Şimdi bunu diyebilecek bir siyasi var mı?

Komünist Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1957'de Eyüp Camii'nin yanında yaptığı konuşmada bir Amerikalı'ya ve 'bu topraklara saldıran 72 buçuk kefereye' kefere diyebilmişti. Şimdi bunu diyebilecek bir siyasi var mı?

“Çiçekten buluttan bir şenme alıp

“Hu!” dedik meclis’i rindane geldik

Bir lokma, bir hırka, bir külah kafi

Yunus’la bir bir imtihane geldik

Coştuk da, yahu asumane geldik...”

Allah - Peygamber - Kitap, Dr. Hikmet KıvılcımlıSonradan materyalist olacak bir adama ait bu mısralar. Hikmet Kıvılcımlı’ya. Nam-ı diğer Doktor. Tıbbiyeli gerçekten de. Türkiye sosyalist-komünist hareketi içinde epey farklı bir isim. Ömrü hapislerde geçmiş. 1902 Priştine doğumlu. Balkanlar’ın çok karışık ve çileli döneminde doğmuş bir Boşnak yani.

Hikmet'e Hz. Ali'nin isminin verilmesi

‘Kosova vilayetinin İştip kazasında hastalanıyor. Bir gece, Bektaşi tekkesi türbesinde yatan Ali Baba, sandukasından fırlayarak Seher teyzenin rüyasına giriyor. Çocuğun iyileşmesi isteniyorsa, Ali adıyla adlandırılmasını, o zaman Hazret-i Ali gibi “Kılıcı kuvvetli” olacağını, yoksa öleceğini bildiriyor: Hikmet “Ali” oluyor.’ Böyle anlatıyor kendisi, ikinci isminin Ali olma hikâyesini.

Bir omzunda tüfek, bir omzunda Kur'an

Çocukluğunda hatırlayabildiği şeyler hiç de iç açıcı değil. Çünkü Balkan savaşı başlamıştır. Katliamlardan kaçan Müslümanların acıları yer eder muhayyilesinde. Önemli ayrıntılara değişik bir anlatım tarzıyla değinen bir komünist Kıvılcımlı. Şöyle anlatıyor mesela Balkanlar’dan zorunlu göçü: ‘Balkan Harbi patladığı gün çocuk kendisini yeniden İştip’te buluyor. Ulusların kanlı göçü başlamıştır. Çocuk birkaç güne kadar geri dönmek üzere göçmenler mahşerine kapılıyor. Bir omuzda taşınamaz Manliher tüfeği, öbüründe Kur’ân-ı Kerim kesesi.’

Soldan sağa: Kemal Tahir, Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı (Çankırı Cezaevi)Materyalist oluşu

Materyalizme geçişi elbette bir süreç içinde gerçekleşmiştir. Doktor, yaşamının evrelerini çok öz bir şekilde kaleme alırken, bu geçişi enteresan bir şekilde dile getirir: ‘“Kul ya eyyühel-kafirun...” suresinden materyalizme atlayış... Türk Ocakları... Kurtuluş, aydınlık mecmuaları... Sosyalizm... Anadolu’ya bütün sınıflarıyla geçme hazırlığı. Gelen gizli emir: “Şimdilik derslerinize çalışın!”

Ayetle başlar Eyüp konuşmasına

Yüzlerce makale ve kitap yazan bu sosyalist aydın, fikirlerini toplumsal anlamda yaşama geçirebilmek için siyasi bir parti kurar. Yurt sathında vatandaşlarla dertleşmek için yollara düşer. 1957’de Eyüp’te Cuma günü bir konuşma yapar. Anlaşıldığı kadarıyla Cuma namazına gitmemişlerdir. Ama ezan okunurken konuşmaya ara verilmiştir. Konuşmaya ‘Muhterem Vatandaşlarım! Sevgili İşçi kardeşlerim! Bugün, Müslüman İstanbul'umuzun, İstanbul'dan önce Müslüman olan Eyüp bölgesinde Vatan Partisi'nin sesini duyurmaya geldik.’  diye başlayan bir sosyalist parti lideri Kıvılcımlı.

Emeğe vurgu yapmak için Kur’an’dan bir ayetle konuşmasını sürdürür: ‘İslamın büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi: "Leyse lil insane illâ mâ seâ" der. (Yani: İnsan için, çalışmaktan, emekten başka her şey yalandır) der.’ (Ayet biraz eksik söylenmekle beraber, bu konuşmayı yazıya geçirenlerin siviller olduğunu unutmamalı. )

Hülefâyi Raşidîn’in ‘kuvvetli demokrasi’si Hikmet Kıvılcımlı

Caminin tüm İslamları toplayan bir mekân olduğunu belirten Kıvılcımlı, cumanın da Hak için toplanma günü olduğunu belirtir. ‘İşte o büyük ve necip dava (hak arayışı), bugün dünyada insanlığın arıya arıya henüz bulabildiği, henüz güçlükle çalışabildiği Demokrasi dediğimiz gâvurca lakırdının ta kendisidir.’ (Doktor Hikmet Ali, Hz. Ömer’e karşı çıkan bir sahabinin, sözünü sakınmadan nasıl O’nu eleştirdiğini ve devlet başkanı Ömer’in de kızmadan adsız vatandaşı dinlediğini açıklıyor. Daha sonra da Hülefâyi Raşidîn’in ‘kuvvetli demokrasi’sinin Muaviye döneminde silinmeye çalışıldığını belirtir. ‘Ve derebeğilik ondan sonra başladı.’ )

Gâvura gâvur diyebilen kaç kişi kaldı?

Gördüğümüz gibi ‘gâvurca lakırdı’ diyor demokrasi için. Evet, Avrupa’nın ‘büyüklüğünü’ kabulleniş vardır. Fakat gavur demekten ve hatta ecnebilere kızgınlığını belirtmek için onlara ‘kefere’ demekten çekinmemektedir. İşte kızdığı bir Amerikalı’ya kefere dediği cümle: ‘Bu kurdukları da, yalnız, gene bir keferenin, bir Amerikalı Tornburg isminde akıl hocalarının onlara tavsiye ettiği sanayi olur. Yani, o adam: Siz Türkler hafif sanayi kurun, der. Şeker fabrikası, çimento fabrikası, tamirhane... Ben size makina yollıyacağım, siz bunları tamir edecek yer açın. Bunu söylüyor ve biz de onu yapıyoruz.’

Hikmet KıvılcımlıMilli Mücadele’den bahsettiği bir yerde ‘72 buçuk kefere bu topraklara saldırdığı zaman…’ der gene. Acaba bugün, İstiklal Savaşı’nı anlatırken bu cümleyi kuracak bir solcu, sosyalist, komünist var mıdır? Hatta İslamcı aydınlar içinde de bu sayının gittikçe azaldığını görmek normal midir? Peki ya siyasiler, siyasi partiler içinde bu dili kullanabilecek kimse kaldı mı sizce?

'Türkler', levantenler ve hür basın!

Vatandaşların emeğini sömüren tüccarları bezirgân diye niteleyen Kıvılcımlı, bunlara yüz veren ve yol açan siyaset erbabını da sert bir şekilde eleştirir. Türkiye’nin emeğini sömüren bu bezirgânların kendilerini Türk olarak belirtmesinin sebebini ise şöyle seslendirir: ‘Belki içlerinde Türk te var, amma geri kalan hepsi Levanten çıkmıştır. Yani Mişan, Kostaki... Ama, Firmasının başı, kocaman antet.. Gidin görün, Beyoğlu'nda gezin görün... Hertarafta, başta kocaman "Türk!" Çünkü 'Türk' değil, vatandaşım.’ Aynı mantığı basın için de yürütür ve şöyle der: ‘Al bunu, bizim basına çevirin. Alnının ortasına basmış: 'Hür basın!' Neden? Çünkü şüphesi var kendisinden, şüphesi var vicdanından, şüphesi var hürriyetinden... Hür değil.’ Yıllarca devam eden saltanat sahiplerinin ipliğini ta o zamandan pazara çıkarmış isimlerden biri de Kıvılcımlı. Ama maalesef o da etkili olamamış.

Daha pek çok meselenin dile getirildiği Eyüp konuşmasından sonra Hikmet Kıvılcımlı ve Vatan Partisi hakkında dava açılır. Sonuç ne mi olur? ‘İslam hümanizması üzerine Eyüp söylemi. İlkin dini siyasete alet etmekten, sonra Vatan Partisi’ni kurmaktan Harbiye kumandanlık hücrelerinde 6 ay aralıksız, bir tek gün, gün ışığı görmeyiş. İki yıl Sultan Ahmet aydınlık cehenneminde tutukluluk.’

 

 

Mustafa Nezihi Pesen dikkat çekmek istedi