Bir sürre alayı ki bu kez yalnızca hediyeler değil yarım asrı geçkin bir cihan devletinin, onu kuran ve idare eden hanedanının ve dahi sultanının itibarını da götürüyor. Bir sürre alayı ki işgal edilmiş kutsal emaneti kurtarmaya gidiyor ve bir sürre alayı ki koskoca beş yılın ardından inkıtaya uğramış bir dini, bir vatani görevi tamamlamak iştahıyla yola çıkıyor... Bu kervan Sultan İkinci Mahmud’un ‘yeter artık’ deyip Mekke’ye gönderdiği kutsal yolun yolcusu uçsuz bucaksız bir kervan…

İskender Pala, bu kez Kapı Yayınları’ndan çıkan eseri Kervan'la karşımızda. Yazar yine çok isimli, yer ve zaman örgüsüyle tutarlı, ayrıntılı anlatımla anlaşılmadık bir şey bırakmayan ve gelecekte çok lazım olacak ipuçlarıyla dopdolu bir eser kaleme almış. Müjde şu ki tanıdık İskender Pala tarzı aynı biçimde devam ediyor, hiç eksilmeden ve hatta artarak… Tüm İskender Pala eserlerinde olduğu gibi bu eserde de pek özgür sayılmayız. Yazar, bizi kendi çizdiği istikamet doğrultusunda alıp götürüyor. Fakat biz de bu istikamette yürümeye ve hatta koşmaya gönüllüyüz.

Eserde anlatıcı rolünde Yahya Efendi adında genç bir vakanüvis var. Hep olduğu gibi tüm olaylara şahitlik eden, şahitlik etmese de duyan, duymasa da çıkarımlar yapan bir anlatıcı... Yahya Efendi, kendisinin de talebiyle resmi olmayan bir vazifeyle katılıyor alaya. Onun burada bulunmasına önayak olan Şeyhülislam Efendi, Vehhâbî elebaşlarının olası eylemlerinin kayıt altına alınmasını istiyor. Önceki yıllarda herhangi bir vakanüvis tayin edilmediğini ve bunun ilk olduğunu Yahya Efendi’den duyuyoruz. Kervan ilerledikçe ve olaylar peş peşe yaşandıkça vakanüvislik vazifesinin bir sebepten askıya alındığını göreceğiz. Ancak bu mesele kurguda herhangi bir değişikliğe yol açmıyor. Kervan, yavaş ilerlese de olaylar hızlı…