Hanedanın ikinci atası: Sultan İbrahim

                                                                    

Osmanlı'nın çalkantılı yıllarında yetim bir çocuk: Sultan İbrahim

Osmanlı padişahlarının 18. si olan Sultan İbrahim, 4 Kasım 1615(12 Şevval 1024)'te İstanbul'da doğmuştur. İslâm halifelerinin 97. sidir. Babası I. Ahmed, annesi Mahpeyker Kösem Sultan'dır. I. Ahmed'in Kösem Sultan'dan doğan küçük oğludur. I. Ahmed'in saltanat sürmüş üç oğlundan sonuncusudur. (Diğerleri II. Osman/Genç Osman ve IV. Murad'dır)

Sultan İbrahim, babası I. Ahmed öldüğünde çok küçük bir çocuktu. Henüz üç yaşlarındaydı. O yıllar Osmanlı'nın en çalkantılı yıllarıydı. Zira amcası I. Mustafa ruhsal sıkıntılar içerisindeydi, ağabeyi II. Osman(Genç Osman) Yeniçeriler tarafından hunharca şehit edilmişti. Yine ağabeyi IV. Murad, devletin bekasını ileri sürerek Bayezid, Süleyman ve Kasım isimli üç kardeşini öldürtmüştü. Bu elim olaylar İbrahim'in psikolojisini bozmuştur. Sultan İbrahim bu karmaşık ortamda iki yaşındayken Kafes'e kapatılmıştır. (Kafes, Osmanlı'da tahta çıkması beklenen padişahların harem içerisinde muhafızların kontrolünde ev hapsinde tutulduğu yerdir.) Rivayetlere göre ağabey IV. Murad, ömrünün son döneminde kardeşi İbrahim'in öldürülmesi emrini vermişse de Kösem Sultan buna engel olmuştur.

Sultan İbrahim, ağabeyi IV. Murad'ın genç yaşta ölümü üzerine, 9 Şubat 1640'ta, 25 yaşındayken Osmanlı tahtına çıkmıştır. Zaten başka da rakibi yoktu.  Tahta çıkana kadar olan zaman içerisinde Kafes'e kapatıldığı için ilmî ve askerî tahsilini gerekli düzeyde tamamlayamamıştı. Bu yönüyle de diğer Osmanlı padişahlarından ayrılır.

Sultan İbrahim'in birçok eşi vardı. Eşleri arasında Hatice Turhan Sultan, Dilaşub Sultan, Muazzez Sultan, Ayşe Sultan, Mahenver Sultan, Şivekâr Sultan ve Hümaşah Sultan gibi isimleri sayabiliriz. Oğulları IV. Mehmed, II. Süleyman, II. Ahmed, Şehzâde Cihangir, Şehzâde Murad, Şehzâde Selim, Şehzâde Orhan ve Şehzâde Bayezid'dir. Kızları ise Fatma Sultan, Gevherhan Sultan, Beyhan Sultan, Hatice Sultan ve Atike Sultan'dır.

Şüphe ve korkularla zindana dönmüş bir hayattan saltanata...

Sultan İbrahim, ömrü boyunca korku ve şüpheler içerisinde yaşamış, bu duygular yüzünden hayatı adeta zindana dönmüştür. Öyle ki ağabeyi IV. Murad öldüğünde onu tahta davet etmek için vezir Kemankeş Kara Mustafa Paşa ve beraberindekiler yanına gitmişler; fakat onu ağabeyi IV. Murad'ın öldüğüne inandıramamışlardır. Bunun kendisine kurulan bir tuzak olduğunu düşünmüştür. “Allah padişahımızın ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lâzım değildir!” demiştir. Davet için gelenlere odasının kapısını açmamıştır. En sonunda annesi Kösem Sultan devreye girince kapıyı açma konusunda ikna olmuş, ancak ağabeyinin cenazesini görünce öldüğüne kanaat getirmiştir. Böylece tahta çıkmayı kabul etmiştir. Hırka-i Saadet dairesinden getirilen Hz. Ömer'in sarığını başına giydikten sonra tahta oturmuştur.

Sultan İbrahim tahta çıktığı vakit hanedanın yaşayan tek erkek çocuğuydu. Tahtın ondan başka namzedi yoktu. Tahta otururken kendisinin hiç çocuğu olmadığı için Osmanlı hanedanlığının devamı da tehlikeye girmişti. Başta annesi Kösem Sultan olmak üzere, saraydaki herkes onun bir erkek çocuğu olması için adeta seferber olmuşlardı. Hiçbir şeyini eksik etmemişlerdi. İki senelik endişeli bekleyişin ardından, gelecekte Osmanlı hanedanlığını devam ettirecek olan Şehzâde Mehmed 1642'de dünyaya gelmiştir. Onu diğerleri izlemiştir. Onun için Sultan İbrahim "Hanedanın İkinci Atası" olarak nitelendirilir.

Tarihçilere göre Sultan İbrahim fizikî olarak orta boylu, yassı burunlu ve siyah gözlüydü. Ruhî açıdan ise heybetli, heyecanlı, şevketli ve cömert bir kişi olduğu söylenir. O kadar cömertti ki etrafında fakir görülmezdi. Varını yoğunu dağıtırdı. Milletin yönetimden kaynaklanan sıkıntılar çekmesine asla tahammül edemez, buna sebep olanları cezalandırırdı. 

Sultan İbrahim dönemi, kendinden önceki dönemlere nazaran daha sakin ve huzurlu geçmiştir. Bunda durumu iyi idare edebilen Vezîriâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın etkisi büyüktür. İbrahim Han, ağabeyi IV. Murad gibi yönetimi sadece kendi uhdesine almamış, görev verdiği insanlara güvenmiş, bu kişilere inanmış ve onlardan yararlanmıştır.

İbrahim Han, eşkıyaları bizzat takip edecek kadar cesur bir insandı. O, zamanındaki yöneticilerin rüşvete bulaşanlarını şiddetle cezalandırmıştır. Sıkıntıları yerinde ve zamanında tespit etmek için halkın arasına karışmış, halkın dertlerini dinlemiş, çözümler bulmaya çalışmıştır.  Bu gayeyle İstanbul ve Edirne'de ayak divanına çıkmıştır. Bu divanlarda, hakkı yenenleri dinlemiş, hak yiyenleri tespit etmiştir. Bu da onun halkından değil, sadece iki yüzlü idareci çevresinden korktuğunu göstermektedir.  Sonuçta korktuğu da başına gelmiştir.

Turhan Sultan'ın endişeleri büyük bir komplonun fitilini ateşlemiştir.

Tarihte "Deli" sıfatıyla anılan tek padişah olan Sultan İbrahim, aslında deli değildi. Yaşadığı trajik ve dramatik hayat sahneleri onun akıl sağlığını olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Tarihçi Erhan Afyoncu'ya göre onun deli diye tavsif edilmesi haksız bir yakıştırmadır. Ona göre Sultan İbrahim deli değil, psikonevrozdur. Ünlü tarihçimiz İlber Ortaylı da benzer görüştedir. Ona göre Sultan İbrahim'in tahta çıkarken yaptığı şu anlamlı dua onun asla deli olamayacağını gösterir: “Yarabbim biraz sonra iki dudağım arasından bu kadar memleketin ve tebaanın kaderini etkileyecek sözler çıkacak, ben buna layık mıyım?”

Sultan İbrahim'in yaşadığı ruhsal travmalar onu öldürülme korkusuna mahkûm etmiştir. Sultan bunda pek de haksız sayılmazdı. Çünkü aile çevresinde ve saray etrafında yaşananlar, bir gün sıranın kendisine gelebileceğini göstermeye kâfiydi. Tarihçiler onun ruh hâlinin ömrünün son dönemlerinde çok daha bozuk olduğu konusunda hemfikirdir.

Sultan İbrahim'in adını deliye çıkaranların başında, ne yazık ki eşi Hatice Turhan Sultan gelmektedir. Turhan Sultan, Sultan İbrahim'in, oğlunu padişah yapmayacağını düşünüyordu. Bu korkusu gerçekleşirse o da valide sultan olamayacaktı. Bu korku onu iyiden iyiye yiyip bitiriyordu. Padişahın halk ve saray nezdinde itibarını düşürmeliydi. Bir gün Turhan Sultan'la tartışan İbrahim Han, bu tartışmanın bedelini ağır ödemiştir. Bu tartışmada eşi İbrahim'e çok kızan ve ona karşı nefret duyguları yoğunlaşan Turhan Sultan, padişahın deli olduğu yalanını önce yakın çevresine, sonra saraya, daha sonra da bütün İstanbul'a yaymıştır. Daha sonra eşini tahttan uzaklaştırmayı aklına koyan Turhan Sultan, samimi olduğu vezir ve paşalarla işbirliği yapmaya başlamıştır. Eşinin abartılı davranışlarını deliliğine delil olarak göstermeye çalışmıştır. Bunlara bir de kendi ürettiği senaryoları ekleyince belirli çevreler; padişahın aklî dengesini yitirdiğine, keçileri kaçırdığına inanmaya başlamıştır. Oysa o, deli değildi. 23 yıl boyunca kafeste kaldığı için asabî ve gergin bir ruha sahipti.

Tarihî kaynaklar Sultan İbrahim'in çok asabî ve tez canlı bir padişah olduğundan bahseder. İşlerinde ilerisini düşünmeden hareket ederdi. Öfke duygularının tesirinde kalırdı. Bu ruh hâli, vezir-i azamlarından üçünü idam etmesi neticesini doğurmuştur. Yine onun kadınlara ve eğlence hayatına düşkünlüğünden hep bahsedilmiştir. Ömrünün son yıllarında samur kürk giyme merakı peyda olmuştu. Kendisinde bu kürk merakı üst düzeyde olmasına rağmen yeniçerilere samur kürk giyme vergisi getirmişti. Bu durum yeniçerileri kızdırmıştı.

Sultan İbrahim bazı kesimlerin söylediği gibi "deli" değildi. Çünkü Osmanlı'da aklî dengesi yerinde olmayanı sekiz sene tahtta oturtmazlar. Bu konuda I. Mustafa iyi bir örnektir. Sultan I. Mustafa'yı aklî dengesi yerinde olmadığı için fetvayla tahttan indirenler, şayet gerçekten deli olsaydı, İbrahim Han'ı da tahttan indirip yerine başkasını koymazlar mıydı? İnsanları karalamak, şahsiyetlerine dil uzatmak, önüne gelene deli demek kolaydır. Fakat bu gibi hayatî konularda değerlendirme yapmak büyük bir sorumluluk gerektirir. Çünkü insanlar hakkında ileri geri konuşmak ve olmayanı olmuş gibi göstermek büyük bir vebaldir.

Sultan İbrahim'in Girit Adası'nı fethetme düşüncesi tam gerçekleşememiştir.

Sultan İbrahim zamanındaki en önemli hadiselerden birisi de Girit’in Venediklilerden alınması düşüncesidir. Girit adası, Akdeniz'in kontrolü ve güvenliği bakımından çok mühim bir konuma sahipti. Zira Malta şövalyeleri fırsat buldukça Türk ticaret gemilerine saldırıyor, sonra da Girit adasına sığınıyorlardı. Bu durum huzur ve asayişin bozulmasına yol açıyordu.

Sultan İbrahim zamanında Hicaz'a gitmekte olan hacı adaylarını taşıyan bir Osmanlı gemisi Malta şövalyeleri tarafından durdurulmuş ve de yağmalanmıştı. Gemide bulunanlardan Kızlar ağası Sümbül Ağa, bu asi ruhlu eşkıyalar tarafından öldürülmüştü. Osmanlı hac kafilesini taşıyan geminin yolunu keserek onu talan edenler, elde ettikleri malları Girit'e satmışlardı. Bu yağma hadisesi Sultan İbrahim'i çok üzmüş, onu Girit adasının fethi düşüncesine yöneltmişti. Bu amaçla hemen fetih hazırlıklarına başlanmış, donanma hazırlığına girişilmişti. Padişah fetih hazırlıklarını bizzat tersaneye giderek kontrol etmişti.

Sultan İbrahim, Girit seferini herkesten gizliyor, hazırlıklara şahit olanlara Malta seferine çıkılacağını söylüyordu. Çünkü düşmanın bunu duymaması gerekirdi. Sonunda hazırlıklar bitmiş, padişah yakınındaki devlet yöneticilerini ve akil insanları toplayarak kendilerine durumu izah etmişti. Sadrazam Mehmet Paşa böyle bir sefere çıkılmasından yana değildi. Çünkü ona göre ada fethetmek çok zor bir işti; donanmanın çok güçlü ve hazırlıklı olması gerekirdi. Öte yandan Kaptanıderya Yusuf Paşa aynı görüşte değildi. O, bu sefer için geç bile kalındığı düşüncesindeydi. Yusuf Paşa'nın görüşündekiler çoğunluktaydı.

Alınan kararın ardından donanmamız 30 Nisan 1645'te Kaptanıderya Yusuf Paşa öncülüğünde İstanbul'dan ayrılarak sefere başlamıştı. Askerler seferin Malta'ya değil, Girit'e olduğunu ancak 21 Haziran'da anlamışlardı. Birkaç gün sonra da Girit adasına çıkılmıştı.

Girit Seferi sırasında Hanya, Resmo ve bir kısım kaleler düşmanın elinden alındı. Fakat daha sonra fetihler sekteye uğradı; devam ettirilemedi. Savaşın seyri Ege Denizi'ne ve Dalmaçya kıyılarına doğru yöneldi. Venedikliler Dalmaçya sahillerindeki Klis ve Kırka Sancağı'ndaki birçok kaleyi, ne yazık ki ele geçirdiler. Öte yandan Çanakkale Boğazı'nı kuşattılar. Bu gibi olumsuzluklar Girit'in fethedilmesini geciktirdi. Girit'in fethi tam anlamıyla gerçekleşemese de fetih düşüncesi zihinlerde hep canlı kaldı. Osmanlı için çok önemli bir yere sahip olan Girit'in fethi bundan 25 yıl sonra Kandiye'nin alınmasıyla gerçekleştirilebildi.

IV. Murad'ın saltanatının son döneminde Kazaklar, Azak Kalesi'ni ele geçirmişlerdi. Sultan İbrahim, 1642'de Kazakların üstüne asker göndermiştir. Bununla da yetinmeyip onları koruyan Rus Çarını da tehdit etmiştir. Neticede Kazaklar kaleyi tahrip ederek kaçmışlardır.

İdarî teşkilâttaki yanlışlıklar yönetim boşluğu meydana getirmiştir.

Sultan İbrahim'in padişah olduğu dönemde 1640 ve 1645 yıllarında İstanbul'da iki büyük yangın gerçekleşmiştir. Bu yangınlarda şehrin önemli bir kısmı yanarak kül olmuştur.

Sultan İbrahim'in son dönemlerinde idareciler iyice bozulmuştu. Eğitim bakımından da donanımlı değillerdi. Rüşvet ve adam kayırma dikkat çekici bir hâle gelmişti. IV. Murad döneminde padişahtan korktukları için nefretlerini içine hapsedenler, İbrahim Han devrinde korku duvarlarını yıkarak içlerindeki kin ve nefretleri adeta kusmuşlardır.

Sultan İbrahim'in en büyük yanlışlıklarından biri, işleri çekip çevirecek güvenilir bir idareci kadrosu oluşturamamasıdır. İstediği sadrazamı bulamadığı için sürekli sadrazam değişiklikleri yapmış, gelen kişi daha yerini ısıtamadan(işi öğrenemeden) görevden alınmıştır. İbrahim Han devlet işlerinde devamlılık ve otorite sağlayamamıştır. Devlet, gücünü hakkıyla ve layıkıyla gösterememiştir. Böyle bir durumda doğal olarak devlet işleri de aksamıştır. Bunu fırsat bilen kötü niyetliler sürekli olumsuz propaganda yaparak padişahın saygınlığını zedelemişlerdir. Son dönemlerde sarayın başında tokmak gibi duran kötü niyetli Yeniçeri ağaları padişaha isyan etmişlerdir. İbrahim Han'ın sonunu da bu isyanlar getirmiştir.

İsyancı Yeniçerilerin liderliğini yapan Murad Ağa, Şehzade Mehmed'in öldürüldüğünü iddia ederek saraya yürümüştür. Mehmed'in ölmediği ispatlansa da, bu isyan daha da artarak devam etmiş, Sadrazam Ahmet Paşa isyancılar tarafından öldürülmüş, padişah İbrahim Han yakalanarak hapsedilmiş, yerine yedi yaşındaki oğlu Şehzade Mehmed getirilmiştir. Sultan İbrahim'i tahtından edenler, onun tekrar tahta dönebileceği korkusuyla yaşadıkları için kesin çözümü onu öldürmekte bulmuşlar, böylece İbrahim Han'ı boğdurarak şehit etmişlerdir.

Hanedanın ikinci atası kabul edilen İbrahim Han, henüz 32 yaşındayken boğdurularak şehit edildiğinde tarihler 18 Ağustos 1648'i gösteriyordu. Mazlum padişah İbrahim Han'ın naaşı Ayasofya'daki vaftizhaneye, amcası I. Mustafa'nın yanına defnedilmiştir.

YORUM EKLE