“Haksızlık” kullanılmaktan anlamı aşınmış bir sözcük. Patlak top gibi havası inmiş olduğu halde nafile yere zıplatmaya çalışıyoruz. Yerde zıplamıyorsa hiç olmazsa ağızda zıplasın diye düşünüyoruz. “Hak” doğru, hakikat, olması gereken, ödenecek karşılık gibi anlamlara geliyor. Halkımız kendisini kimin halk ettiğini çok iyi bildiği için Allah’a Cenab-ı Hak ismini de yakıştırır. Haksızlık bir nevi Rabsizlik ve de bunun sonucu olarak da hadsizliktir.
Halk kelimesi de yukarıda bahsi geçen anlam aşınmasından yeterince nasibini almıştır. Haksızlık karşısında sesini çıkarmayan kalabalıkları tanımlayan bir kelimeye dönüştürülmüş sanki. Bir zamanların trajikomik gazete manşetiyle söyleyecek olursak: Halk sahile doluştuğu için vatandaşın denize giremediği kitlenin adıdır. Halk ile halk otobüsü arasında kurulan ilgiyi de anlamak kolay değil. Halk otobüslerinin standardı halk adı verilen kitleye göre belirleniyor da onun için mi bu ad uygun görüldü acaba?
Bundan tam yarım asır evvel içlerinde Ataol Behramoğlu ve İsmet Özel’in de bulunduğu bir grup yazar “Halkın Dostları” adlı edebiyat dergisini çıkarmışlar. II. Yeni şiirine toplumsal değerlerden kopuk olma eleştirisi getiren yazarlar halka bağlılıklarını böyle bir çıkışla göstermeye çalışmışlardır. En çok da İsmet Özel’in ağzına yakışan bir sözcüktür o:
Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar
sırça kirpikli gelinler huylanır
Ben halka bakınca terlenirim
yaslanırım tarlaların gölgesine, tozuna
kirlenir gülkurusu mendilim
Benim rengimle kim yarışabilir
sancımı kimler alt edebilir ben halka bakınca?
Halk milli gelir pastasından nasibine düşeni öpüp başına koyan insanların yağmur suyuyla yıkanmış sükûtudur. “Halk Ekmek” bayilerinin önünde soğuk sıcak dinlemeden kuyruk oluştururlar.
“Gelecek yüzyıl medeniyetlerin çatışmasına sahne olacaktır” erken uyarı sistemiyle öngörülerini dünyaya açıklayan Amerikalı ünlü stratejist Samule Hungtington bir İngiliz anayasa hukukçusu olan Ivor Jennigs’in ağzından “halk” kelimesini bakın nasıl tanımlıyor: “Halk birisi halkın kim olduğuna karar verene kadar karar veremeyen topluluktur.” Halk müziği, halk edebiyatı ve halk türküleri dediğimiz vakit toprakla irtibatını henüz kesmemiş, şivesini yaşamı gibi devam ettiren bir zümreden bahsediyor olmalıyız.
Hak yoksa halk da bundan yoksun sayılacaktır. Halk ile hak arasındaki ünsiyet sanılmasın ki sadece iki kelimenin birbirine uzaktan selam vermesi ile alakalı bir durumdur. Halk emeği arada kaynayan, istemesini bilmeyen, yeten ve yetinen bir psikolojinin insanıdır. Hiç tahmin etmediği bir zamanda eline vurulup ekmeği alınır. Zafiyeti zarafetinden gelir: “Halkım Bıçaklanmış bir kadın gibidir. Kaygular içinde yapayalnız” (İ.Ö)
Kendi kalabalığa saklansa da gücü ve kuvveti bir yerlerden kendini gösterir halkın. Sokakta gördüğünüz bir insanın halk mı, vatandaş mı, millet mi olduğunu nereden anlayacağız? Sanırım bunun tek cevabı var: Görünmeyen gücünden. Anketörler milletin değil halkın peşindedirler bu yüzden. Kamuoyu ne diyor diye beklenilmez halkoyuna başvurulur. Vatandaş tatile çıkar, halk sandığa gider. Bütün günler varsılların olsa da haftada bir gün halk günüdür. Millet boğaza nazır tepelerde oturur, halka tepeden bakılır.
Haksızlık kendimize yapıldığında harekete geçtiğimiz istenmedik durum, kişisel mağduriyetin adıdır. Başkasına yapılana haksızlık demeye bir türlü dilimiz gitmez. Haksızlık şebekesini küstürmekten korkarız. Çünkü onlar bize dokunmayan yılanlardır, bize dokunmadıkları sürece bin yıl yaşamalarında bir beis yoktur. 28 Şubat’ın postmodern darbecileri de kendilerine yaşamak için 1000 yılı hedef biçmişlerdi. Demek ki neymiş? Size dokunmayan yılanlar da uzun süre yaşayamıyorlarmış.
Muhibbi mahlasıyla Kanuni Sultan Süleyman şiirinde “halk” kelimesini halkın anlayacağı dilden kullanan sultan şairlerimizden: “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi”.
“Haksızlık” şairlerin bigâne kalamayacakları bir teyakkuz durumu. “…haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar müstesna.” (Şuara-227) Sahih şairlerden olabilmek için inanç, salih amel, Allah’ı çokça anmanın yanı sıra haksızlık karşısında susmama ve öç almak gerekiyor. Neden acaba? Haksızlık karşısında susmama noktasında halka örneklik teşkil etmek için olmalı. Çünkü şair çağının tanığı, milletinin sözcüsüdür.
Şair bir şeyi yerli yerine koymak noktasında ince eleyip sık dokuyan kişidir. Kelimeleri ona göre seçer, ses ile sözü ona göre uydurur ve formla içeriği bu minvalde bağdaştırmaya çalışır. Dolayısıyla sözcükler arasında adaleti sağlamada örneklik teşkil eder. Sözcüklere zulmetmez. Şiiri yormaz. Hakikatin hatırını gözetir. Halık’a da halka da hak üzere bağlıdır. “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini en iyi anlaması gerekenler başta şairler olmak üzere bütün edebiyatçılardır. Ne yazdığının nasıl bir hesabı varsa neyi sustuğunun da bir hesabı vardır. Şeytanın hakikati ve hakikatli olanı ifsat etmek için en çok tercih ettiği enstrümandır “susmak”. Şairler sessizliğin tülünü söz gücüyle parçalarken, sözün önündeki barikatları bedeniyle bertaraf eder. Umarsızlık ve duyarsızlık telkin eden haksızlık ve halksızlık karşısında kişiliğini siper edip varlığını set yapmıştır.