem de sevenleriyle, ashabıyla birlikte. Bu da demektir ki dünyanın en büyük devrimcileri içimizdedir.

Devrimci demişken, Gamze arkadaşımızın “Bizim dünyayı değiştirme algımız nasıl olmalıdır?” sorusuna Abdulaziz Tantik’in cevabı “Değer, anlam, insan üzerinden. Ekonomi, teknoloji, güç üzerinden değil.” şeklinde oldu. Düşündüm. Fazla söze gerek yoktu.

Gerisine Abdulaziz Hoca’nın sorularımıza verdiği cevaplarla devam edelim:

Hocam, üç haftadır bizimle birliktesiniz ve öyle olmaya da devam edeceksiniz. Katılımcı arkadaşlarla sizi dinledik. Bir kez de dünyabizim okurları için özetlemenizi istesek? Ve önce Nuri Pakdil’in Peygamber sevgisi, insan, insanlığa girmek vurgularından başlasak?

Nuri Pakdil, insanın anlamına yaptığı vurgu ile öne çıkan önemli bir düşünürümüzdür. En önemli örnek insan da vahyin işareti ile Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir. Nuri Pakdil’in literatüründe peygamber sevgisi aynı zamanda insan sevgisi ve insanlığa giriş biletidir. Çünkü insana, en güzel örnekliği peygamber örneğinde görme imkânı bahşedilmiştir. O yüzden güzellik, doğruluk ve iyilik; yani değerli olmak peygamberi örnekliği takibe bağlıdır. İnsan kendi anlamını bulduğu zaman kötülük ve zulüm ortadan kalkar. Bu anlam vahiy ile insana bildirilmiş ve uygulama da peygamber aracılığı ile gösterilmiştir. En temel soru insanın ne olduğu sorusudur ve felsefe bu soruya verilen cevaplarla neşvünema bulmaktadır. Nuri Pakdil, insanın batı kültürü tarafından batıla yöneltildiği için kendine yabancılaştığını söylüyor ve yeniden insan olabilme imkânının iman ile sağlanabileceğini belirterek insanlığa bir meşale yakıyor.

Öne çıkan bir başka kavram da “emek”. Biz sadece belli bir gruba aitmiş hissiyle benzer kavramları kullanmaktan kaçınıyor olabilir miyiz? Nuri Pakdil böyle yapmamış; emeğe sahip çıkmış, onu salt maddi, somut bir mahiyete mahkûm olmaktan çıkarmış. Kitabın ilk baskısının 1979 yılında yapıldığını da göz önünde bulundurursak, sağ-sol çatışmalarının yoğun olduğu o dönemde son derece ufuk açıcı bu tanımlama şiddet ortamının gürültüsüne mi gitti acaba?

Nuri Pakdil, devrimci bir düşünür, eylemiyle düşüncesini bütünleştirmiş, tamlığı; yani insanın tamlığını öne çıkaran önemli bir fikriyatın temsilcisidir. Kendisi mevcut yapıdan çok yapıyı değişime ve dönüşüme sürükleyecek atılımlara önem vermektedir. Her kitabı bunu buram buram hatırlatmaktadır. Sol, emek üzerinden hakikatin varlığına kastetmiştir. Bu kavrama yeni bir ruh kazandırma zorunluluğu vardı. İşte Nuri Pakdil bu kavramın anlam dünyasını genişleterek bütün emeklerin ki insan ancak emeği kadardır; insanın bu en temel hassasına gönderme yapıyor ve böylece yanlış ellerde yanlış kullanımına müdahale ediyor. Nuri Pakdil’in öztürkçeyi ısrarlı bir şekilde kullanmasını da bu çerçeve içinde yorumlamak gerektiğini düşünüyorum…

Nuri Pakdil’in Bağlanma’yı ithaf ettiği ve kitapta bahsettiği kişi Fethi Gemuhluoğlu. Ona olan bu bağlılığını ne tür bir kavramla ifade edebiliriz?

Bağlanma, iman bağı ile vahyin ifadesi ile söylersek Hablu’l-metin olan ‘Allah’ın ipi’ne bağlanma ile sağlanabilecek bir şeydir. Taklitten tahkike yönelen insan örneklik üzerinden kişileri iman bağı ile hem Allah’a hem de diğer iman ehli insana bağlı kılıyor. Ve bu bağlanmanın aynı zamanda insanın kurtuluşunun teminatı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Hayatı aydınlatan, zulmü gerileten, hakikatin üzerindeki örtüyü kaldıran ve bunu büyük bir aşkla yapan Allah dostlarına bağlı olmak, o yola revan olmak ve bir yolculuğa talip olmakla eşdeğer bir şeydir.

İnsan unutkanlığa ve nisyana açık bir yapı taşıyor. Sürekli ona hatırlatacak bir hatırlatıcının varlığı kaçınılmaz. Allah, lütfu ile insana hatırlatıcı olsunlar diye ‘elçi’ler göndermiştir. Bu elçilerin de aynı zamanda işlevini üstlenen aydın/ âlim insanlar olduğu bize haber verilmiştir. İşte Fethi Gemuhluoğlu gibi şahsiyetler bu özellikleri ile bağlanılmaları gerekli olan şahısları temsil ediyorlar. Bu önemli, çünkü insan ancak örneklikler üzerinden iyiye, güzele ve doğruya yürüyüşünü sürdürebilir. Bir de unutulmuş bir hayatın kodlarını yaşam üzerinden göstermenin önemine yapılan vurgudur.

Nuri Pakdil, merkezi kişiliklerin varlığının elzem olduğunu belirtir. İnsan sorumlu varlıktır, yargısı bunu bize hatırlatan önemli bir ilkedir. İşte merkezi kişilikler bize sorumluluğumuzu gösteren ve bu gösterme sayesinde de hatırlatan şahsiyetlerdir. Bağlanma bu merkezi kişilikler sayesinde beşeriyetten insanlığa yürüyüşün hayat kodlarına sahip olabileceğimizi göstermektedir.

Pakdil ve arkadaşlarının İslamcılık çizgisinde yol açtıkları kırılmadan bahseder misiniz?

Bir kırılmadan bahsetmek yerine doğru bir noktaya yönelmeyi hedeflemesi bağlamında bu önemli… İslamcılık bir kurtuluş ideolojisi olarak temellendirildiği bilinen bir şey; o yüzden başkasını kurtarma üzerine kurulu bir kültürden bahsedebiliriz. İdeolojik boyutu itibarı ile daha çok başkaları için istenen iyilik, güzellik, doğruluk ve sadakat çoğu kez sahibine dokunmadan yürüyüp gidebiliyor. Bugün İslamcılığa yöneltilen yozlaşmayı bu çerçeve içinde tanımlayabiliriz. Ancak Nuri Pakdil, Sezai Karakoç ve Mavera dergisindeki güzel adamlar, önceliğin insanın kendi iç dünyasına yapacağı yolculuğa verilmesi gerektiğini izhar ettiler. Böylece kişi önce kendisini kurtaracaktı ki bir başkasının kurtuluşunun umudu olabilsin.

Ayrıca Nuri Pakdil ve arkadaşları İslamcılık üzerinden düşünüldüğünde sahici bir temsiliyete sahiptirler. İslam ve İslam’a dair bütünsel bir yaklaşımı öne çıkararak din ve dini düşünce ile sahih bir ilişki kurmanın imkânlarını sundular. Hayatın bütün cephelerine yönelik ilgiyi canlı tutarak insanın tamlığı ile imanın tamlığının bütünlüğünü görmemize zemin hazırladılar. Bu açıdan İslamcılığın daha sahih bir çizgiye kavuşmasının teminatı oldular. Çünkü diğer İslamcılar, modern kültür ya da geleneksel kültürden beslendiklerinden hep bir tarafları eksik kalmaya mahkûm olmuşlardır. Bugün İslamcılık tartışmalarının seyrini gözlemlediğimizde bu tespitin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkacaktır.

Ayrıca şunu belirtmekte fayda vardır: Nuri Pakdil’in şiirlerinde ve satırlarında yer alan yargı, hüküm ve tasviri cümlelerinin tümünün İslam vahyinin derinliklerinden damıtılarak elde edildiğini söylemek mümkün… Bunun için biraz değil, derin bir düşünmeyi gerçekleştirmek şarttır…

Nuri Pakdil’in sükûtu nedendi?

Hareketin tamlığını gösterme ve yanlışlara, güvenin boşa çıkarılmasına yönelik tepkinin dile getirilmesi, sözün anlamının kalmadığının belirginlik kazanması gibi temel insani durumlarla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Evet, sükût bir harekettir. Tavır olarak bunun Kur'an’da örnekleri var. Zekeriya (a.s.)’ın, Hz. Meryem’in sükûtu gibi düşünmek gerekir. Bu aynı zamanda derin bir tevekkülün dışa vurulması anlamına da gelebilir. Yapılması gerekli olan şeyleri yaptıktan sonra derin bir tevekkülle ilahi müdahaleyi beklemek… Sorumluluğunu kuşanan bir sükûtun aynı zamanda birçok hareketten daha etkili olabileceğini bize gösterdiği için Nuri Pakdil’e teşekkür borçluyuz aynı zamanda…

 

Zeynep Yücel haber verdi