Bir sonbahar günü Beyazıt Cami’inden gök kubbeyi dolduran ezan-ı Muhammedî yankılanırken yan masada huşu ile Allah’ın davetini dinleyen Büyük Doğu’nun sahibine ilişiyor gözleriniz. Çayınızı karıştırırken Yahya Kemal’in arka masada edebiyata ve yazmaya hevesli bir genç topluluğuna, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”nı okuduğunu işitiyorsunuz. Bir ikindi vakti, güneş yedi tepenin ardında yavaş yavaş gurup eylerken az ileride Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kahve eşliğinde derin derin ufka baktığını sonra önündeki kâğıda bir şeyler yazdığını görüyorsunuz. Ezcümle, İstanbul’dasınız…
Edebiyat dünyasının mümtaz şahsiyetlerini, fikir adamlarını, döneminin aydınlarını mütevazı bir ev sahibi edasıyla ağırlayan, birçoğunun eserlerinin teşekkülüne yarenlik eden; muhabbetlerine, fikrî tartışmalarına ve var oluş sancılarına şahidlik eden, çoğu zaman onları bir sırdaş gibi sessizce dinleyen Beyazıt ve Bâb-ı Âli kıraathaneleri fikir ve düşünce hayatımıza derin izler bırakmış nadide mekânlardandır. Bâb-ı Âli yahut Beyazıt’a yolu düşen lakin Küllük Kıraathanesi’nde bir iskemlede sıcak çayını yudumlamamış, Meserret, Marmara, İkbal ya da Çınaraltı’nda bir masada ilmî veya siyasî bir sohbete girmemiş edebiyat dünyasından bir isim düşünülemez.
İnsan inşa, mekân ihya eder
Döneminin meşhur birçok şairini, yazarını ve mütefekkirini bünyesinde misafir eden bu kadim mekânlar ülkemizin müşterek mirasıdır. Pek çok kitap bu kıraathanelerin masalarında kaleme alındı, ustasının elinden tazecik çıkan dumanı üstünde birçok hikâye ve roman bu mekânların bahçelerinde arz-ı endam eyledi. Gönül evimize tahtını kurmuş birçok şiir bu adreslerde yazıldı. Yazarlar, şairler ve gazeteciler yeni bir mecmua çıkarmak istediklerinde buralarda sözleştiler. Edebî, fikrî ve siyasî birçok münazara ve mütalaa yine bu mekânlarda yapıldı. Zamanının ilim ve irfan yuvaları olan, milletin fikir ve gönül dünyasını tezyin eden, idrakini ve şahsiyetini inşa eden eserlere tanıklık eden bu kıraathaneler İstanbul’un hafıza mekânlarıdır. Birçoğu bugün varlıklarını sürdüremeseler dahi hâlâ hikâye, roman ve şiirlerimizde yâd edilmeye devam etmektedir. Şiirlere, romanlara konu olmuş, edebiyatçılara mâl olmuş bu kıraathaneler mekân ve insan arasındaki insanlık tarihi kadar köklü ve sarsılmaz bağın en mücessem hâlidir. İnsan ve mekân arasındaki bu efsunlu bağ birbiriyle o kadar iç içedir ki insanın mekânı inşa ederken aynı zamanda mekân tarafından da ihya edildiği hakikatini gözler önüne sermektedir. Nitekim Hacı Bayram-ı Veli Efendi’ nin (ö. 833/1430) nutk-ı şerifteki “Nâgehân ol şâra vardım ol şârı yapılır gördüm/ Ben dahi bile yapıldım taş u toprak arasında”1 beyitleri insanın şehirde taş ve toprak arasında yani mekânda yoğrulduğunu ve olduğunu beyan eder niteliktedir. Yaşadığımız mekânların tıpkı insanlar gibi hayat sahibi olduğu ancak bir ruha haiz olduğu zaman insanlara tesir edebileceği unutulmamalıdır. Binaenaleyh kadim kıraathanelerimizin edebiyatçılarımız ve mütefekkirlerimizin uğrak mekânı olması hakikatte bu mekânların iç dünyalarına yaptırdıkları yolculuğun ve çağrışımların müspet bir neticesidir.
Yanık bir kor gibi sabah akşam küllükteyiz
Matbuatın gelişip yayılması sahafların yeni adresine taşınması ve Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin kurulması ile âdeta bir cazibe merkezi hâline gelen Beyazıt, edebiyatçıların, sanatçıların ve “mecanin-i kütüp yani “kitap delisi” denilen kimselerin uğrak mekânı olmuştur. İstanbul Üniversitesi hocaları, sahaflara gelen ilim adamları ve araştırmacıları, sanat ve edebiyatseverleri, farklı meslek dallarındaki yazarları, her yaştan akademisyen ve hocayı buluşturan, adına şiirler yazılıp dergi çıkarılan meydandaki en önemli mekân hiç şüphesiz Küllük Kıraathanesi’dir. Beşir Ayvazoğlu, Küllük üzerine yazdığı bir yazıda mekânın ehemmiyetini şu şekilde anlatır: “Küllük Kahvesi’nin kültür ve edebiyat dünyamıza mâl olması, Harbiye Nezareti’nin 1923 yılında Darülfünun’a tahsis edilmesinden sonradır. 1933 Üniversite Reformu’ndan sonra davet edilen yabancı hocaların da rağbet göstermeleri Küllük ve Emin Efendi Lokantası’na özel bir itibar kazandırır. Çınaraltı da sevilen bir mekân olmakla beraber bu iki mekânın gölgesinde kalmıştır.” Yazın müşterisi artan kışın ise azalan bu mekân 1950’lere kadar edebiyat dünyasının gözdesi olmaya ve meşhur edebiyatçıları buluşturmaya devam etti. Mekân, 1930’larda dönemin ünlü simalarını ağırlarken özellikle 1940’lı yıllardan sonra genç ve popüler isimlerin buluşma adresi olarak öne çıkar. İçerisinde Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek, Tarık Buğra ve Fuat Köprülü’nün de olduğu birçok isim bu kıraathanenin müdavimleridir. Şair Mehmet Sıtkı Akozan “Sanmayın avare bülbüller gibi güllükteyiz / Biz yanık bir kor gibi akşam sabah Küllük’teyiz” diyerek ünlü isimlerin bu mekâna olan bağlılıklarını ifade eder. Beyazıt Camii’nin bitişiğinde yer alan Küllük Kahvesi, 1950’li yıllarda çevre düzenleme çalışmaları sırasında yıkılır ve edebiyatseverlerin ikinci durağı Çınaraltı Kıraathanesi olur.
Beyazıt Meydanı’na damgasını vuran ve edebiyatçıların ictima merkezi olan bir diğer mekân ise Çınaraltı’dır. Küllük’e göre daha sakin olan bu mekânda Mahir İz’in sohbetler yaptığı, 1980’li yıllarda ise Ali İhsan Yurt’un öğrencilerine ders anlattığı bilinir. Özellikle yazın ve ikindi vakti Ali Nihad Tarlan, Rıfkı Melül Meriç, Midhat Sertoğlu, Mükrimin Halil Yinanç, Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal, Sabri Esad Siyavuşgil, Abdülbaki Gölpınarlı, Ahmet Kabaklı gibi pek çok önemli isimlerin buraya uğradığını biliyoruz. Sertoğlu, Tanpınar’ın “Bursa’da Zaman” şiirini yayımlanmadan iki yıl önce kendisinden ilk kez bu kahvehanede dinlediklerini aktarır.
İkbal: “Evimizden bile yakın”
Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet yıllarına kadar uzanan dönemde, İstanbul’da edebiyatçıların mekân tuttuğu kıraathanelerden biri de İkbal Kıraathanesi’dir. Bu mekân,2 Nuru Osmaniye Caddesi’nin sonunda, sol köşede yer alır. Bab- ı Âli’ye, Cağaloğlu’na yakın olduğu için edebiyatçılar kadar gazetecilerin de uğrak yeridir. Ahmet Hamdi Tanpınar, İkbal’den bahsederken masalarının kapıdan girince sol yanda olduğunu Yahya Kemal’in hararetli ve kahkahalı sohbetleri sayesinde bu sol tarafa toplanan tarafın gittikçe arttığını söyler. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında kahveye uğrayan edebiyatçılar arasında Fuat Köprülü, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç, Agâh Sırrı, Falih Rıfkı sayılabilir. Sürekli edebiyatın, şiirin tartışıldığı mekâna, savaşın sonlarına doğru Nazım Hikmet de uğramaya başlar. O yılların önemli edebiyat dergilerinden olan Dergâh’ın basım yeri kahveye çok yakın olduğu için İkbal Kahvesi kısa zamanda Dergâhçıların da uğrak yeri olur. Dergâh Dergisi’nin çıkarılmasına da bu kahvede karar verilmiştir. 1950’li yıllarda İkbal Kahvesi, Orhan Kemal ve arkadaşlarının mekânı hâline gelir. Bu isimler arasında Muzaffer Buyrukçu, Yaşar Kemal, Ece Ayhan, Oktay Akbal, Konur Ertop, Behçet Necatigil, Ümit Yaşar sayılabilir. 1960’lı yılların ortalarında İkbal Kıraathanesi kapanır ve 1965 yılında yerine bir halı mağazası açılır. 1965 yılında kapanıp halı kilim dükkânı olan İkbal’i Orhan Kemal şöyle anlatır: “İkbal, bizim evimiz kadar dahası bir bakıma evimizden çok daha bize yakın oldu. Orada yurt ve dünyanın siyasal gidişi üzerine az mı düşünceler yürütüldü? Devlet ve hükümetin siyasası az mı yerildi? Buna koşut olarak edebiyat dedikodularının daniskası mı geçilmedi? Hikâyeciler, şairler, romancılar herhangi bir oyun, dergiler burada az mı süzgeçten geçti?”
Sümeyra Güler
Kaynakça:
1 Ansızın bir şehre vardım, o şehri yapılır gördüm. O taş toprak arasında ben de birlikte yapıldım.
2 Bakınız: //www.leblebitozu.com/istanbulda-edebiyatcilarin-ugrak-mekani-kahvehaneler/
https://www.yenisafak.com/hayat/Babıâlinin-meshur-mekanlari-3498425
https://listelist.com/kulluk-kahvesi-hakkinda/
https://listelist.com/edebiyatcilarin-ugrak-yeri-mekanlar/