Evliya dört türlü olur derler:
"İlki var, âlem de bilir kendi de bilir ki velidir.
İkincisi var, âlem bilir kendi bilmez.
Üçüncüsü var, kendi bilir kimse bilmez.
Dördüncüsü var, kendi de bilmez kimse de bilmez."
Adamın biri İstanbul’da Yeni Camii’de evliya eksik olmazmış diye duymuş, Anadolu’dan yola çıkmış. “Gideyim de Yeni Camii’de bir vakit namaz kılıp bir Allah dostu ile tanı şayım.” demiş. Bir sürü meşakkate katlanmış ve gelmiş. Eminönü Yeni Camii’de namazını kılmış. Tespih çekerken de “Çok zahmetle geldik, bir daha ya gelinir ya gelinmez. Acaba şimdi burada bir Allah dostu var mıdır, tanışsak, boş dönmesek.” diye düşünmüş. O esnada birisi kulağına eğilmiş ve demiş ki “Senin safta sen dahil yedi kişi var.” İşte, kendinden haberi yok. Olmayabilir. Behlül Dâna öyle biriydi işte. Enteresan bir Allah delisi, bildiğin Allah’ın delisi! Ünlem işareti ile söylüyorum...
Dakika başı Harun Reşit’e acı acı laflar söylermiş. Ama Harun Reşit de delikanlı adammış. Biliyor ki o tatlı bir laf etmez, yanından uzaklaştırmıyor, onun dikenli sözlerine tahammül ediyor. Çünkü şunu biliyor: Diken, gülün habercisidir. Güllerin arasında diken var diye sızlanmak ya da dikenler içinde gül var diye şükretmek. Bu senin tercihine kalmış. Delikanlıydı, ömrü boyunca azar işitmesine rağmen asla uzaklaştırmadı. Neyi biliyordu? Behlül, kendisi için söylemiyor; o, Allah dostudur, Allah rızası için söylüyor.
Harun Reşit bir gün Behlül Dâna Hazretlerini huzura çağırdı ve dedi ki “Gel Behlül, seni vezir yapacağım.” Vezir, bakan demek. Hatta içişleri bakanı demek. Bu teklifi alan kişi normal şartlar altında ne yapar? Sevinir herhâlde. Teşekkür eder, Allah mahcup etmesin, baş üstüne efendim gibi şeyler söyler.
O diyor ki:
- Halife Hazretleri bir danışalım da ondan sonra İnşallah. Bir danışayım deyince Harun Reşit kızıyor tabii:
- Danışmak mı? Ne danışması! Ben devlet başkanıyım, açıktan atama bu. Kime danışacaksın? - Öyle demeyin efendim, bilenlere bir soralım. Size karşı mahcup olmak istemiyorum.
- Çabuk danış da gel. Adamın canını sıkma. Adama görev veriyoruz, danışacakmış! Çabuk git, gel. Hemen bir cevap bekliyorum.
- Tabii Efendim, çabuk gelirim. Tabii aldı bunları bir merak, kime gidiyor bu? Harun Reşit, bakanlık teklif ettiğim adam kime danışıyor diye Behlül Dâna’nın peşine bir hafiye takıyor. Hafiyeye diyor ki: - Kiminle görüştüğünü adım adım izle, kime ne soruyor, ne cevap alıyorsa rapor istiyorum. Behlül Dâna gidiyor, geliyor, koridoru dolaşıp dışarıya çıkıyor. Peşinde ise gölge gibi bir hafiye var. Af buyurun, helaya giriyor. Hafiye de dışarda bekliyor.
Behlül çıktıktan sonra hafiye içeriye bakıyor kimse var mı, orada birisiyle mi görüşüyor diye. Ama yok içerisi boş. Dönüyor, tekrar peşine takılıyor. Behlül Dâna huzura çıkıyor: - Halife Hazretleri, danıştım uygun görülmedi; vazifeyi kabul edemeyeceğim, diyor. Hafiye tabi işini yapacak, giriyor içeriye ve konuşuyor:
- Efendim yalan söylüyor, kimseyle görüşmedi. Af buyurun helaya girdi çıktı. Kimseyle görüşmedi, selamlaşmadı, karşısına insan bile çıkmadı. Numara yapıyor. Görev işine gelmedi herhâlde. Yoksa yaptığı bir istişare yok. Harun Reşit:
- Bak hakkında ne diyorlar, ne dersin? - Vallahi arkadaş söyledi, oraya gittik danıştık.
- Eee! Orada kime sordun?
- İşte orada ne oluyorsa onlara sordum.
- Peki, nasıl oldu? Ne dediler sana?
- Vallahi ben onlara dedim ki bir vezirlik teklifi var. Ne yapayım?
Onlar da dediler ki: “Behlülcüğüm, sen bilirsin ama biz düne kadar çok itibarlıydık; market raflarında, buzdolaplarında çok kıymetli gıdalardık. İnsan içine girdik bir gecede geldiğimiz hâle bak. Akıllı ol! insan içine girme.”
Kıssanın hissesi: Biz görev verdiğimiz insanlara acımasız davranırız. Fıtratımız böyledir…
Yine bir gün Behlül Dâna Hazretleri baktı ki Harun Reşit’in koltuğu boş. Gitti boş koltuğa oturdu, devletin başkanlık koltuğuna. Mesela, ben şimdi Ankara’ya gitsem, cumhurbaşkanı yurtdışında diye otursam makamına ne olur? Herhâlde biri gelir ve beni döver. Onu da dövmüşler zaten. Özel güvenlik var. Behlül de çekilmiş bir kenara ağlıyor. “Ah Harun! Ah Harun!” diye feryat figan ediyor. Harun gelince soruyor:
- Niye ağlıyor bu?
- Dövdük.
- Niye dövdünüz?
- Yerinize oturdu ondan dövdük.
Behlül’e dönüyor: - Yahu, benim yerime oturmuşsun! Bana saygın yok tamam ama burası makam. Makama böyle destursuz girilmez. Elbette dayağı yersin, haketmişsin. Ama beni niye karıştırıyorsun? Niye Harun, Harun diye ağlıyorsun? Behlül Dâna da diyor ki:
- İki tokada ağlayacak adam mıyım ben? Bir dakika oturdum dayağı yedim. Sen ömrünü orada geçiriyorsun. Ben sana ağlıyorum. İşe bak!
Hz. Ömer (Radiyallahu Anh) adam tuttu ve adamı şöyle görevlendirdi: Her gün gel ve bana de ki “Ey Ömer ölüm var, unutma!” Bunun için maaş verdi. Fakat bir gün Ömer, (Radiyallahu Anh) memuru çağırdı, “Bir daha gelme emekli oldun.” dedi. Nedeni sorulunca “Vallahi saçıma ak düştü. Ayna her gün bana ölümü söylüyor, sana gerek kalmadı.” diye cevap verdi.
Gözyaşı, nisan yağmuru gibidir
Bir gün Behlül Dâna, Harun Reşit’in evinin önüne oturmuş, yere resim çiziyor. Olacak iş mi? Düşünsenize külliyenin önüne oturmuş yere resim yapıyorum. “Çocuk musun sen!” derler. Harun Reşit gelmiş:
- Ne yapıyorsun sen orada?
- Ev yapıyorum.
- Bak bir de ev yapıyormuş (!) Yere çizilen resme ev mi diyorsun?
- Öyle deme Harun. Bakarsın bir müşteri çıkar. Hele bir inşaatı bitirelim. Harun şaşırdı:
- Her işi garip bunun. Ne desem boşa. Harun Reşit’in hanımı da pencereden seyrediyor manzarayı ve “Vallahi bu Behlül’dür. Boş işi olmaz, demek istediği bir şey vardır. Harun anlamadı.” diye düşünüyor.
Diyor ki:
- Behlül o ev satılık mı?
- Satılık abla. - Kaça?
- Bu ev bir kuruş ablacığım. Sakız vermezler o paraya ama adam ev satıyor. Kadının verdiği bir kuruşu alıp cebine koyuyor.
- Hayırlı olsun abla, ev senin. Projeden satış... Yerdeki resmi sildi tabi, artık satış bitti ya gerek yok. Harun da kenardan bakıyor:
- Hanım da uydu ona. Deli birken iki oldu. Fakat o gece rüyasında pişman oluyor Harun Reşit. Cennette gezdiriyorlar merhumu. Şaşkın. Hem de yanında bir rehber ile oluyor bu seyahat. Bir köşkün önüne geliyor ki nefesi kesiliyor. Allah Allah! O kadar güzel bir köşk ki Harun’un dili tutuluyor:
- Kim kazandı bunu? Allah aşkına bu köşkü, bu nimeti kim, nasıl kazandı? Rehber diyor ki:
- Bu ev, senin hanımınındır. Behlül’den aldı. Eyvah! Dehşetle uyanıyor.
- Hanımı akılsız zannettik, akılsız olan biz çıktık. O anladı, biz anlamadık. Şimdi ben bu rüyamı hanıma söylesem hanım beni tefe koyar, rezil olurum, insan içine çıkamam. İyisi mi ben rüyamı gizleyeyim. Fakat takip edeyim bu evden satılırsa bir tane de ben alayım. Baktı ki ertesi gün Behlül yine ev yapıyor. İşler iyi; yap, sat. Harun:
- Gene mi ev yapıyorsun?
- Evet. - Bu da satılık mı?
- Tabi. - Bana sat. - Hay hay!
- Kaç para? - Elli bin altın.
- Yahu hazineyi satsan bu rakam çıkmaz. Dün bir kuruşa ev sattın da bize gelince elli bin altın diyorsun, ne iş?
- Harun, dünkü müşteri malı görmeden aldı. Harun’un iki gözü iki çeşme. Bu cevapta iki şifre var. Ne diyor Behlül:
Birincisi:
“Harun, sen bir rüya gördün. Kimseye söylemedin ama bak bize bildirildi.” Bazen öyle olur sakladığın sırrı birisi duyar. Küçücük bir sırrın bana malum oldu, iş açığa çıkınca karizma çizildi, bak mahcup oldun. Kaldı ki bu mühim bir mesele de değil. Neticede rüyadır, bilsem ne bilmesem ne? Ama bu bile seni ne hâle getirdi. Harun! Bütün sırlarını bilene hesap vereceksin. Gideceğin mahkemede bütün sırların açığa çıkacak. Ona göre!
İkincisi: “Harun, dün dalga geçiyordun değil mi? Dün bu ev dedim, söz vardı. Bugün ise göz var. “Mümin söze inanır, münafık göze.” İman, gayba imandır. Eğer gayba değil, gördüğüne inanmak da iman sayılsaydı Firavun mümin sayılırdı. Kızıldeniz’de boğulurken Firavun’un feryadı şuydu: “Musa’nın Rabbine iman ettim.” Ona dediler ki “Sen Musa’nın sözüne inanmadın, gördüğüne inandın bu iman değildir.” Aklını başına al Harun! Harun’un gözleri her zaman yaşlıydı çünkü Behlül vardı. Behlül’ün işi, Harun’u ağlatmaktı. Ama gözyaşı rahmettir, ağlayan kavuşur.
“Ana süt virmez Necâtî tâ ki oğlan ağlamaz.” diyor şair.
Fuzuli de diyor ki: “Fuzûli dehrden kâm almak olmaz olmadan giryân Sadef su almayınca ebr-i nîsândan güher vermez.”
Yani maksada ağlamadan kavuşamazsın çünkü sadef (incinin yatağı) Nisan yağmurunu almadan inci yapamaz. Gözyaşı, Nisan yağmuru gibidir.