İnsanı yolundan alıkoyan ve nefis kelimesine negatif anlam yükleyen en büyük şey ölüme karşı lakayt tavrıdır. Bir öğrencinin kayıtlı olduğu okulu devam etmeyip aksatması gibi insan ölüme yaptırdığı kaydını görmezden gelir. “Kayıtsızlık” denilen şey tam da böyle bir şeydir. Kayıt yaptırıp devam etmemek, bir bakıma onu yok saymak anlamına geliyor. Ölüme inancı olan kişi yere temkinli basar, konuşurken hem dikkat hem de rikkat sahibidir. Yaşamak dediğimiz cümledeki fazlalıkları atar, imla hatalarını tashih eder. Bir gölge gibi bu dünyanın sokaklarında gezdiğini fark eden insan içine çekilmeyip de ne yapsın? Ölüm uzun yola çıkma cüretini engeller, uzun ve iddialı cümle kurma hadsizliğini de. Dizeleri arasında ölümün yoğun şekilde dolaştığı şairlerin hayatla kurduğu ilişkiyi merak etmesi okuyucunun en doğal hakkı olsa gerektir. Kimi şairler şiirlerinde mezarlıkta sabaha kadar dolaşır gibidirler. Kaybettiği gözlerini orada, ölülerin derin bir uykuya yattığı yerde aramaktadırlar. Cesare Pavese her şairin içinden geçen dizeyi onların yerine kurmuş: “Gelecek ölüm: Gözleri gözlerin olacak.” Şair yaşarken gözleri kim bilir kaç kez ölüme açılır. Ölünce ise ölüme kapar gözlerini, şiire açar.
Ölümün hep yanımızda bize refakat ederek yürüdüğünü hissetmiş olsak sadece insanlarla ilişkiler değil, cemadat, hayvanat ve nebatatla da mesafeli bir ilişkimiz olurdu. Ölümü içselleştirmemiş biri şiirin ne yazıcı ne de okuyucusu olabilir. Hayatın üzerimizdeki tazyik ve etkisini normal seviyeye ancak ölüm çekebilir. Bilişsel yaklaştığımız dünya aynı zamanda duyuşsal bir derinliğe kavuşur. Ölüm, hayatın fanilikle yaptığı kavgayı tatlıya bağlar. Her iki tarafa da teselli olabilecek vaatlerde bulunur. Hayat ve geçici zaman ölümü istemeyerek de olsa aralarına alıp oyunlarına da dahil ederler. En sonunda bu müşterek oyundan yorulmadan ve yenilmeden çıkan sadece ölüm olur.