Şairlerin bile ancak sıradan insanlar kadar âşık olduğu İstanbul için taşı toprağının tarih ve güzellik sakladığını söyleyeceğimiz devri hızla ardımıza alıyor ve zamanda ilerliyoruz.
Bu esnada vapura binmeyi ya da Şemsipaşa Camii’nin kıyısından deniz havası almayı çoğu zaman es geçiyoruz. Süleymaniye civarında gezmeyi unutabiliyor, Atik Valide’nin şehrin en sessiz muhitlerinden biri olduğunu aklımıza getiremeyebiliyoruz. Veya her gün yürüdüğümüz bir güzergâhtaki çok kıymetli ecdat yadigârlarından bihaberiz.
Bu yazıda hususî olarak yanlarına gidip merhaba demeniz gereken, fevkalade güzellik ve cazibe taşıyan bazı mezar taşlarını bir araya getirdik.
Hepsi de her gün ziyaretçiyle Fatiha kabul ediyorlar ve baktıkça bakasınız geleceğinin garantisini veriyorlar.
İşin zor tarafı ise şu ki hiçbiri güzellik tacını bir diğerine bırakmak niyetinde değil.
Öyleyse yarış başlasın!
İlk bakışta gözlerinizi hemen çekemeyeceğiniz bir vuruculuğa sahip
İlk katılımcımız Karacaahmet’ten Hacı Musa Bey. Kendisi devletlü Arif Paşa hazretlerinin de damadıymış. Pek rastlanabilir bir süslemesi yok doğrusu. Kenar süslemelerinin kıvrımlı olması ve tepedeki kıvrımların büyüklüğüyle bir de henüz zarar görmemiş olması, Hacı Musa Bey’in koca fesli mezar taşını listeye almamızın nedenleri.
Nadide mezar taşları bakımından küçük bir cennet sayılabilecek Süleymaniye Camii haziresindeki Muhammed Raşid Efendi’nin hem kitabesi hem şahidesi topa aynı anda giriyorlar. Raşid Efendi, aynı zamanda Keçecizade İzzet Molla Efendi’nin yakınlarında bulunmuş ve kadılık görevi yürütmüştür. Kitabenin yaprak süslemeleri ve şahidenin hasır sepetten fırlamış tonton yapraklı gülleri güçlü bir koz oynuyorlar.
Yine aynı hazireden başka bir yarışmacı ise ilk bakışta hanım olduğunu belli eden ve gayet hüzünlü bir hayatı olan Fatıma İrfan Hanım. Meclis-i Maliye üyelerinden Muhammed Reşid Paşa’nın kızı olan Fatıma Hanım, 1317 Ramazan’ında, henüz 18 yaşında taptaze bir çiçekken vefat etmiş. O sebeple olsa gerektir ki kabrini taştan mamul solmayan çiçeklerle bezemişler.
Bir diğer yarışmacımız Edirnekapı’dan aramızda. Kazaskerlik ve İstanbul kadılığı vazifelerinde bulunmuş, ulemanın ileri gelenlerinden Mehmed Arif Hilmi Efendi’nin mezar taşı hem alışıldık ölçülerden büyük hem de süsleme açısından pek rastlanılmayacak seviyede. İki rozetin ortaladığı Mevlevi başlığı ve bütün kitabeyi süsleyen büyük yapraklı çiçekler dikkat çekiyor. Kitabenin sonunda yine sıra dışı bir numune olarak, Hilmi Efendi’nin doğum-vefat tarihleriyle yaşadığı ömür ayrı ayrı üç kutuda belirtilmiş.
Üsküdar-Doğancılar Caddesi’ndeki Üsküdar Mevlevihanesi haziresinde az sayıda kabirden biri de tekkenin postnişini Ahmed Arif Efendi’nin kerimesi ve Hafız Süleyman Efendi’nin halilesi Şerife Saliha Hürmüz Hanım’ındır. Bir tavus kuşunu andıran murassa başlığıyla ilk bakışta gözlerinizi hemen çekemeyeceğiniz bir vuruculuğu var bu kitabenin.
(Bu arada garip bir tecelli olarak her mezar kitabesi başında, Allah Teâlâ’ya matuf bir ifade bulunması tartışmasız bir âdetken, Şerife Saliha Hanım’ın kitabesi ‘ya hazreti Mevlana Muhammed Celaleddin Rumî’ ibaresi taşıyor.)
Osmanlı’nın, son devrinde taşa geçtiği en tatlı kıyaklardan biri
Fatih Camii haziresinden üç yarışmacı aramızda.
Hüseyin Rıfkı Paşa, benzerini bir elin parmakları kadar dahi göremeyeceğimiz orijinallikte bir şahide taşıyor. Silindir şeklinde normal bir kitabesi olan mezarın şahidesi de ikinci bir kitabe olarak ve ferman biçiminde düzenlenmiş. Soldan sarkan iki püskülün şirinliği yetmemiş, bir de altta fermanın paçalarını toplayan iki ip yapılmış. Osmanlı’nın, son devrinde taşa geçtiği en tatlı kıyaklardan biri olsa gerek bu mezar.
Mesarif-i umumiye-i askeriye nazırı Mehmed Lütfullah Bey, Osmanlı genel üslubunun nerdeyse tamamen dışında bir endamla huzura çıkıyor. Lahdin temsilen yukarı alındığı ve kitabenin de genel geçer tarzın dışında yapıldığı sıra dışı bir örnekle karşı karşıyayız. Lütfullah Bey, lahit üzerinde iki sıra boyunca uzanan süslemeleriyle iddialı bir atak yapıyor ve bize ‘her yerde görebileceğiniz alelade şeyler dışında’ bir manzara vaat ediyor.
Ama sıra dışılık, güzelliğin yanında o kadar da cezbedici olmayabilir. Çünkü henüz Said Paşa’nın eşi Mükerrem Hanım’ın tonton çiçeklerden taç giymiş kabrini görmediniz. İki silindir taş üzerinde sayıca az çiçek kullanılmış ama çok fazla çiçek kullanılsa bu kadar cana yakın duracağı yine de garanti değildi. Kitabedeki yazının istifi, şahidedeki vazo ve çiçeklerle nefis bir manzara arz ediyor Mükerrem Hanım.
Aynı zamanda bir ‘Tophane-i Amire görevlileri buluşma yeri’ olan Kılıç Ali Paşa Camii haziresinden son dönem süsleme özellikleri taşıyan Ferik Paşa kabri, ilk bakışta soğuk ve köşeleri keskin bir görüntü veriyorsa da kelime-i tevhidle başlayan celi hattı ve şahidedeki ince belli vazodan büyümüş çiçekler soğukluğun belini kırıyor. Aynı zamanda Tophane-i Amire müşiri Halil Paşa’nın oğlu olan bu mezar sahibinin kabri için geç dönem Osmanlı üslubunu nefis olarak yansıttığını söyleyebiliriz.
Başlangıçta uğradığımız Üsküdar’a, yeniden dönerek yarışmayı burada bitirelim.
Çakırca Hasan Paşa Camii haziresinde, kabrinin her noktasından zarafeti belli bir hanım efendi var. İsmet Paşa’nın oğlu Rıza Paşa’nın eşi olan Fatıma Mevhibe Hanım, kitabesi de pek nefis olmakla birlikte şahidesi ve lahit üzerindeki şükûfeleriyle yarışa katılıyor. En yukarıda müzeyyen hotozu, asma yaprağı ve üzümleri tutan şahide boyunca ince dal ve sırma sepet içinden taşmış çiçekler.
Mevhibe Hanım yarışmanın yapıldığı yere buz kesen bir nefaset ve letafetle giriverip izleyiciler üzerinde adeta yürüyen bir gülistan etkisi bırakıyor.
Sadullah Yıldız