"Vardım ki yurdundan ayak göçürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı"

                               Bayburtlu Zihni

Ahıska Türkleri yahut bitmeyen göç

Hangi milletten ve milliyetten olursa olsun, yurdundan koparılan toplulukların dayanılmaz acıları ve yüreklerden taşan hüzünleri birbirine benzer. Sebepsiz ve zamansız göçler yuvaları darmadağın eder. Gün gelir ümit çiçekleri çamura saplanır. Huzura açılan gemiler bir anda karaya oturur. Yaralar dermanın izini yitirir. Düş bahçeleri çoraklaşır.

Kolay değildir insanı yerinden ve yurdundan eden hüzün sarmaşığı göçler. Zira tarifi imkânsız hüzünlere gebedir göçlerin öbür ucu. Göçerken giden mi, kalan mı terk eder bilinmez. Beden giderken yürek geride kalır. Sıla hasretini yaşamayan bilmez. Bu öyle bir acıdır ki hayatı yaşanmaz kılar. Bu acı zaman geçtikçe çoğalır, taşınmaz bir hâl alır.

Göçler kışa evrilen hazan misalidir. Yenilmişliğin resmidir hüzün tuvallerinde. Yürek ağacının yapraklarını dökmesidir güz vakitlerinde. Hatıralar kovanına çomak sokmaktır (z)amansızca. Göç trenlerinin raylarından çıkan gıcırtılar yas tutan yüreğin hıçkırıklarıdır.

Hayatı çekilmez kılan sürgün, yalnızlığın ve hüznün hem sebebi hem de sonucudur. Hakikatte sahipsizlerin sahibine sığınanlar yalnız değillerdir. Özgürlük çiçeklerini açtıran içe akan gözyaşlarıdır. Her sürgün acıyla ve gözyaşıyla karılmıştır kanımca. Fakat her sürgünün ufkunda doğmayı bekleyen bir güneş vardır. Bu güneşi doğduran sabır ve metanettir.

Her göçün orta yeri hüzün panayırıdır. Her göç yeni bir kapının tedirgin bir ruh hâliyle çalınmasıdır. Kapının ardınla Tanrı misafirini nelerin beklediği bilinmez.

Göç deyince ruhuyla bedeni ayrı diyarlara düşen Ahıska Türkleri gelir aklıma. Yurtlarında insanca yaşama imkânı tanınmayan mültecilerin kaderi kesişir acının koyaklarında. Gidenlerin ardından serpilen su, hasretin yangınını söndürmeye yetmez.  Her göçün acı semeresi aynıdır; gül yüzlü çocuklar öksüz, analar evlatsız, gelinler dul kalır.  

"Ahıska bir gül idi gitti/Söyleyin Sultan Mahmud’a/İstanbul kilidi gitti"

"Akıska, Ahısha olarak da bilinen ve günümüzde Akhaltsikhe adını taşıyan

şehir Posof ırmağı üzerinde kurulmuş olup Türkiye sınırına 15 km. uzaklıktadır. Ahıska Gürcüce "yeni kale" anlamına gelen ahal-tsihenin Türkçe ve Farsça şeklidir." (İdris Bostan, Ahıska Maddesi, TDV İslâm Ansiklopedisi)

Bereketli Güney Kafkasya topraklarının merkezi şehridir Ahıska. Bir göç kavşağı olan bu önemli bölge, milattan öncesine kadar birçok kavme tanıklık etmiştir. Büyük bir stratejik ehemmiyete sahip olan bu bölge, bugün Gürcistan toprakları içerisinde yer almaktadır.

Önemli bir yerleşim yeri olan Ahıska, 1048’den itibaren Selçuklu hakimiyetine girince Türk boyları Orta Asya’dan buraya göç etmişlerdir. Daha sonra burada başkenti Ahıska olan Atabek Devleti kurulmuştur. 1578’de Osmanlı-İran Savaşı’nda Osmanlılar Ahıska Kalesi’ni ele geçirerek bu toprakların yeni hâkimi olmuşlardır. Osmanlılar burada merkezi Ahıska olan Çıldır Eyaleti’ni kurmuşlardır. Geçen zaman içerisinde Ahıska zorlu savaşların ardından İngiliz ve Fransızların da siyasî gayretleriyle 1829 yılında, Sultan II. Mahmud zamanında Edirne Antlaşması’yla Ruslara bırakılmıştır. Bunun akabinde Ahıskalılar için zor(un)lu göçün sancıları başlamıştır. Ahıskalı Türklerden boşalan topraklara Erzurum’dan gelen Ermeniler yerleştirilmiştir. Kadim bir Türk yurdu olan Ahıska’nın Ruslar tarafından işgali üzerine, yüreği yanan Ahıskalı bir halk ozanının dudaklarından şu acıklı mısralar dökülmüştür: "Ahıska bir gül idi gitti/Bir ehli dil idi gitti,/Söyleyin Sultan Mahmud’a/İstanbul kilidi gitti."

Osmanlıların Ruslarla mücadeleleri değişik zamanlarda sürüp gitmiştir. Savaşın biri bitmiş, öbürü başlamıştır. Nitekim 1877-1878 tarihlerinde Osmanlı-Rus Savaşı(93 Harbi)  büyük yıkımlara ve toprak kayıplarına neden olmuştur.  Savaşın ardından Berlin Antlaşması imzalanmış, bu antlaşma neticesinde Ahıska, Ruslarda kalmaya devam etmiştir. Buna ilâveten Kars, Ardahan ve Batum da elimizden çıkmıştır. Bu savaş sonrasında birçok Ahıskalı Türk Türkiye’ye göç etmiştir. Böylece Ahıskalı muhacirlerin dramı da acı bir şekilde sürmüştür.

Tarihin seyri Ahıskalıların kaderinin şekillenmesinde etkili olmuştur. 1917 Ekim Devrimi’yle Rusya’da yönetim Bolşeviklerin eline geçmiştir. Rusya 1918’de Brest Litovsk Antlaşması’yla savaştan çekilmiştir. Rusya bunun neticesinde I. Dünya Savaşı sonunda Ahıska’dan da çekilmek zorunda kalmıştır. Kars, Ardahan ve Batum da Osmanlı’ya bırakılmıştır. Bu sırada bölgede kurulan Trans Kafkasya Demokratik Federatif Cumhuriyeti kendi içinde baş gösteren anlaşmazlıklar yüzünden dağılmasıyla Osmanlı Devleti Batum ve Trabzon Konferasları’yla Kars, Ardahan ve Batum ‘la birlikte Ahıska’yı da geri almıştır.

I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı, Mondros Mütarekesi’ni imzalayınca Ahıska’dan çekilmek mecburiyetinde kalmıştır.  Bunun akabinde Ahıskalılar Kars Cumhuriyeti’ni kursalar da bu devlet İngilizler tarafından yıkılmıştır. Ahıska’nın yanında Posof ve Ardahan Gürcülerce, Kars ise Ermenilerce işgal edilmiştir. Kızıl Ordu 1921’de Tiflis’e girmiş, ardından Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuştur. Bolşevik Rusya’yla yapılan Moskova ve Kars Antlaşmaları’yla bugünkü Gürcistan sınırları çizilmiştir. Böylece Ahıska boynu bükük bir şekilde Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sınırları içerisinde kalmıştır.

Marksist diktatör Lenin ölünce SSCB’de bir başka diktatör olan Stalin dönemi başlamıştır. Bu değişimle birlikte 1930’lu yıllarda Ahıskalı Türklerin üzerindeki baskı ve şiddetler gittikçe artmıştır. Ahıska Türklerinin Türkiye sınırına yakın bir yerde yaşıyor olması belli ki zamanın diktatörü Stalin’i hayli endişelendirmiştir. Bu çerçevede eski Ahıska Hükümeti’nin başkanı Ömer Faik Numanzade, Sovyet karşıtı teşkilâtın kurucusu olmak suçundan(!) hapse atılmıştır. Bir anlamda kendisine gözdağı verilmiş; adını, soyadını ve milliyetini değiştirmesi karşılığında hapisten çıkarılacağı kendisine söylenmiştir. Teklifi kabul etmeyen Numanzade’yle birlikte beş Ahıskalı aydın daha insafsızca idam edilmiştir.

1939’da II. Dünya Savaşı başlamıştır. Bu muharebede savaştırılmak üzere yaşları 17 ilâ 50 arasında değişen 40 binin üzerindeki Ahıska Türk’ü Sovyet ordusuna alınarak Alman Cephesine gönderilmiştir. Bu kişilerin arkada bıraktıkları çocukları, eşleri, anne ve babaları demiryolu inşaatında çalıştırılmıştır. 1944’te Ahıska bölgesindeki Türklere ve Müslümanlara yönelik baskılar artmıştır. Bu baskıların müsebbibi Sovyet Gizli Polis şefi Beriya’dır. Bununla ilgili bir kararname bile hazırlanmış; zamanın diktatörü Jozef Stalin bu karara imza atmıştır.

14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan karanlık bir gece yahut bitmeyen (g)öç...

1944 yılında, 14 Kasım’ı 15 Kasım’a bağlayan karanlık bir gecede Ahıska Türkleri köylerinden koparılarak acılı bir sürgün yolculuğuna çıkartılmıştır. Resmî rakamlara göre 86 bin kişi kamyonlarla istasyonlara götürülmüştür. Böylece adeta bir eşya gibi yük vagonlarına doldurulan Ahıskalıların, dönüşü olmayan çileli yolculuğu başlamıştır. İnsanlık dışı şartlarda devam eden bu azap yolculuğu yaklaşık bir ay boyunca sürmüştür. Anavatanları Ahıska’dan sürülen 120 bine yakın Ahıska Türkü, Orta Asya ve Sibirya’ya gönderilmiştir. 17 bini çocuk olmak üzere, 30 binden fazla insan açlık ve hastalıktan ölmüştür. Yorgun trenler, yorgun ve talihsiz yolcularını Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan duraklarında sonu belirsiz bir hayatın kucağına bırakmıştır. Böylece acılarla dolu bir hayatın fitili ateşlenmiştir.

1944 senesi özgürlüğüne düşkün, onurlu ve haysiyetli bir millet olan Ahıskalı Türkler için sonun başlangıcı hükmündeydi. Bu tarihten sonra "Türkiye’nin kilidi" diye nitelendirebileceğimiz Ahıska topraklarına Ermeniler yerleştirildi. Bu, önceden hazırlanan planın bir parçasıydı. Böylece bu mukaddes kilidin anahtarı, kirli emelleri olan düşmanın eline verildi. Ahıska Türkleri yurtları olmayan tek vatansız topluluk olmaya devam etti.

II. Dünya Savaşı sırasında Almanlarla savaşmak için Sovyet ordusunda cepheye gönderilen ve sağ kalan Ahıskalılar, memleketlerine döndüklerinde trajik bir tabloyla karşı karşıya kalmışlardır.   Zira aileleri Orta Asya’nın değişik bölgelerine sürgüne gönderilmiştir. Kimin nereye gittiği de belli değildir. Fakat aramaktan başka da bir çareleri yoktur. Onlar da böyle yapmışlardır. Aradan yıllar geçse de sora sora yakınlarını bulmuşlardır. Birçoğu da uzun aramalardan sonra, ne yazık ki yakınlarının izine rastlayamamıştır. Neticede boyun büküp kaderlerine razı olmuşlar, acılarını yüreklerine gömmüşler. Allah’a sığınmışlardır.

Sürgüne gönderilen halklar için 1956 yılında sıkıyönetim kaldırılsa da, çifte standart uygulanarak Ahıskalı Türkler ve Kırım Tatarları için sürgün ve yasaklar devam etmiştir. Ahıska, Ahıskalı Türklere yasaklanmıştır. 1957-1967 yılları arasında teşkilatlanan Ahıskalılar, Kırım Tatarlarıyla birlikte vatana dönme mücadelesi vermişler; fakat sert tepkilerle karşılaşmışlardır. Sonunda Sovyet Gürcistan’ı, "Türkleşmiş Gürcüler" olarak nitelediği sınırlı sayıdaki Ahıska Türk’ünün Makharadze şehrine geri dönüşüne 1979’da izin verilmiştir.

Gürcistan, 1999’da Avrupa Konseyi’ne üyelik için başvurmuş, bunun için de Ahıskalı Türklerin yurtlarına dönüşü için yeşil ışık yakmış; fakat söz konusu kişileri Ahıska dışında da yerleştirebileceği şartını koymuştur. Farklı yerlere yapılacak yerleşim, Ahıskalı Türklerin asimile edilmesine yol açacaktı. Bu yüzden Ahıskalı Türkler bu teklife sıcak bakmamıştır. Ancak sayıları az da olsa, bazı aileler bu teklifi olumlu karşılayarak geri dönmüşlerdir.

Özbekistan’daki Fergana Vadisi olayları yahut kardeş kavgasının müsebbipleri

1944 yılındaki sürgünün ardından, Ahıska Türklerinin önemli bir kısmı Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan sınırlarına yakın bir yere, Fergana’ya yerleştirildiler. Uyumlu insanlar olan Ahıska Türkleri burayı kendilerine vatan bellediler. Burada 45 sene boyunca ele güne muhtaç olmadan alın teriyle çalışıp kazandılar. Ta ki 1989 senesinin ortalarına kadar. 1989 yılının ortalarında pazar yerinde bir Özbek’le bir Ahıska Türk’ü arasında çıkan kavga kısa zamanda olayların büyümesini beraberinde getirdi. Bazı düşman grupların kışkırtmasıyla Ahıska Türklerinin evleri kırmızı boyayla işaretlendi. Daha sonra söz konusu evler yağmalandı, yüzlerce ev yakılıp yıkıldı. Özbeklerle Ahıska Türkleri arasında meydana gelen bu talihsiz kardeş kavgasında ne yazık ki oluk oluk kan akıtıldı. Neticede yüzlerce ölü ve yaralı vardı. Kardeşlerin arasına girerek fitne tohumlarını KGB’nin ektiği iddia edildi.

Fergana’da nüfusun fazla olduğu bölgede 20 bin insanın bölgeyi terk etmesiyle boşalan evlere ve iş yerlerine, ev ve toprak sıkıntısı olan yerli Özbek halkı yerleştirildi. Bu ölümlü hadiselerden sonra Ahıska Türklerinin Fergana’da yaşaması uygun olmazdı. Zaten kısa zamanda ikinci bir sürgüne tabi tutuldular. 1989’daki o talihsiz Fergana olaylarından sonra Ahıska Türkleri SSCB’nin çeşitli cumhuriyetlerine yerleştirildiler. Bu kapsamda 100 bin Ahıska Türkü, her neleri varsa geride bırakıp başta ‘bir millet iki devlet’ olarak nitelendirdiğimiz kardeş ülke Azerbaycan olmak üzere; Kazakistan, Kırgızistan, Ukrayna ve Rusya’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bunlardan bir kısmı da Rusya’nın Krasnodar şehrinde yaşamaya memur edilmiştir. Buraya sürülen Ahıskalı Türklerden bir kısmı, yaşadıkları meseleler yüzünden denizaşırı bir yolculukla Amerika Birleşik Devletlerine göç etmişlerdir.

         

Sürgünün sessiz tanıkları: Ahıska Türkleri

Dünyanın en uyumlu ve en uysal halkı olan Ahıskalı kardeşlerimiz tarih boyunca büyük göçler ve bu göçlerin getirdiği büyük acılar yaşamışlardır. Ahıskalılar Türk olmanın ve Türk kalmanın ağır bedelini uzun seneler boyunca gözyaşı dökerek ödemişlerdir. Bu uğurda kanları sular seller gibi aksa da vazgeçmemişlerdir. Onların sürgünlere gönderilmesi uyumsuzluklarından değil, tamamen politik kaygılardandır. Öte yandan Ahıskalılar gittikleri ülkelerde gerek çalışkanlıklarıyla gerekse insanî duruşlarıyla daima örnek olmuşlardır.

Bugün nüfusları yarım milyonu aşan Ahıska Türkünün 200 bini Türkiye’de, 145 bini Kazakistan’da, 106 bini Azerbaycan’da, 70 bini Rusya’da, 57 bini Kırgızistan’da, 30 bini Özbekistan’da, 18 bini Ukrayna’da, diğerleri de Gürcistan, ABD ve KKTC gibi farklı ülkelerde yaşamaktadır. Ne acıdır ki Ahıskalıların vatan özlemi her geçen gün daha da depreşmektedir. Dünyanın hakim devletleri bu durumu görmezden gelmektedir.

Dünya devletleri arasında Ahıskalılara her zaman kol kanat geren Türkiye olmuştur. 1992 yılında TBMM tarafından çıkarılan Ahıska Türklerinin Kabul ve İskânına Dair Kanun gereğince 1993 ve 1994 yıllarında, 30 aile Azerbaycan’dan, 70 aile Kazakistan’dan, 20 aile Kırgızistan’dan ve 30 aile de Özbekistan’dan olmak üzere toplam 150 aile (717 kişi) Iğdır’a getirilerek burada iskân edilmiştir. Ahıskalıların bir bölümü daha evvel Ukrayna’nın Donetsk bölgesine yerleştirilmişti. Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan gerilim ve çatışmalar sebebiyle buradaki Ahıska Türklerinin bir kısmı iskânlı göçmen olarak Türkiye’ye kabul edilmiş ve Erzincan’ın Üzümlü ilçesi ile Bitlis’in Ahlat ilçesine yerleştirilmiştir.

Ahıska Türklerinin güçlü sesi şair Ali Fuat Azgur...

Ahıska deyince Fuat Azgur gelir aklıma. Şair Ali Fuat Azgur Türkiye’de yaşamış, Türkçeye son derece hakim Ahıska kökenli güçlü bir şairdir. Önemli bir asker ve bürokrat olan Azgur’un ismi geniş kitleler tarafından bilinmese de yazdıkları bizim için çok kıymetlidir. Soyadını Ahıska’nın Azgur kasabasından alan şair Ahıska’nın sesi olmuştur.

Ahıskalı bir babanın ve Ardahanlı bir annenin oğlu olarak 1 Mart 1928’de dünyaya gelen Fuat Azgur aruz ölçüsüyle de kıymetli şiirler yazmıştır. İlk şiir kitabı "Mehmedim" 1965 yılında ve ikinci şiir kitabı "Aruz’un Meltemiyle" de 1995 yılında okuyucuyla buluşmuştur. "Gayri anlatılmaz bu savaş bence,/Dağ, taş konuşmuştu kendi dilince" diye başlayan ve bestelenen "Mehmed’im" şiiri onun kaleminden dökülmüştür.

Ahıska Türklerinin güçlü sesi olan şair  Fuat Azgur  "Ahıska Türküsü" adlı şiirinde Ahıska Türklerinin çetin mücadelesini bir film şeridi gibi gözümüzün önünden geçirir ve şöyle der: “Devrilesi Moskof” diye başlayan/Bir türkü söylerdi anam eskiden/Yanık yanık “of! of!” diye başlayan/Bir türkü söylerdi anam eskiden//Onda bir memleket, bir vatan derdi/Gözümden bir cihan geçer giderdi/Her beytin sonunda “Ah vatan!” derdi/Bir türkü söylerdi anam eskiden…//Türkü değil mısra mısra öğüttü/Beni kaç geceler böyle uyuttu/Dağlar kadar içimde kin büyüttü/Bir türkü söylerdi anam eskiden…//Bestesinde Aras nehri akardı/Melul melul bir memleket bakardı/Hem nasıl hemşehrim vatan kokardı/Bir türkü söylerdi anam eskiden…//Zaman zaman gözlerini silerek/Derdi ‘Sensiz bize dünya ne gerek?’/Andıkça kahrolur, dayanmaz yürek/Bir türkü söylerdi anam eskiden//Bilemezdim o zamanlar kastı ne?/’Yeter’ derdi, yeter, yas yas üstüne/Ahıska üstüne, Kafkas üstüne/Bir türkü söylerdi anam eskiden…".

Ahıska deyince vatansızlığın kurşundan ağır yükü gelir aklıma

Ahıska deyince keder ve gözyaşı gelir aklıma. Kalabalıklar içerisinde yalnızlığın hüznü çöker elemli yüreklere. Gözler kızarmıştır gidenlerin ardından ağlamaktan.

 Ahıska deyince hürriyetleri elinden alınan ve vatanlarından kovulan civanlar gelir aklıma. Onlar uçsuz bucaksız şehirlerin varoşlarında yarınları olmayan kiracı gibidirler.

Ahıska deyince vatansızlığın kurşundan ağır yükü gelir aklıma. Bu ağır yükü hiçbir omuz taşıyamaz. Hiçbir yürek gözyaşına banılmış bu hüznün acısını kaldıramaz.

Her gün batımında gönül aynalarına hüznün çöktüğü Ahıska, acının katmerleştiği bir hicran diyarıdır. Burada yaşayanlar acıyı katık ederler kuru bir somun ekmeğe. Yürekler ayrılık ateşiyle tutuşsa da acı kaderlerinden şekva etmekten hicap duyarlar.

Ahıska Leylâ’dır onun uğrunda hayat çöllerine düşen ve bağrı yanık Mecnun’a dönüşen Ahıska Türkleri için. Onlar ki Ferhat’la Şirin gibidirler. Ahıska Şirin, Ahıskalılar ise onun uğrunda dağları delen Ferhat hükmündedir. Ahıska Aslı, Ahıska Türleri ise içten içe hasret ateşiyle yanıp kavrulan Kerem’dir. Ahıska dünyalar güzeli Züleyha’dır; Ahıska Türkleri ise sabrı kuşanan, iffet abidesi Yusuf’tur. Ahıska gül yüzlü maşuk, Ahıskalı gerçek âşıktır.