Karadeniz’in ev sahipliğinde kâinat seyri

"Burası tarihin eski dönemlerinden beri hiç sükûn bulmamış bir bölge. Sürekli el değiştirmiş. Ordular gelip geçmiş, dar Karadeniz sahilinden ve o dönemlerde bataklık olan Batum’dan. Yunus Emre geçmiş yukarı illeri gezmeye giderken. Son zamana kadar Osmanlı Devleti de çabalamış vermemek için." Nursema Maraşî yazdı.

Karadeniz’in ev sahipliğinde kâinat seyri

Saat sabahın yedisi. Ayder Yaylası’ndayız. Elif elif dizilmiş karaçamların üzerine demlenmekte olan çay tortusu gibi latif bir sis çökmekte. Gözlerimiz seyranda, ciğerlerimiz cümbüşte “ya Settar” diyorum usulca. Birazdan sis iyice sarmalıyor karaçamları, şimşir ve porsuk ağaçlarını… Artık görünmüyorlar ama oradalar biliyorum. Ağaçların arasından akan dere aşağıda görünür oluyor. Şelâle oluyor adı yukarıdan dökülünce. Zerrelerine ayrılıp küçük bir bulut oluşturuyor çevresinde. Elif elif dökülen sular, şırıltısıyla şükürde. Yaylanın düzlüğünde, salep orkideleri, yabani zambaklar, sarı kantaronlar açmış öbek öbek. Yeşilin açıktan koyuya envai çeşit tonu sürekli birbirine karışıp geçişler yapmakta. O sırada tıpkı sis gibi yumuşacık şefkatle sarıp sarmalayan bir ses ulaşıyor kulaklarımıza… “Seyyahlar Ayder’de, gönülleri Ali Hayder’de.”

Kahvaltıdan sonra yola revan oluyoruz. Bir yanımız kıyıya paralel yükselen Kaçkar Dağları… Bir yanımız laciverte çalan rengiyle Karadeniz. Önümüzde elif elif uzanan dar sahil şeridinde yol alıyoruz. Yer yer kayalar düşmüş yol kenarına. Yol açmak için yontulmuş kayalar güvenli değil. Yakın zamanda sınırdan geçmek için bekleyen tırların üzerine devrilen kayalardan söz ettiler. “Vallahu hayrun hafızan” dilimizde Sarp Sınır kapısına ulaştık. Otobüsten inince ilk dikkatimi çeken sınır kapısının hemen karşısındaki cami idi. Kurşunla kaplanmış kubbesi, elif gibi uzanan ince beyaz minaresi ile küçük ve zarif bir yapıydı. İçini görmek için çok az bir zamanımız vardı. Kullanılan çiniler caminin içini gülistana çevirmişti. Her köşesine özenilmiş, temiz ve bakımlı bir cami idi. Aceleyle fotoğraflayıp yol arkadaşlarımıza yetiştik.

Türk ve Gürcistan kontrol noktalarından geçmek epey zamanımızı aldı. Gürcü kadınlar sabah Türk tarafına geçerek alışveriş yapmışlar. Ellerinde zorlukla taşıdıkları ayçiçek yağları ve market ürünleriyle uzun bir kuyruk oluşturmuşlardı.

“Ben giderim Batum’a, Batum’un batağına” diye türkü yakmışız vaktiyle. Hakikaten bataklık imiş. Daha sonraları dikilen okaliptüs ağaçları bataklık sorununu çözmüş. Koyu yeşil yaprakları sıtma hastalığının tedavisinde kullanılan bu ağaçlar gövdelerinde yüz elli litre su tutabiliyormuş. Batum’da dar sahil şeridi genişliyor. Sovyetlere ait eski birçok yapı var. Balkonlarda kullanılan mavi, yeşil ve kırmızı renkler o evde oturanların hangi sınıftan olduğunu işaret ediyormuş. Sınıflı bir yapıyı anlamak bizim için zor. Şehrin büyük bölümü inşaat hâlinde. Çok yüksek, şık ve devasa binalar inşa edilmiş ve hâlâ da devam etmekte. Kumarhaneler, eğlence merkezleri şehrin geçim kaynağı hâline gelmiş. Parklar bakımlı ve estetik. Öğle vakti Türk mahallesine ulaştık. İncecik bir ezan sesi karşıladı bizi. Öğle namazını eda etmek üzere camiye girdik. Restorasyonu devam ediyordu. Rus tarzı boyama tekniğiyle süslenmiş cami, aydınlık, sade ve zarif bir görüntü sergiliyordu. Ardından bir kilise ziyaret ettik. Kasvetli kilisenin asık yüzlü görevlisi, bir hemşire gibi sürekli “Susun” diye işaret etti. Fotoğraf çekmek yasaktı. Lâkin kimse oralı olmadı. En son el yazması İncil’e dokunulunca patladı ve bağırmaya başladı. Orası onun mabediydi. Yol arkadaşlarımızın duyarsızlığına üzüldüm. Belki de oraya gitmemeliydik.      

Yunan tanrılarının, en çok da Poseidon’un heykelleriyle bezenmiş bir meydandan sonra Medea anıtına ulaştık. İlginç bir hikâyesi var. Batum’da hüküm süren bir kral ölümsüzlüğü aramaktadır. Ölümsüzlük ise altın postu ele geçirmekle mümkün olacaktır. Lâkin nasip olmaz ve ölüm döşeğinde oğlu Yason’a vasiyet eder. “Ben altın postu bulamadım, şimdi de ölüyorum. Sen aramaya devam et.” der.  Kralın oğlu altın postun Giresun’da olduğunu haber alır. Gemisiyle Karadeniz’in tek adası olan Medea adasına ulaşır. Orada karşısına çıkan bir kıza âşık olur. Kız, Giresun kralının kızıdır. Sihirbaz ve büyücüdür. Yason postu da, ölümsüzlüğü de unutur. Bir gece rüyasına giren babası postu hatırlatır. Yeniden aramaya çıkacakken sevgilisi postun yerini bildiğini ama almanın çok zor olduğunu söyler. Post abisinin odasındadır. Kız gizlice odaya girer, tam postu alıp çıkacakken abi uyanır ve kız onun sırtına hançer saplayarak öldürür. Postu sevdiğine götürür ama oğlan, “Senin aşkın benimkinden büyükmüş, sen kazandın” der ve gider. Zavallı kız abisini öldürmüşken, sevgilisi aşkını tebrik edip çekip gidince elinde post öylece kalakalır. Bize anlatılan hikâye bu kadar. Elinde altın post ile Medea bir meydanı süslemekte. Yunan mitolojisinden alınan bu hikâyenin geçtiği mekân Anadolu topraklarıdır. Bu hikâyeden çok uzun yıllar sonra Anadolu’da Karacaoğlan adında bir şair diyor ki;

Âkıbet ben yâr yolunda ölürüm

 Armağanım yoktur candan ziyâde”

Batum’da en sevdiğim yer bambu ağaçlarından oluşmuş minik koruydu. Boyları elif gibi yükselen bu güzel bitkiler sabrın sembolü imiş. Tohum toprağa bırakıldıktan sonra yedi yıl kıpırdamadan beklermiş. Yedi yılın sonunda ilk filizini toprağın üzerine çıkartır ve yedi hafta içinde yirmi yedi metreye ulaşırmış.  Sabır ve azmiyle hayranlık veren bir bitki.

Uzun bir sahil yürüyüşünden sonra hareketli, mekanik bir anıta ulaştık. Ali ve Nino’nun ölümsüz aşklarının sembolü imiş. Ali Müslüman bir genç, Nino ise Hristiyan Gürcü bir genç kız. Aileleri evlenmelerine karşı çıkınca çareyi Karadeniz’in karanlık sularında ölmekte bulmuşlar. Sonsuz aşkı böyle bulacaklarına inanmışlar. Sürekli ayrılıp kavuşan, birbirinin içinden geçen bu iki mekanik heykel, teknolojik bir güzellik denebilir. Lâkin aşkın sembolü olabilir mi karar veremedim.

Fuzûlî merhum bir şiirinde şöyle buyurur.

“Ben eğer âşık olup din vermeyeydim gârete,

 Kim bilirdi aşk mülkün kâfiristân olduğun?”

(Eğer ben âşık olup dinimi yağmaya vermeseydim, bu aşk memleketinin bir küfür diyarı olduğunu kim bilebilirdi.) Âşıklara selâm edip Yunus Emre’ye kulak verelim;

“Ey aşk delisi olan ne kaldın perâkende

 O seni deli kılan, yine sendedir sende.”

Artık dönüş vakti geldi. Kendimi hiç gurbette hissetmediğim bu yerde yalnızca buruk bir hüzün var içimde. Mehmet Akif tercüman oluyor halimize;

Asırlardır ki İslam’ın bu her gün çiğnenen yurdu

 Asırlar geçti hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev’udu.”

(Asırlardır İslâm toprağı olup bugün düşman tarafından çiğnenen yurt, asırlar geçti hâlâ o vadedilen günü bekliyor.)

Sarp sınır kapısından geçtiğimizde ikindi ezanı okunmaya başladı. O sınırda nöbet bekleyen küçük ama azimli camiye vardık. Işıl ışıl bir gül bahçesini andıran, geleneksel motifli çinileri, mihrabı çevreleyen ayet-i kerimeleriyle daha da güzel göründü gözümüze. Restorasyona emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Cami 1800’lerin sonunda inşa edilmiş. 2020 yılında gümrük işletmelerinin finanse etmesiyle projelendirilip restore edilmiş.

Burası tarihin eski dönemlerinden beri hiç sükûn bulmamış bir bölge. Sürekli el değiştirmiş. Ordular gelip geçmiş, dar Karadeniz sahilinden ve o dönemlerde bataklık olan Batum’dan. Yunus Emre geçmiş yukarı illeri gezmeye giderken.  Son zamana kadar Osmanlı Devleti de çabalamış vermemek için. Nüfus sayımları yapılmış, çoğunluğun Türk olması sebebiyle Türkiye’de kalmasına karar verilmişken son anda çıkmış elimizden. Bayburtlu Zihni der ki;

“Zihni dert elinden her zaman ağlar

 Vardım ki bağ ağlar, bağban ağlar

 Sümbüller perişan, güller kan ağlar

 Şeyda bülbül terk edeli bu bağı.”

Cenub-i Garbî Kafkas Hükümeti’nin Batum’da haftada üç kez çıkardığı Sadâ-i Millet Gazetesi’nin 27 Eylül 1919 tarihli nüshası. İri harfli iki satırda; “Hilâfet-i Muazzama-i İslâmiyye’nin himayesinde Kars, Batum, Ardahan yekvücut bir muhtariyet için hem fikirdirler.” ibaresi bulunmaktadır.

Her köşesi cennet güzel yurdumuzun bir bölümünü ziyaret ettik. Can kulağımız gönül ehlinde… Gâh Karacaoğlan oldu seslenen: “Deli gönül abdal olmuş, gezer elif elif diye”, gâh Yunus Emre oldu:

“Kullar senin sen kulların

 Günahları çok bunların

 Koy bunları cennetine

 Binsinler burak Çalabım”

Nursema Maraşî

YORUM EKLE
YORUMLAR
Şahin Gümüş
Şahin Gümüş - 8 ay Önce

Çok güzel. Tebrikler.

banner36