3 Mart 2011
Suriye’de isyanın ve Baas katliamının başlamasından yaklaşık on gün önce, başkent Şam sokaklarında ilerliyoruz. “Halk Beşşar’ı seviyor” kara kampanyasının aksine, yılların getirdiği öfkeyi içinde tutan Suriyeliler, kentin hemen hemen her yerinde Libya’daki çatışmaları takip ediyorlar. Yanından geçtiğimiz her dükkânda yorumsuz ve sessiz bir şekilde haber kanallarını takip eden insanlar, sanki birbirleriyle anlaşmış gibi bir tavır içerisindeler. Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de ve Bahreyn’de milyonlarca kişinin sokaklarda sabahlamasına tanık olan insanlar, her an yanlarında bir muhaberat elemanı olabileceği ihtimaliyle, birkaç cümleyle ve imalı gülümsemelerle sözlerini kesiyorlar.
![]() |
Şam'ın arka sokakları |
Şam’ın yer yer iki metre genişliğe kadar düşen varoş sokaklarında yürüyoruz. İlgili ilgisiz her yerde Hafız Esad ve çocuklarının tuhaf portreleri karşımızda. Bir yerde takım elbisesiyle selam veren Beşşar Esad, beş metre ileride askeri üniforması ve güneş gözlükleriyle meydan okuyor. İş yerlerine Esad ailesinin portrelerini asanlardan birçoğunun, ertesi gün rejim düşmanı olarak hesap vermemek için böyle bir önlem almak zorunda kaldığını öğreniyoruz.
İstikametimiz, vefatının üzerinden yaklaşık yedi yüz sene geçmesine rağmen, Baas diktatörlüğü tarafından rejim muhalifi olarak görülen mücadele insanı merhum İbn-i Teymiyye’nin kabri. Şam’ın merkezine doğru ilerlerken, bir gün öncesinde, itimat ettiğimiz bir dostumuzdan aldığımız adresi bulmaya çalışıyoruz. Zira ziyaretin yasak olduğu mezarın yerini herkese sormamamız gerektiğini iyi biliyoruz.
![]() |
İbn-i Teymiyye, Şam'daki Kabri |
Çağları aşan bir mücadele
Şeyh-ül İslam İbn-i Teymiyye, hicri 661 yılında bugünkü Suriye topraklarında doğan, fiilî ve fikrî bir savaşın ardından hicri 728 yılında (miladi 1328) Şam’da cezaevinde vefat eden bir fakih ve muhaddis. İlmi çalışmalarının yanında, Moğol istilası karşısında aktif biçimde rol almış, savaşmış ve halkı ısrarla savaşa davet etmiş âlim bir kişi. Müslüman toplumun çok çeşitli kesimlerinden hem övgü hem de ağır ithamlar alan, ancak çizgisini Kur’an ve Sünnet olarak belirleyen, eserleri Türkçe dâhil birçok dile çevrilerek, kendisinden yedi yüz sene sonra dahi okunan, okutulan, tartışılan bir önder. Dolayısıyla kendisinden sonraya ışık tutan her önder gibi, bu dünyadan ayrılalı ne kadar zaman olursa olsun hala zorba rejimlerin muhatap aldığı diri bir muhalif, etkin bir direnişçi.
![]() |
İbn-i Teymiyye, Şam'daki Kabri |
Bir kabir ve zulmün fotoğrafı
Kabrin bulunduğu yere Şam Üniversitesi’nin bahçesinden geçerek girmek zorundayız. Üniversitenin kapısındaki görevliyi atlatmak, içeriye girmenin birinci şartı. Kafasındaki şapkayı burnuna kadar indiren ilgisiz tavırlar içindeki görevli, bizi Arap zannediyor. Tek kelime etmeden ve göz göze gelmeden kapıdan girip, ağaçların arasından kimseye fark ettirmeden kayboluyoruz. Yürüdüğümüz çöplüğü andıran yer, giderek daha da kötü bir hale dönüyor. İnşaat kalıntıları ve paslı demirler üzerinden güçlükle yürüyoruz. Nihayet kabir karşımızda duruyor. İlk anda yaşadığımız şaşkınlık, gerçekten tarif edilmesi mümkün olmayan türden. Fikirleri, asırları aşan İbn-i Teymiyye’nin kabri; tek başına, adeta bir çöplüğün içinde, tahrip edilmiş ve tecrit edilmiş bir şekilde karşımızda. Önceden bilgi edinmemiş birinin buranın bir mezar olduğu hakkında fikir yürütmesinin bir hayli zor olacağı açıkça ortada. Daha uzun kalamayacağımızı anladığımız bu ıssız yerde, son bir hamleyle fotoğraf makinemize el atıp “zulmün fotoğrafını” çekiyoruz. Kapıdaki görevlinin, dönüşte daha dikkatli bir şekilde süzgecinden geçerek ayrılıyoruz. Burayı bizim gibi gizlice ve heyecanla ziyaret edenlerin dillerine doladığı “merhum zaten kabir ziyaretlerini hoş görmezdi” nüktesi, tanık olduğumuz zorbalığın şaşkınlığını gidermeye yetmiyor.
Sükûtları anlamlı
Dönüş yolunda zulüm ile abad olanların sonunu düşünüyoruz. Haber kanallarının evlerden ve kahvelerden yükselen hararetli sesi ve Suriyelilerin anlamlı sükûtu çok şeyi ifade ediyor. O an için algılayamasak da devrime beş kala bir vakitteyiz. Mezardaki ölülere rejim muhalifi gözüyle bakan Baas diktatörlüğünün, Hama’da katlettiği insanları, yıllarca haber alınamayan suçsuzları, altmış yıldır hâlâ mülteci kamplarında yaşayan Filistinlileri, ne mülteci ne sığınmacı ne de vatandaş olarak kabul edilen ve bir kimlik kartından bile yoksun olan Kürtleri düşündükçe her şeyi yerli yerine oturtabiliyoruz. Bugünlerde ise, her an yeni katliam haberleri aldığımız Der’a’da, Humus’ta, Banyas’ta, ölüm gerçeğine rağmen sokaklardan çekilmeyen gençlerin, mücadelenin ölümle bile bitmediğinin bilincinde olduğunu anlıyoruz.
Hüseyin Buladı gördüklerine üzülerek yazdı