Yola yazgılı olmak ne güzeldir. Yola ve yolun sahibine hamd ederek İbrahim'in zamanı, Nebi-i Muhterem'in mekânına varıp umre yapmak niyetiyle evimden çıkıp kutlu yola revan oluyorum. Bir gece vakti giriyoruz Mekke-i Mükerreme’ye. Beden yorgun, gözler uykusuz, aşk ve heyecanla bir an önce kavuşmak çabasıyla eşyalarımızı otele bırakıp Kabe yoluna yöneliyoruz. Mescid-i Haram'dan girip af ve mağfiret yakarışı, heyecan, merak ve arayış içerisinde ilerlerken birden doğuveriyor karşımda Beyt'ül-Haram. Ürperti ve şaşkınlık karışımı bir acemilikle kalakalıyorum. Dua, hamd, şükür, tekbir, tehlil, tesbihi hatırlıyorum beraberinde ve bu böylece devam edip giden bir rutin oluyor o andan itibaren.
Kutlu hatırlayışlarla teselli buluyorum
"Biz Beyt'i insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik." (2/125)
İlahî iradenin insanlık ailesi için toplanma merkezi kıldığı mekânda adeta yeniden nazil olan ayet-i kerimeyi hatırlıyor, kendimle baş başa kalıp tefekkür eylediğim tavaflara başlıyorum âcizane. Ayak izlerini takip etmeye çabalıyorum ibrahim'in, Hacer'in, Nebi-i Muhterem’in, Hz. Hatice'nin, Hz. Ebubekr'in, Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın, Hz. Ali'nin; onlardan yüzlercesinin, binlercesinin. Hepsi, her biri buradan gelip geçtiler. Kabe çevresinde dev binaların yükseldiği yığınlar derin hüzünlere sevk ederken, bu kutlu hatırlayışlarla teselli buluyorum.
Tavaf, insanı çoğaltan, alıp götüren hallerden bir hal, oluşlardan bir oluş oluyor
Zaman kavramını yitirmiş gibiyim. Hangi gün saat kaç, derdim değil. Binlerce yılın izleri üzerinden ilerleyerek Cebel-i Rahme'ye varıyoruz ilkin. Güneş batarken vasıl olduğumuz Müzdelife'de derin derin düşüncelere dalarken tüm evren, mahşeri hatırlatan Müzdelife'den ibaret oluyor sanki. Başka bir vakitte Hudeybiye oluyor durağımız. O günü hatırlamaya çalışırken ağır ağır dolaşıyorum gelip geçtikleri, durdukları yerlerde. Gezi programı süresince sanki asırlardır uzak kalmışım gibi hissediyorum Kabe'den. Ve özlüyorum insan seli içine karışıp Kabe'ye varmayı, tavaf yapmayı, tavaftayken ezan dinlemeyi… Öyle bir ezan ki ruhlara işleyen, insanı alıp götüren, davudî bir sesle Kabe semalarında yankılanırken Nebi'nin “erihni ya Bilal!” talebini hatırlatan, Bilal'i hatırlatan...
Namaz öncesi ya da sonrası her vakitte tekrarlanıp duran tavaf; insanı çoğaltan, alıp götüren hallerden bir hal, oluşlardan bir oluş oluyor.
Sevr'i anlamanın neresine geldim bilemiyorum fakat…
Bir sabah namazı sonrası çıkıyoruz Sevr yoluna. Zaman ve mekân tefekküre sevk ediyor düşünmek isteyeni. Ya Nebi! Nice çileli ve sıkıntılı süreçlerden geçip yeni bir aşamanın başlangıcında tecrübe ettiğin zorlu Sevr yürüyüşünü anlamaya çalışmanın çabasındayım. İki saati bulan yürüyüşün sonunda Mekke'nin zirvesine varıyoruz. Tam karşı noktada Hira ve hemen solunda yazık ki gökdelenlerin kapattığı minarelerinden sadece ikisinin uçları gözüken Mescid-i Haram. “La tehzan innallahe meana” yankılanıp dururken mağaranın taşlarında, vahyin işaret ettiği mekanın havasını teneffüs etmek şükür secdesine sevk ediyor. Sevr'i anlamanın neresine geldim bilemiyorum; fakat dolduğumu ve donduğumu hissediyorum.
Tarihsel sıralamada daha önce olması gereken fakat Sevr'den sonraya nasip olan Hira yürüyüşü yine sabah namazı sonrasına denk düşüyor. Sevr'e göre daha alçak seviyede olan Nur Dağı daha dik. Elli dakika sonra ulaştığımız zirvede Mekke'ye hâkim görüntü ve mağara karşılıyor bizi. Tefekkür ve vahyin izlerinin manevi hatırasıyla genişleyen mağarada Alak suresini okuyor ve secdeye varıyor, tüm göğü kaplayan Cebrail'i hatırladığımda ürperiyor, bu tecrübenin sahibi canım Peygamberime salât-u selam gönderiyorum.
En yakın vakitte yeniden kavuşmak niyeti ve duasıyla Mekke'ye veda ediyoruz
Mekke'deki son günümde ayrılığın hüznünü hissetmeye başlarken hâlâ Kabe'de olmak içimi ferahlatıyor. Saflar arasında koşan çocuklarda Fatıma'yı, Zeyneb'i, Rukiye'yi, Ali'yi, Zeyd'i görüyorum. Kadınları izliyorum sonra, Hacer'i ve Hatice'yi arıyor gözlerim. Ya Nebi, Mekke'deki son günümde “ey Mekke eğer kavmim beni buradan çıkarmasaydı senden ayrılmazdım” deyişini hatırlamak hüznümü artırıyor. Yoğun hüzün hissiyatıyla namazımızı kılıp son tavaflarımızı tamamlamaya çalışarak en yakın vakitte yeniden kavuşmak niyeti ve duasıyla Mekke'ye veda ediyoruz.
Ferah bir Medine karşılıyor bizi
Şehr-i Medine'ye ikindi vakti vasıl oluyoruz. Mekke'nin dağlık arazisi ve boğucu havasından sonra düz ve geniş bir arazi, ılık rüzgârlı, ferah bir Medine karşılıyor bizi.
Tanışma ve selamlaşma zamanını yaşıyoruz Mescid-i Nebevi'nin cuma günü. Estetiği ve simetrisinin hayran bırakan sadeliği, Resul-ü Ekrem'in varlığının zerrelerine sinmiş maneviyatı ve hatıralarıyla oldukça güçlü bir etki bırakıyor üzerimde Mescid. Kuş cıvıltıları ve çocuk sesleri kardeşlerimin uğultusuna karışıyor. Binlerce sütun onurlu ve izzetli duruşları temsil ediyor. Ebubekirler, Ömerler, Aliler, Hamzalar, Aişeler, Zeynebler hatırlanıyor. Hayâller canlanıyor zihnimde peşi sıra. İlkin, “ya Ebabekr! Ümmetim çoluk çocuk burada bak” derken gülümseyişini; sonra mihrabını görmeye çalışırken canım peygamberim, ümmetine imam olduğunu, minberinden hutbe okuduğunu hayâl ediyorum gözyaşlarıyla karışık bir tebessümle.
Ve ben ibn-ül vakt oluveriyorum
Ziyaret saatleri mescidin, huzurla dolup yenilendiğim vakitler oluyor. Cennet bahçesindeyken hayatın merkezinde hissediyorum kendimi, her şey hayat olup kuşatıyor beni. Ve ben ibn-ül vakt oluveriyorum. Hiç bitmese bu an, zaman tümden bu an olsa, mekân Ravza olup yağsa üzerimize. Sağ tarafımda Cennet'ül-Baki ve her yerde melekler...
Her namaz ve ziyaret vakti Mescid'de devam ederken hayat, beraberinde adımlarımız da devam ediyor. İlk durağımız Uhud Şehidliği ve Okçular Tepesi oluyor. Tarihimizin kilometre taşlarından Uhud'da olmak derin düşüncelere sevk etti beni. “Uhud öyle bir dağdır ki o bizi sever biz de onu” deyişini tüm sıcaklığı ve tazeliğiyle yüreğimde hissederken ya Nebi, arkamda Okçular Tepesi, önümde savaşın geçtiği meydan, sağımda şehidlik ve ganimetlerin başına üşüşülen alana değince gözlerim doluyorum. Uhud gününden Hendek gününe geçiyor, Kıbleteyn Mescidi’nde o günün sevinci için şükür secdesine varıyor, Kuba Mescidi’nde ferahlıyorum. Bir ikindi sonrası Cennet'ül-Baki ziyaretini müteakip Uhud savaşında sığındığın kaya aralığına geliyoruz. Ey can neler yaşadın sen, seni anlamanın neresindeyim, gelip durdun bu kaya parçasında demek... Hüznünün, sevincinin, hatıralarının üzerinden milyonlarca salat-u selam olsun.
Medine Mekke'nin tesellisi olmuştu fakat yazık ki Medine'nin tesellisi olmuyor hiçbir şey
Medine'ye veda zamanı Mekke'den daha hazin oluyor. Zira Medine Mekke'nin tesellisi olmuştu fakat yazık ki Medine'nin tesellisi olmuyor hiçbir şey. Başlayan her şey bitiveriyor işte yasa gereği. Başladığım noktaya dönüveriyorum ben de derin bir özlem yükü ve çoğaldığım hissiyle.
Cuma vaktidir şimdi Kabe'de, Mescid-i Nebevi'de, Aksa'da. Ümmet-i Muhammed hutbe dinlemekte. Bir rüyadaydım sanki ve şimdi uyandım. Heyecan, ürperti, coşku, tevazu, sabır arasında gidip gelen duygular yerini teslimiyet ve özleme bıraktılar.
Yüreğim Mekke, yüreğim Medine. Vahyin izlerini taşıyan mekânlardan kilometrelerce uzaktayım şimdi fiziksel olarak. Kabe'yi içime, Ravza’yı içime doldurmak, bitmesini istemediğim bir rüyaya dalmak geçer hayâlimden. Hiç bir yerden dönmeye benzemiyor bu dönüş. Çünkü dönemiyorsunuz bir türlü. Tüm benliğinizi kuşatan bir kalışla kah tavafta, kah say yolunda, kah Nebi'yi ziyarette buluyorsunuz kendinizi. Ve öyle bir özlem ki henüz gitmeden “nasıl dönerim” sancısını çekiyor, gittiğinizde ise “tekrar nasıl gelebilirim”in hesabını yapıyorsunuz.
“Benim başka yolum olmadı ki...” der Muhammed Esed. Her geçen gün çoğalan bir özlemle sabah ezanlarını duymaktayken bu can, bir gece vakti yeniden yeniden vuslatı beklemekte.
Ümran Yaka hislerinin ancak bu kadarını kaleme dökebildi
keşke gidebilse herkes.keşke...