Hadis ve sünnet karşıtları, hadis ve sünnetin Peygamber aleyhisselâm zamanında mevcut olmadığını, bunların birkaç asır sonra ortaya çıktığını iddia ediyorlar. Daha açık bir söyleyişle hadis kitaplarındaki rivâyetlerin sonradan uy durulduğunu ve Resûlullah'a nispet edildiğini söylüyorlar. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem hayatta iken onun ağzından çıkan sözlerin yazıldığına ve ezberlendiğine dair birçok belgeyi görmeyip bu delilsiz ve tutarsız sözleri tekrarlayıp duruyorlar.

Allah Teâla'nın, Peygamber sallallahu aleyhi veselleme tâbi olmayı, onun izinden gitmeyi tavsiye eden, ona kesinlikle karşı gelmemeyi, isyan etmemeyi emreden ayetleri de orta yerde duruyor.

Hâlbuki ashâb-i kirâm, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin yirmi üç sene boyunca ne yaptığını, nasıl yaşadığını, nasıl namaz kılıp oruç tuttuğunu, nasıl haccettiğini, huzûruna getirilen davaları nasıl hallettiğini, savaşlarda nasıl hareket ettiğini gördüler ve onun davranışlarını kendilerine örnek aldılar. "Onu canımızdan çok sevmeyi Allah emrediyor" diyerek kendisine derin bir muhabbet gösterdiler. Allah'ın Resûlü de hep onların arasında yaşadı, hatalarını düzeltti, güzel davranışlarını takdir etti. Resûlullah Efendimizin hanımları da, mahrem konulara varıncaya kadar, onun ümmetine örnek olacak hal ve tutumlarını gizlemeden anlattılar.

Allah Teâlâ, ashâb-ı kirâma, Resûl-i Ekrem'in sözlerinin mutlaka öğrenilmesi ve uygulanması gerektiğini, bu konuda aslâ tereddüt edilmemesi icap ettiğini şöyle ifâde buyurdu:

"O Peygamber kendi hevâ-hevesine göre de konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyolunandan baska bir şey değildir."[1]

İki Cihan Güneşi'nin arkadaşları da hadîs-i şeriflere bu gözle baktılar ve onun ağzından çıkan her sözü öğrenmeye ve hayatlarını ona göre düzenlemeye gayret ettiler.

Ashâb-i Kirâm Hadislere Büyük Önem Verdi

Ashâb-ı güzîn efendilerimiz, ayet-i kerîmeleri farklı bir yöntemle öğrenirlerdi. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden on âyetin okunuşunu, mânâsını ve ihtivâ ettiği hükümleri öğrenir ve onları yaşamaya çalışırlardı. Ardından aynı şekilde bir on âyeti daha öğrenirlerdi. [2]

Ashâb-ı kirâma ilim öğrenmelerini, sonra da onu başkalarına öğretmelerini Allah Teâlâ emretmiş ve şöyle buyurmuştu:

"Mü'minlerin hep birden savaşa gitmesi doğru değildir. Her topluluktan bir kısmı savaşa gitmeli; bir kısmı da ilimde derinleşip savaşa gidenler geri döndüğünde onlara Allah'ın emir ve yasaklarını bildirmelidir."[3]

Allah Teâlâ'nın bütün insanlar arasından seçtiği o özel insanlar da bu ilâhî emir gereğince, hep birden savaşa gitmediler, Peygamber aleyhisselâmdan hem Kur'ân-ı Kerim'i, hem de onun sünnetini öğrenip uyguladılar.

Şimdi ashâb-ı kirâm efendilerimizin bu âyet-i kerimeyi kulak ardı etmesi ve Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin hadis ve sünnetini öğrenmemeleri, onları başkalarına öğretmemeleri olacak şey midir? Peygamber devrinde hadis ve sünnet yoktu demeyi hangi akıl kabul edebilir?

1. Hadis ve Din Öğrenmek İçin Günlerce Medine'de Kalırlardı

Ashab-ı kirâm Peygamber Efendimizin yanında bulu nur, sonra ondan öğrendiklerini ailelerine öğretmek için evlerine giderlerdi. Mâlik ibni Huveyris radiyallahu anhın anlattığına göre, bazı gençler Resûlullah sallallahu aleyhi vesellemin yanında yirmi gün kalıp dinlerini öğrenmişler, Allah'ın Resûlü onların ailelerini özlediklerini anlayınca, evlerine dönmelerini, öğrendikleri bilgileri ailelerine öğretmelerini ve kendisinden görüp öğrendikleri gibi namaz kılmalarını emretmişti.[4]

2. Resûl-i Ekrem'in Yanında Nöbetleşe Kalırlardı

Herkes gibi ashâb-i kirâmin da ailesi ve mesleği vardı. Onlar da geçimlerini temin etmek için bir iş tutmak zorundaydı. Mesleklerini icra ederken, Peygamber aleyhisselâmın yanında bulunmayı, onu dinlemeyi, yeni vahiyleri bizzat duymayı ve dinlerini birinci elden öğrenmeyi isterlerdi. Hz. Ömer'in anlattıkları pek ibretlidir. O, Ensâr'dan olan bir komşusuyla nöbetleşerek gün aşını Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin yanında kalır, o gün gelen vahiyleri ve gün boyu olup bitenleri akşam birbirlerine anlatırlardı.[5]

3. Hadis Öğrenmek için Sıkıntılara Katlanırlardı

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem vefat edince, onun hadislerini derleme arzusu bazı sahâbileri harekete geçirdi. Abdullah ibni Abbâs radiyallahu anhüma bu ihtiyacı Medineli bir zâta açtı. Onun, bu kadar sahâbi hayattayken hadisleri derlemeye gerek olmadığını söylemesi üzerine, İbni Abbas bu önemli görevi tek başına yapmaya karar verdi. Hadis bildiğini tesbit ettiği sahâbilerin evlerine gider ve onların ezberindeki hadisleri kaydederdi. Aradan zaman geçip de insanlar hadis öğrenmek için İbni Abbâs'in etrafında toplanmaya başlayınca, o Medineli zat hatasını anladı ve Abdullah ibni Abbâs'in ondan daha akıllı olduğunu söyledi."[6]

Cabir ibni Abdillah radıyallahu anhümâ, bilmediği bir hadisi Peygamber aleyhisselâmdan duyan Abdullah ibni Üneys'den öğrenmek için deve sırtında Medine'den Şam'a seyahat etmişti.[7]

Ebû Eyyûb el-Ensâri radiyallahu anh, mü'minin ayıbını gizleme konusundaki bir hadisi Ukbe bin Amir'e teyit ettirmek için aynı şekilde deve sırtında Medine'den kalkıp Mısır'a gitmişti.[8]

4. Hadisleri Birbiriyle Müzâkere Ederlerdi

Ashab-ı kirâm Peygamber Efendimiz'den duydukları hadis-i şerifleri iyice ezberlemeye ve bu hadislerin ihtiva ettiği fıkhî hükümleri anlamaya çalışırlardı. Bunun için de Resulullah sallallahu aleyhi vesellemin yanından ayrıldıktan sonra bir araya gelir ve bu hadisleri müzakere ederlerdi.[9]

Hz. Aişe'nin bir huyu vardı: Bilmediği bir şeyi duyunca, onu iyice öğrenmek için tekrar tekrar sorardı. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi veselleme de bu maksatla çeşitli sorular yöneltirdi."[10]

5. Ayıp Sayılan Konuları Bile Sormaya Utanmazlardı

Dini iyice öğrenmek ve Allah Teâlâ'nın istediği gibi yaşamak ashâb-ı kirâmın en büyük emeliydi. İşte bu düşünceyle, ayıp sayılan konuları bile Peygamber aleyhisselâma sorup öğrenmekten çekinmezlerdi. Hz. Aişe, "utanma duygusu Ensâr kadınlarının dini öğrenmelerine engel olmamıştır" derken bu duruma işaret etmişti. Nitekim onlar, Resûl-i Ekrem'in huzuruna çıkıp, ihtilâm olan kadınların yıkanıp yıkanmayacağını bile sormuşlardı.[11]

Bu misâllerden anlaşılacağı üzere ashâb-ı kirâm sünneti bizzat Peygamber aleyhisselâmdan öğrenmiş ve uygulamışlardır.

Daha önce de söylendiği gibi hadis ve sünnet ya Kur' ân-ı Kerîm'i bir şekilde açıklamış veya Kur'ân-ı Kerîm'de belirtilmeyen konularda müstakil hükümler ortaya koy muştur. Demek oluyor ki hadis ve sünnet, Peygamber Efendimiz henüz hayatta iken, hayatın her alanını kapsayacak şekilde vardı. Ashab-ı kirâm da onları hayatlarının her safhasında uyguluyorlardı. İşte bu sebeple hadislerin Resûl-i Ekrem'in vefâtından sonra derlendiğini söyleyenlerin bu iddiası tamamen tutarsızdır ve gerçeği yansıtma maktadır.

Ashab-ı kirâm hadisleri hem yazarak hem ezberleyerek öğrenir, bunları kendi aralarında müzakere eder ve öğrendiklerini uygulardı.

Burada şunu hatırlamak gerekir: Araplar genel anlam da ümmî bir milletti, yani okuma yazma bilenleri son derece azdı. Bu sebeple kültürlerini, asırlardan beri şaşılacak derecede berrak hâfızalarında saklamak suretiyle yaşatmışlardı. Yazıya güvenen ve yazdığıyla yetinenlerin hâfızası ise o kadar güçlü değildir.

Ashâb-ı kirâm işte bu özellikleri yanında, Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sözünü din diye kabul ettikleri, hadis-i şerifleri ezberleyip onları daha sonraki nesillere aktarmayı dinî bir görev bildikleri için, ezberlerindeki bilgileri yaşamak suretiyle korumaya büyük önem vermişlerdir.

Genel mânâda durumun böyle olması yanında, bizzat Resûl-i Ekrem'in izni ve bilgisi ile hadisleri yazan sahâbiler olduğu tarihi bir gerçektir.

Prof. Dr. Mehmet Yaşar Kandemir

Kaynak: Hadis Karşıtları Ne Yapmak İstiyor?, Tahlil Yayınları

Dipnot:

[1] Necm 53/3-4

[2] İbni Ebî Şeybe, el-Musannef (Hût), II, 413, nr. 940; Ahmed ibni Hanbel, Müsned, V, 410, nr. 23878.

[3] Tevbe 9/122.

[4] Buhâri, Ezan 17, 18, nr. 628, 631; Müslim, Mesàcid 292, nr. 674.

[5] Buhâri, İlim 27.

[6] Hatib el-Bağdadi, el-Cami' li-ahlakı'r-ravi (Tahhân), 1, 158, nr. 215.

[7] Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III, 495, nr. 16138; Hakim, el-Müstedrek (Ata), II, 475, nr. 3638.

[8] Abdürrezzak, el-Musannef (A'zami), X, 228-229, nr. 18936; Ahmedibni Hanbel, Müsned, IV, 153, 159, nr. 17526, 17593.

[9] Hatib el-Bağdadî, el-Cami' li-ahlakı'r-râui (Tahhân), 1, 236, nr. 464.

[10] Buhâri, İlim 35, nr. 103, Rikak 49, nr. 6537.

[11] Buhârî, İlim 50, nr. 130; Müslim, Hayz 32, nr. 313.