Ahmed Yüksel Özemre (3 Nisan 1935 – 25 Haziran 2008) isminin önüne getirilebilecek “sayın”, “sevgili”, “merhum”, “kıymetli” gibi pek çok vasıf var ama düşüncem o ki, hiç biri kâfi gelmeyecek. Bu bir anlamda anma mahiyetindeki yazıyı yazmaya talip olmam üzerinden sanırım altı ay kadar geçti. Ardından yaptığım ilk iş sayın Necmettin Şahinler’i arayıp haber vermek, müsaade ve dua almak oldu.
Ben Ahmed Yüksel Özemre Hocamızı bir kere gördüm. Sanırım ya 2004 ya da 2005 Ramazan’ıydı. Sultanahmet’te bir çadırda sohbeti vardı. Orada dinlemiş, hayran kalmıştım. Sonra kitapları geldi peş peşe… Kendisiyle alakalı bir merak uyandı ardından. Maneviyat konularında anlattıkları kadar hayatını da merak eder oldum. Bunun en büyük sebebi kariyeriydi. Evvelce Dünya Bizim’de yer almıştı ama şayet hâlâ bilmeyenler varsa diye resmi sitesinin adresini veriyorum: http://www.ozemre.com . Lütfen siteye girerek Hocamızın akademik unvanlarını, aldığı burs, ödül ve payeleri, bulunduğu görevleri, üniversitede vermiş olduğu lisans, lisansüstü ve doktora seviyelerindeki dersleri, konferansları bir inceleyin.
Bir de kaleme aldığı eserler var. Bilimsel çalışmalarının çoğunun ismini telaffuz bile edemediğimi söylemek isterim. (Buraya sanal âlemin gülücüğünü koyduğumu farz edin lütfen, çaresizlik sembolü olarak.) Ve mana ilmine yönelik eserleri var elbette… Sonra doktoralar, tezler, bilimsel toplantı ve konferans organizeleri, dernek ve kurumlarda yürüttüğü görevler… Bir de konuştuğu yabancı diller… İşte bu noktada benim hayretim duvara çarpıyor!
Bu hayatın ilmî bir izahı yok
Hocanın hayatında bence bir sır olan bu bereketi anlamak için düz mantık çerçevesinde bir hesaplamaya gittim. Tüm bu eserlerin toplam sayfa sayısını bulup Ahmed Yüksel Özemre Hocamızın ömür süresi olan ortalama otuz bin güne bölsem dedim. Tabi bu sadece yazılı eser için geçerli. Yukarıda saydığım diğer çalışmalar yazılı eserlerden fazla olduğuna göre… Pes ettim! Kabaca bir on seneyi çocukluk diyerek çıkartsak ve sonra hesaba devam etsek; insan hiç uyumasa, hiç yemese içmese, yolda trafikte vakit geçirmese, gezmese, hastalanmasa, akrabalarını ziyaret etmese bu kadar eser vermek yine mümkün değil… Ya ibadetler? Ya ibadetle geçen zamanlar?
Bu noktada vardığım sonuç sadece beni bağlar. Ben bütün kalbimle inanıyorum ama elbette iddia niteliğinde değildir. Şöyle ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin iftiharı, ilk atom mühendisi olan bir fizikçinin kerameti, hayatıyla tüm fizik kurallarını alt üst etmesidir. Zira bu hayatın ilmî bir izahı yok.
Hayatı, ölüm öncesi ve sonrası diye ikiye ayırma alışkanlığımızı bir tarafa bıraktığımızda ve bu bakışla yaşamaya devam ettiğimizde Hocamız gibi “yaşamaya devam edenlerin” frekansından yayın alma şansını yakalıyoruz bence. Nasıl mı? Hayatınızın zorlu bir döneminde, cevap bulamadığınız sorular arasında çırpınıp dururken, bir misafiriniz gelebiliyor. Eli boş gelmemek için bir kitap hediye edebiliyor size… İsminin önemi yok. Derde uygun derman niteliğindeki bu kitap kiminize “Ruhan”, kiminize “Gel de Çık İşin İçinden” ismiyle gelebilir veya “Üsküdar’ın Üç Sırlısı”… Bu noktada önemli olan kendimizi dünyadan soyutlamadan ve/fakat dünyanın keşmekeşine kapılmadan ilahi plana dâhil yaşamak ve çözüm getiren sevgi sinyallerine açık olmak. Çünkü Allah dostları bizi bırakmıyor. Biz onlara sırt dönüyoruz.
Kendisinin ne kadar sevecen, yumuşak, kucaklayıcı ve nazik olduğunu gördüm
“Sizin en hayırlınız insanlara en faydalı olanınızdır.” Ne mutlu “en faydalı” olanlara… Ve ne mutlu onların varlıklarından bahsetmekle şereflenen bizlere. Himmetleri daim üzerimizde olsun. Biliyorum ki, Allah dostları ile meşgul olmak bize faydadır. Onların hayatlarını okumak, okuduklarımızdan birkaç kelimeyi hayatımıza almakla sonuçlanabilir. Kazanç yine bizimdir. Ben Ahmed Yüksel Özemre Hocamızdan çok istifade ettim. Benim “çok”um O’nun sundukları içinden alabildiğim bir zerredir sadece biliyorum ama olsun. Buna da şükür diyerek verileni mayalamaya ve çoğaltmaya niyet etmek lazım diye düşünüyorum.
Ahmed Yüksel Özemre Hoca ile alakalı okuduğum tüm eserlerde kendisinin ne kadar sevecen, yumuşak, kucaklayıcı ve nazik olduğunu gördüm. İnsanları hiçbir kategoride sınıflandırmadığına, sadece insan olarak baktığına, şefkat ve adaletin hayatında birer vazgeçilmez olduğuna şahit oldum. Hocamızın hayatını ansiklopedik manada okuyabileceğiniz kaynaklar pek çok. Ben bendeki tesirini anlatmak istedim. Eserleri ve maneviyatı ile bıraktığı tesiri… Buraya kadar geldikten sonra bir eserinden daha bahsetmeden bitirmenin doğru olmayacağını düşünüyorum.
Kul açısından plansız programsız bir şekilde, Hocamızın canlı eseri sayın Necmettin Şahinler ile tanışmak nasip oldu bana. Sorular sordum, cevaplar aldım. Sonra yüz yüze görüşmek nasip oldu. Aynı kaynaktan yeni kitaplar okudum. Tekrar sorular sordum, tekrar cevaplar aldım. Kendimi seneler evvel Sultanahmet’teki o Ramazan çadırında ve bu sene Tüyap’ta aynı mananın karşısında hissetmem çok hoş bir ilahi lütuftu.
Zira O’nlara ölüler diyemeyiz.
Zeynep İnan yazdı