Şehidimin adı “Aliya” idi!

Arkadaşımız Esad Eseoğlu, hüzün coğrafyası Srebrenica'dan bildirmeye devam ediyor!

Şehidimin adı “Aliya” idi!

Srebrenica Yürüyüşü’ne katılan Bahattin Yıldız Yürüyüş Kolu’ndaki arkadaşımız Esad Eseoğlu, dünki haberimizden sonra kaldığı yerden anlatmaya devam ediyor Srebrenica’da yaşananları:

Savaşın acı hatıralarıSrebrenica Yürüyüşü

Namazdan sonra ben hemen kalkıp bir ablaya tülbent verdim. İlk önce şaşırdı fakat daha sonra küçük bir tebessümle, ‘Allah razı olsun’ dedi. Ben de ‘amin’ dedim. Daha sonra arkadaşım ile fotoğraf çektirdim ve ona tevhid bayrağı ile tespih verdim. Ardından insanları izlemeye başladım. Pakistan’ın Bosna Büyükelçisi’yle Aslan Abi’nin fotoğrafını çektim. Edin isimli, orduda genç bir asker olan genç ile Mahmut Şan Abi’nin muhabbetine kulak misafiri oldum. Daha çok yürüyeceğimizi söyleyen Edin, Mahmut Abi’ye, savaştan kalma bir üçgen bez verdi.

Yürüyüşümüze aynı hızla devam etmeye başladık. Yol üzerindeki küçük Boşnak evlerindeki ailelerle selamlaşıp kahvelerini içtik. Kurşunlanan bir okula şahit oldu gözlerimiz ardından. Acımasız etnik Sırp çetelerinin pis kurşunları can ya da mal ayırt etmiyordu ki. Gözü kararan Sırplar her müslümanı vuruyordu. İlköğretim okulu ve/ya yaşlılar yurdu ayırt etmiyordu yürekleri. Kalpleri adeta kararmıştı.

Srebrenica YürüyüşüÇadırlarda yer kalmamıştı

Buradan sonra asfalt yola girdik. Az ileride bir derenin yanında 5-6 kişi mola verdik. Hızlı yürüyenler ilerlemişti. Arkadakiler, kahve molalarını biraz uzatanlardı. Derede biraz serinledikten sonra yola devam ettik. Biz, iki kişi, biraz daha hızlandık; çünkü çadırlar dolarsa dışarıda kalabilirdik. Bu da hiç iyi olmazdı. Çünkü grubumuzda küçük kardeşlerimiz de vardı, büyük ağabeylerimiz de. Dışarıda kalırsak sağlık problemleri ortaya çıkardı Allah korusun.

Mahmut Abi ile yolumuza hızla devam ettik. İleride arabaların yoğun olduğu bir başka asfalt yola çıktık. Polis şerit daraltmıştı ve biz yürüyüşçüler arabalara selam vererek bir süre daha devam ettik yolumuza. Bir soda şirketinin kurduğu stantta ünlü Bosna kahvelerimizi yudumlayıp biraz da su alarak küçük bir yokuşu tırmanmaya başladık. Ve küçük bir köprüden geçtikten sonra çadırların olduğu alana geldik. Bugün de bitmişti. Erken geldiğimizi sanıyorduk ama çadırlar çoktan dolmuştu. Ne yapacağımızı uzun uzun düşünmek yerine hemen çadırları dolaşmaya başladık.

Başımızın çaresine bakacaktık ki…

Çeşitli çadırlar vardı: Küçük (5 ile 10 kişilik) çadırlar, büyük (30 ile 40 kişilik çadırlar), askerlerin kaldığı çadırlar ve aileleriyle gelenlerin kurduğu kişisel çadırlar. Bir de çadırsız yatanlar vardı. Biz onlardan olacağımızı düşünüyorduk çadırları gezerken. Elimiz boş ne yapacağımıza karar vermeye çalışırken hemen geçen sene yürüyüşe katılan bir ağabeyin, ‘Zor durumda kalırsanız Boşnak askerlere Türk olduğunuzu belirtin, yardım ederler’ sözleri aklımıza geldi. Direkt olarak askerlerin yanına gittik. “İngilizce bilen biri var mı” diyoruz, sadece “no” diyorlar. Bir tanesi, eliyle, beklememizi söyledi ve İngilizce bilen bir asker çağırdı. Derdimizi anlattık. O da Türkçe bilen bir asker çağırdı. Bu asker ile biraz görüştük, bir şeyler ayarlamaya çalıştı ama maalesef elinden gelenin fazlasını yapsa da, bir sonuç çıkmadı.

Kalacak yer vardı çadırlarda aslında ama 30 kişinin kalabileceği genişlikte yer yoktu. Bir de, çadırlarda kimilerinin de bir hayli rahat olması, bizi çadırlardan tamamen uzaklaştırdı. Bu durum her çadırda yoktu tabii, bazılarında böyleydi.

Grubun geri kalanı da geldikten sonra kampın genel sorumlusunun yanına gidildi. Ramis Bayramoviç adlı bu amca, askerlere, bize niye yer bulamadıklarını sordu. Ve ardından öyle bir fırça çekti ki askerlere. Çünkü Türkiye’den gelen misafirler dışarıda kalamazdı. Bunun için Ramis Dayı bir hayli azarladı askerleri. Bu işlemlerden de sonuç çıkmayınca bir muşamba ile küçük bir alanı çevirerek oraya yerleştik.

Dinlenme esnasında durmadan çevreyi gezdik. Bazı ağabeylerimize ilaç gerekti, Kızılhaç’ın yardım ekibinden ilaç aldık. Yeni kardeşlerimizi çadırlarında ziyaret ettik. Tespih dağıttık. Akşam namazı vakti gelince safa dizildik. Askerlerin de namazda olması biz Türkiyeliler için alışık olmadığımız bir görüntüydü. Ayrıca arka saflarda 5-6 kişilik bir hanım grubun da olması, sünnetin yaşatıldığını görmek adına sevindiriciydi. Namazdan sonra bir haber aldık: Bir tanıdık vasıtasıyla, kamp alanına biraz uzak olan bir eve yerleşecektik. Grubumuzla birleşip, namaz kıldığımız yerde marşlar ve ezgiler söyledik. Burada yarım saat kadar zaman geçirdikten sonra eve geçip uykuya daldık.

Ertesi gün sabah namazını kılıp kamp alanına geçtik ve bir tanıdık vasıtasıyla ayarlanan arabaya gerekli olmayan eşyaları ve yol üzerinde kullanılmayacak tulumları koyduk. Ardından yola çıktık. Yaklaşık bir saat sonra güzel bir çeşmede mola verip serinledikten sonra yola devam ettik. Yolun üzerindeki yırtık botlar, atletler bizlere savaş anlarını tekrar hatırlattı. Acımasız Sırp ordusu, bizim yürüdüğümüz güzergâhı tekrar tekrar bombalamıştı. O günlerden kalan birkaç eşya da, ibret alınması için sergileniyordu işte.Srebrenica Yürüyüşü

Yol tekrar daralmıştı ve grubumuz yine dağılmıştı. Fakat ortama ruh gelmesi lazımdı. Çünkü tek başına kalınca ve Boşnakça bilmeyince insan, sıkılıyor biraz. Ve en arkadan Ömer Faruk Karataş Abi’nin güzel sesiyle marşlarımızı söylemeye başladık. Dağınıktık ama yankılanıyordu ve ayak uydurabiliyorduk. Ardından tekbirler ile yokuşu hızla inip, su tırının olduğu yerde bir müddet serinledik. Güneşin tam tepemize gelmesine az kalmıştı, yani öğlen olacaktı birazdan. Hemen 5-6 kişi hızlandık. Önceki gün yaşananların tekrarlanmaması için tempoyu üst safhada tutmalıydık.

Sarı şeritlerle mayınlı olduğu uyarısı yapılan 5-6 km.’lik yolu geçtikten sonra, ekmek dağıtan Kızılhaç tırından gerekli malzemeleri alıp hiç vakit kaybetmeden yola devam ettik. Bir yerde topluluk durduruldu. Bosna Üçlü Devlet Konseyi Başkanı Haris Sladzic’in hiç de ilgi görmeyen konuşmasından sonra yola devam ettik.

Şehidimin adı "Alija" idi!

Srebrenica YürüyüşüGeçen sene Sırp köylerinden geçerken tekbirlere müdahele edilmiş olmasına rağmen, bu sene hiçbir sorun çıkmadı. Kanaatimce, bu coşkuya engel olamayacaklarını anlamışlardı. Ve artık sona yaklaşıyorduk. Upuzun yokuşları çıktığımız gibi inmeye başlamıştık ve Boşnak kardeşlerimizin diyaloglarında geçen ‘Srebrenica’ sözcüğü ile hedefe vardığımızı anlamıştık. Tekbirler göklerde yankılanıyordu artık. Büyük bir coşkuyla ağlayan anaların, bacıların, çocukların gözyaşları eşliğinde girdik Srebrenica’ya. Alabildiğine mezar taşı doluydu, bembeyaz. Yollarda ağlayan ninelerin hepsine tek tek sarılasım geldi o an. Nasıl da içten ağlıyorlardı. Belki eşlerini hatırlıyorlardı, belki de uzaklardan acılarını paylaşmamıza seviniyorlardı. Ama biz, müslüman olduğumuzun farkında olarak, vicdan sahibi olduğumuzu bilerek oradaydık ya, bu hem ninelere hem de bize yeterdi.

Geçen gece kurulan çadırlar buraya taşınmıştı ve bu sefer bir çadır bulabilmiştik. Bir ayrıntıyı geçmeyelim: Her günün sonunda yemek dağıtıldı. Büyükçe ekmekler verildi ki sabaha da yetsin. Zira sabah kahvaltı dağıtımı olmadı. Et verilen gece, gidip sorduk helal olup olmadığını. Müslüman olduklarını ve etin helal olduğunu söylediler. Gönlümüz tatmin olmuş oldu bu sayede. Yemekten sonra tabut taşımaya gittik. Yıl boyunca yapılan kazılar ve araştırmalar sonucu cesedinden bulunabilen parçaları tabutlara konan 775 kişinin tabutundan 360. sıradaki tabutu biz taşıdık Mahmut Abi’yle. Bir yere dizilen tabutlar, ertesi gün cenaze namazından sonra toprağa verilecekti.

O tabutlar taşınırken insanın aklından neler geçmiyor ki! Tabutları taşıdıktan sonra, insanların sığındığı fabrikaya girdik. Hiç dokunulmamıştı buraya, o günlerde ne olmuşsa hâlâ duruyordu. Aman Allah’ım! Kurşun izleri her yerdeydi. Birleşmiş Milletler, insanları buralara koruma bahanesiyle alıp Sırplar’a teslim etmişti. Kasabın eline yani! Hem de vicdanını kaybeden bir kasaptı bu. İnsanları alıp kestiler, boğdular. Yoruldular sonra. Kurşuna dizdiler. Belki bir ananın çığlığı yankılandı o fabrikada, bir delikanlının feryadı, bir bebeğin tiz sesli bağırışı. Kulakları boğan sesler yüreklerine hiç tesir etmedi ve öldürüp durdular insanları, o çok özel gelişmiş çağda, dünyanın gözleri önünde.

Yaklaşık 1 saat sonra, Habib ve Ali Rıza adlı iki arkadaşımızın da bulunduğu bisiklet konvoyunu karşıladık. 500 km. yol katetmişlerdi dünyaya bir şeyler haykırmak için. 200 kişilik bisiklet konvoyunda toplam 3 Türk bulunurken, yürüyüş ekibinde (benim gözlemlerime göre) 40 kadar Türk vardı.

Günün sonuna doğru Mahmut Abi’yle Potocari’nin ilerisine yürüdük. Sırp köyleri olduğunu söyleyen ağabeylerimize uyarak çok ileri gitmeden bir markete girip bisküvi ve süt alarak çadıra döndük. Yatsı namazının sonuna kadar gün boyu Kur’an okundu. Şehitlikte dualar edildi.

Ertesi gün biraz ileride bulunan, İHH ile beraber çalışan bir okulda kahvaltı yapıp, bayrak veSrebrenica Yürüyüşü pankartlarımızla alana doğru ilerledik. Alanda dağıldık, çünkü inanılmaz bir kalabalık vardı. On binlerce insan, adeta mahşer yeri gibi, bekliyorlardı. Kur’an okunmaya devam ediyordu, her mezarın başında gözü yaşlı insanlar varı hâlâ. Gitmeden anlaşılamayacak o atmosfer tüm coşkusuyla devam ediyordu.

Siyasîlerin klasik konuşmalarından sonra tabutlar toprağa verilmeye başlandı yavaş yavaş. Ben de hemen bir tabut kaptım ve bir Boşnak’la sırtladık. “Alija” isimli şehidi yerine götürdük. Mezarı başında gözyaşı döken kızları gördüğüm zaman sanki tabutun içindeki benim bir yakınımmışçasına sıkıca sarıldım tabuta. Yavaşça toprağa koyduk ve üstünü kapattıktan sonra Fatihalarımız ve dualarımız eşliğinde alandan yavaş yavaş ayrıldık.

Not: Srebrenica Yürüyüşü’ne dair görsel ayrıntıları galerimizde bulabilirsiniz.

Dağlardayız Biz Ovalarda

Esad Eseoğlu bir hüzünle bildirdi

YORUM EKLE
YORUMLAR
Mehmet Çelen
Mehmet Çelen - 13 yıl Önce

Tebrik ederim Esadcığım,
Çok güzel bir yazı olmuş. Gözlemlerini çok iyi bir şekilde aktarmışsın. Duygularını ve Sırp katliamını da iyi anlatmışsın. Gelecekte çok iyi bir yazar olacağının izleri var bu yazıda. Böylesi yazıların ve fikri yazılarının devamı dileğiyle, başarılar dilerim.
Allah'a emanet olunuz.

ahmet durmaz
ahmet durmaz - 13 yıl Önce

Siyasilerin sıradan konuşmalarından sonra Bosna-Hersek Reisi Uleması Mustafa Ceriç'in konusması vardı. 1. Allah'ın birliği diye bir başladı 15'e kadar. Müthiş ve oradaki en iyi konuşma idi bize tercüme edildiği kadarı ile. Mutlaka kaydı bulunmalı ve bu sitede yayınlanmalı.

Mehmet Aydoğdu
Mehmet Aydoğdu - 13 yıl Önce

Adımlarımız oldun Bosna'da ey kardeş, sarıldığın mü'minlere biz de sarıldık sayende; içtik kahveleri, sarıldık cenazelere senin genç kollarınla. Kalplerimizi saran külleri eşeledin, ateş aldı kalplerimiz. Yandı, yandı, yandı... Ağlıyorum şimdi...Vesselam

hatice kübra
hatice kübra - 13 yıl Önce

Değerli deneyimlerini içten bir şekilde ama belgesellik bir titizlikle aktardığın için teşekkürler; kelimelerin bizleri de o yollarda yürüttü, o anları, hisleri paylaştırdı...

banner36