İslâm dini, elbette akla değer verir. Ama o küheylanın başı boş bırakıldığı zaman neleri kırıp dökeceğini iyi bildiği için, onu dizginlemeyi uygun görmüştür.
Uzun zamandan beri öz kültürlerinden koparılmaya ve ona yabancılaştırmaya çalışılan insanımızın yediği vurguna ve derin acıya bir çare, gönlündeki ve zihnindeki boşluğu dinini yanlış öğrenerek gidermesine bir önlem olarak yazılan Tahlil Yayınları’ndan Prof. Dr. Yaşar Kandemir imzasıyla çıkan eserde, hadisi şerifler üzerinden oluşturulmuş kafa karışıklıklarının giderilmesine gayret edilmiştir.

Hocanın ifadesiyle; sonuna eklenen tebliğ dışında, bu kitabın hiçbir yerinde hadis karşıtlarının adları zikredilmedi. Çünkü onlar ekecekleri fitne tohumlarını ektiler, nicelerini etkilediler, sonra da ölüp gittiler. Şimdi İslâm dünyasında ve bizim memleketimizde onların çömezleri, üstadlarının bıraktığı yerden azdırma faaliyetine devam ediyorlar. Yine kendisinin özellikle bvurguladığı üzere; bugün sözde din âlimleri var. Onlar, halkımızın anlamakta zorlanacağı konuları televizyonlara taşımaktan, bu konular üzerinde uzun uzun konuşup tartışmaktan geri durmuyorlar. Halkın din ve îmân sağlığını düşünmeden, bir ilmihâl meselesini konuşur gibi ve sanki bu zihin karıştıran meseleleri bilmeye ihtiyaç varmış gibi, onları ballandıra ballandıra gündeme getiriyorlar. Horoz dövüşüne meraklı olanlar da, televizyon başında çaylarını yudumlarken, onların şaklabanlıklarını kâh gülerek, kâh şaşırarak seyrediyorlar. Sonra da o konuları, günlük sohbetlerinde dile getiriyorlar. İmâm Buhârî'nin kitabını uydurma hadislerle doldurması, Ebû Hureyre'nin "hadis yumurtlaması" üzerine derin (!) konuşmalar yapıyorlar. Saf halkımız da, hoca zannettikleri bu üçkâğıtçıların, kendilerine bir faydası dokunmayacak olan sözlerini, dinin derin meselelerini öğreniyoruz diye köpürdetip duruyorlar.

Hadis karşıtlarını ikna etmek mümkün olmadığı için, onların durumu değil de bu kimseleri alim zanneden Müslümanların durumu yürek sızlatan acıklı bir dert sebebidir. Yalanı ustalıkla söyleyenlerin tuzağına düşebileceklerini düşündükçe, onlar adına hayıflandığı için yazar; en çok gündemde tutulduğunu gördüğüm bazı konularda, özellikle bilinmesi gerekenleri vurguluyor ve şöyle devam ediyor:

“Allah rahmet eylesin, Kādî İyâz da öyle yapmıştı.

Bu ünlü âlimimiz Şifâ-i Şerîf'i, Resûl-i Ekrem'in peygamberliğini inkâr eden ve onun mucizelerine dil uzatan kimseler için yazmadığını söylemişti. Mûcizelerin varlığına inanmayanları ikna etmek için aklî ve nakli deliller getirme ye ihtiyaç duymadığını belirtmişti. O, bu ölümsüz eserini, Peygamber aleyhisselâmın dâvetini kabul eden ve onun peygamberliğini tasdik eden Müslümanların Resûlullah'a besledikleri muhabbeti artırmak, onun sünnetine daha faz la sarılmalarını sağlamak ve îmânlarını kuvvetlendirmek için yazdığını belirtmişti.”

Şaibeli konularda oldukça zengin ve ufuk açıcı bir ihtivaya sahip olan eserde konunun daha iyi anlaşımasına yönelik bazı bölümleri alıntılamak gerekirse:

“Allah Teâlâ, kullarının kendisini bilmesini ve tanımasını istedi. Bu sebeple onlara her devirde peygamberler gön derdi. Son olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemi görevlendirdi ve ondan insanlara şunu söylemesini istedi:

Ey insanlar! Ben Allah'ın elçisiyim; beni size O gön derdi. Sizden hem kendisine, hem de bana îmân etmenizi istedi. Doğru yolu bulmak için bana uymanızı emretti. [1]

Allah Teâlâ, Peygamber Efendimize vazifesini bildirirken şöyle buyurdu:

"Sana, kendilerine gönderileni insanlara açıklaman, onların da üzerinde düşünmeleri için bu Kur'an'ı indirdik."[2]

Demek ki Resûl-i Ekrem'in görevi insanlara sadece Kur'ân-ı Kerîm'i duyurmak değildi; ayni zamanda onlara dünyada nasıl yaşayacaklarını göstermek için, Kur'ân-ı Kerîm'i sözleri ve uygulamalarıyla açıklamaktı.

Allah'ın kitabını açıklamak çok önemli bir görevdi. Bu görevi yapacak olan kimsenin hata etmemesi gerekti. Kâinatın Rabbi, Peygamber aleyhisselâmın insanlara dini öğretirken ve Kur'ân-ı Kerîm'i açıklarken hatâ etmeyeceğini şöyle bildirdi:

“O Peygamber kendi hevâ-hevesine göre konuşmaz. Onun söyledikleri kendisine vahyolunandan başka bir şey değildir."[3]

Şu olay Resûl-i Ekrem'in yanlış bir şey söylemeyeceğini göstermektedir:

Abdullah ibni Amr ibni As radıyallahu anhümâ anlatıyor:

“Ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden duyduğum her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyşliler bana:

"Sen Peygamber'den duyduğun her şeyi yazıyorsun. Halbuki o da bir beşerdir. Kızgın olduğu zaman da konuşur, memnun olduğu zaman da” dediler. Böylece hadisleri yazmama engel oldular. Ben de onların bu sözünü Allah'ın Resûlü'ne ilettim. Bunun üzerine Fahr-i Alem sallallahu aleyhi ve sellem, parmağıyla ağzını göstererek şöyle buyurdu:

“Sen yazmaya bak! Canımı kudretiyle elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, buradan sadece hak söz çıkar."[4]

Demek oluyor ki, Allah Teâlâ Resûl-i Ekrem'ini konuşurken hata etmekten korudu. O da bu güven içinde, Kur'ân-Kerîm'in açıklanması gereken âyetlerini ashabına açıkladı. Ashâb-ı kirâm efendilerimiz de, Kur'ân-Kerîm'in tefsiri demek olan bu açıklamaları yazdılar ve ezberlediler. İşte hadîs-i şerîfler böyle meydana geldi.

Nitekim İmâm-ı  zam Ebû Hanîfe: “Sünnet olmasaydı hiçbirimiz Kur'an'ı anlamazdık” demiştir.[5]

Demek oluyor ki Kur'ân-Kerîm ile hadîs-i şerîfler birbirine ayrılmayacak şekilde bağlıdır. Hadîs-i şerîfler olmadan Allah'ın kitabını doğru anlamak mümkün değildir.

Hadis ve sünnetin vazgeçilmezliği

İslâm dininin başlıca iki kaynağı vardır. Birincisi Kur? ân-ı Kerîm, ikincisi onu açıklayan hadis ve sünnettir.

Hadis ve sünnet neden dinin ikinci kaynağıdır?

Çünkü Allah Teâlâ kullarına Peygamber aleyhisselâmı göstererek şöyle buyurmuştur:

Peygamber'e itaat etmek, Allah'a itaat etmektir.[6]

Eğer Allah'ı seviyorsanız Peygamber'e uyun ve ardınca gidin.[7]

Peygamber size ne verdiyse alın, neyi yasakladıysa ondan sakının.[8]

Allah ve Resûlü bir konuda hüküm bildirdiği zaman, mü'min olan kimsenin o konuda başka bir tercih te bulunma hakkı yoktur.[9]

Bu âyet-i kerîmeler, Peygamber buyruklarının din demek olduğunu göstermektedir. Şu halde Müslüman, din demek olan hadîs-i şerîflere uyacak ve onları baştâcı edecektir.

Aklı başında bir insan çıkıp da, bu âyetlerde Peygamber'in sözlerine değil, onun getirdiği Kur'an'a uyulması isteniyor, diyemez. Çünkü bu âyet-i kerîmelerde, iddia edildiği gibi bir belirleme, ayırma (tahsis) değil, genelleme vardır. Ve bu âyet-i kerîmelerde Müslümanlara şu emredilmektedir:

"Peygamber'in ağzından çıkan her sözü alın, ona uyun, kesinlikle Allah'ın Resûlü'ne karşı gelmeyin."

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbina, ileride birtakım anlaşmazlıklar çıkacağını haber vermiş ve şu tavsiyede bulunmuştur:

“Anlaşmazlıklar çıktığı zaman benim sünnetime ve doğru yolda olan Hulefâ-i Râşidîn'in sünnetine sımsıkı sarılın.”[10]

Bu tavsiyesiyle Allah'ın Resûlü, hadis ve sünnetinin ilâhî kaynaklı olduğunu, söz ve davranışlarının her zaman insanlara yol göstereceğini ve onlardan hiçbir zaman vaz geçilemeyeceğini göstermiştir.

Sünnet inkarcılarının ortaya çıkışı

Hadis ve sünnet inkârcılığı yeni bir olay değildir. Peygamber Efendimiz’in Rabbi’ne kavuşmasını fırsat bilen İs lâm düşmanları, o günden kısa bir süre sonra faaliyetlerini hızlandırdılar. Dini anlamak ve yaşamak için Kur'ân-ı Kerim'in yeterli olduğunu, hadislere ihtiyaç bulunmadığını söylemeye başladılar. Esasen İslâm’ı içten yıkmaya çalışan bu şahısların ortaya çıkacağını Allah'ın Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem daha o zamanlar haber vermiş ve şöyle buyurmuştu:

"Şunu iyi bilin ki, bana Kur'an-ı Kerîm ile birlikte onun bir benzeri daha verilmiştir. Evet, şunu iyi bilin ki, pek yakında koltuğuna kurulmuş karnı tok bir adam ortaya çıkacak ve şöyle diyecek:

'Şu Kur'an'a sarılın; onda helâl olarak bulduğunuz şeyleri helâl, haram olarak bulduğunuz şeyleri de haram bilin!'

"Şunu iyi bilin ki, ehli eşek eti, yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanların eti, önemsiz olan yitikler dışında, zimmîlerin kaybettiği şeyler size helâl değildir."[11]

“Herhangi birinizi rahat koltuğuna yaslanıp da kendisine benim emrettiğim veya yasakladığım bir şey geldiği zaman: 'Biz Kur'an'dan başka bir şey bilmeyiz. Allah'ın Kitâbı'nda ne bulursak ona uyarız' derken ke sinlikle bulmayayım."[12]

Bu ve benzeri hadis-i şerifler Peygamber Efendimiz’in sayısız mûcizelerindendir. Bu hadis-i şerîflerde "karnı tok, sırtı pek" diye anılan kimseler hadis karşıtlarıdır. Bunlar, yemekten içmekten, yatıp uyumaktan başka bir şey düşünmeyen, nimetin baştan çıkardığı kibirli ve kendini beğenmiş kimselerdir.

Çok yiyenlerin anlayışlarının azaldığı da bilinen bir gerçektir. Belli ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu anlayışı kit, kibirli şahısların hadis ve sünnet aleyhindeki sözlerine fazla değer vermemek gerektiğine de işaret buyurmaktadır.

Şunu hiçbir zaman unutmamak gerekir:

İslâm karşıtlarının asıl derdi hadis-i şerîfler değil Kur'-. ân-ı Kerîm'dir. Onlar şunu çok iyi biliyorlar ki, doğrudan Allah'ın kitabına hücum etmek şimdilik uygun değildir. El bet onun da bir zamanı vardır. Zamanı gelmeden Kur'ân-ı Kerîm'e dil uzatmak, taraftar kaybına sebep olur. Hadisler ise Kur'ân-Kerîm'in önündeki en büyük engeldir. Öncelikle Müslümanların ona duyduğu güveni sarsmak gerekir.

Hadis inkârcıları aslında neyi hedefliyor?

Hadis düşmanlarının birkaç hadisi dillerine doladıklarına bakıp da onların sadece bu hadisleri mesele yaptıkları sanılmamalıdır. Onların asıl meselesi bütün hadisleri değer siz göstermek ve onlara duyulan güveni sarsmaktır.

Bunun için ne yapıyorlar?

Hadislerin Peygamber Efendimiz’in sözü olmadığını, onların daha çok hicrî 2. ve 3. yüzyıllarda uydurulduğunu iddia ediyorlar.

Hadis-i şerîfleri bize nakleden bütün sahâbîlere hücum ediyorlar. Onların güvenilir kimseler olmadığını söyleyerek ashâb-ı güzîn efendilerimizi aşağılıyorlar. Sadece sahâbîleri değil, hadislerin senedinde yer alan bütün râvileri yalancılıkla itham ediyorlar.

Biz bir hadisi savunurken ve "Bu hadîs-i şerîf, Kur'ân-ı Kerim'den sonra en güvenilir hadis kitabı olan Sahîh-i Buhâri de var” diye ter dökerken, onlar İmâm Buhârî'nin de, diğer hadis âlimlerinin de hadis uyduran birer yalancı olduklarını öne sürüyorlar.

Kur'an'a, akla ve mantığa aykırı sözler ihtiva ettiği iftirasıyla hadis kitaplarını değersiz buluyorlar.

Kısacası İslâm düşmanları hadisle ilgili her şeyi aşağılıyorlar. Hatta bu Peygamber mîrâsının Yahudilerin ve diğer dinlerin kitaplarından aşırıldığını söyleyecek kadar seviyesizleşiyorlar.

Batılı İslâm düşmanlarının derdini anlamak kolaydır. Fakat onların ardına düşen ve yöntemlerini aynen uygula yan, hatta onlardan daha ileri giden bizim yerli müsteşrikleri anlamak hiç de kolay değildir.”

Dipnot:

[1] A'râf 7/158.

[2] Nahl 16/44.

[3] Necm 53/3-4.

[4] Ebû Dâvûd, İlim 3, nr. 3646; Dârimî, Mukaddime 43, nr. 501; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 162, 192, nr. 6510, 6802.

[5] Zeynüddîn el-Irâki , el-Müstahrec ale'l-Müstedrek li'l-Hakim, s. 15; Kāsimî, Kavâ'idü't-tahdîs, s. 52, 298.

[6] Nisâ 4/80.

[7] Ali İmrân 3/31.

[8] Haşr 59/7.

[9] Ahzâb 33/36.

[10] Ebû Dâvûd, Sünnet 5, nr. 4607; Tirmizi, İlim 16, nr. 2676; İbni Mace, Mukaddime 6, nr. 43.

[11] Ahmed ibni Hanbel, Müsned, IV, 130-131, nr. 17306; Ebû Dâvûd, Sünnet 5, nr. 4604.

[12] Ebû Dâvûd, Sünnet 5, nr. 4605; Tirmizî, İlim 10, nr. 2663; İbni Màce, Mukaddime 2, nr. 12, 13.