Kökleri insanlık tarihi kadar eski olan göç olgusuna, bireyin sadece bir mekândan ötekine geçme serüveni olarak bakmamak gerekir. Toplumsal ve ekonomik değişimlere paralel olarak ortaya çıkan bu olgunun, bireylerde düşünce ve inanç ekseninde çeşitli dönüşümlere neden olduğu aşikârdır. Göç hareketlerini açıklayacak kapsamlı bir kuramın eksikliğinin hissedildiği günümüzde, göç üzerine yapılan çalışmalar daha çok rakamlar üzerine odaklanmaktadır. Oysa göç olgusunu salt toplumsal bir hareketlilik olarak değil, insanın mekanla kurduğu bağ üzerinden okuma girişimi, bir ihtiyaç hâlini almış durumdadır.
Üzerinde yaşadığımız dünya, çeşitli sebeplerle yerlerinden edilen kişilerin hikayeleriyle doludur. İletişim ve ulaşım teknolojisindeki baş döndürücü gelişmeler, insanın hareket kabiliyetine daha da ivme kazandırmış, bu süreçte insanın mekanla irtibatı hep çift yönlü olmuştur. İnsanoğlu bir yandan kendisine bahşedilen yeteneklerle yaşadığı mekânı şekillendirerek dönüştürürken kimi zaman da yaşadığı mekândan kaynaklanan yaptırımlara ve göçlere maruz bırakılmıştır. Bu yönüyle mekân, bireyi kimi zaman özne konumuna yükseltirken bazen de nesne konumunda kalmaya mecbur bırakmıştır. İnsanın özne ya da nesne olması elbette ki kişinin kararlılığına, iradesini kullanma becerisine, dahası içinde yaşadığı doğa ile tesis ettiği ilişki biçimine bağlıdır. İnsanın mekânla kurduğu bu etkileşim, öyle görünmektedir ki hep devam edecektir.
Uluslararası göçün neden olduğu sorunlar, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren küreselleşme kavramıyla daha da görünür bir hâl almıştır.[1] Küresel tahminler ışığında 2019 yılı itibariyle yaklaşık 272 milyon göçmenin bulunması, göç olgusunun artan seyri hakkında bir fikir vermektedir.[2] Göç kavramı güncelliğini devam ettiren bir kavram olmakla birlikte, geçirdiği dönüşümler sayesinde dünya genelinde ulus-devlet merkezi göç sisteminden ulus-ötesi göç sistemine evrilmiştir.[3] Bu süreçte Türkiye de son zamanların en çok göç alan ülkelerinden biri hâline gelmiştir. Özellikle 2010 sonrası dönemde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan isyanlar, iç savaş yaşayan insanların bulunduğu ülkeleri alelacele terk etmelerine sebep olmuştur. Bu bakımdan Orta Doğu’da göç bir tercih değil, adeta zorunluluk olmuştur.
Göçün sebepleri:
Ne zaman göç olgusu zikredilse zihnimizde sınır, belirsizlik, endişe, ayrılık, hasret, eğitimsizlik, felaket, deprem, iç savaş, ihtilal gibi kavramlar belirir. Bu bakımdan yaşam alanlarını değiştiren insanlar, yer değiştirme biçimine göre de farklı adlarla anılmaktadır. Bulunduğu ülkeyi yasal yollardan terk ederek, gideceği ülkeye yasal yollardan giriş yapıp o ülkede yaşayanlar göçmen (migrant, immigrant) adını alırken; zulme uğrama kaygısıyla hareket edip vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunarak ülkesine dönmeyenler mülteci (refugee) olarak adlandırılmaktadır. Ülkesini terk ederek bir ülkeye sığınan, fakat mülteci olmasına yetkililerin henüz karar vermediği kişiler ise sığınmacı (asylum seeker, defactor) şeklinde adlandırılmaktadır.[4] Peki insanları göçe sevk eden şey nedir?
Bir insanın içinde yaşadığı toprağı terk etmesi duygusal açıdan alınması zor bir karar olsa da insanı bu kararı almaya iten birçok sebep olabilir. Bu sebepler arasında, maruz kalınan ekonomik buhrandan kurtulma fikri, uluslararası seviyede daha iyi bir eğitim alma arayışı, kişinin aile fertleri ile birlikte daha yaşanabilir yeni bir gelecek inşa etme arzusu ya da politik faktörlerin insanı zorunlu olarak yer değiştirmeye zorlaması şeklinde sıralanabilir. Gerek iç çatışma gerek zulüm gerekse doğal afetlerden ötürü ülkelerini terk etmek durumunda kalan bireyler, desteğe en çok ihtiyaç duyan kesim olarak karşımıza çıkmaktadır.
Küresel ısınmanın arttığı, iklim krizlerinin hiç olmadığı kadar etkilerini gösterdiği günümüz dünyasında, dünya kaynakları ülkelerin taleplerini karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bu yetersizlik, insanoğlunu farklı gezegenlerde koloniler kurup yeni yaşam alanları keşfetme fikrine de sürüklemiştir. İçinde bulunduğu coğrafyayı adil bir düzlemde insan onuruna layık bir şekilde dizayn etme mücadelesini veren dar bir kesimin çabalarının da yer aldığı günümüzde, nasıl bir dünya düzeninin tesis edileceğinde kişilerin amaçları tayin edici olacaktır.
İletişim teknolojisinde meydana gelen gelişmelerin, her geçen gün insanı daha müreffeh bir hayat kurma fikrine yaklaştırdığı günümüzde, insanın tabiattan bağımsız bir hayat sürmesi mümkün olmadığı gibi ayakta kalabilmesinin yolu da kendisine sunulan imkanlardan geçmektedir. Göçlerin güney yarımküreden kuzeye ya da doğudan batıya doğru gerçekleşmesi, bireylerin tercihlerinin yaşam kalitesi zor olan yerlerden görece daha zengin ve verimli yerlere hareket edişlerine ışık tutar niteliktedir. Dolayısıyla bu durum bizi göç yollarının bir tür “refah hattı” üzerinde yoğunlaştığını fikrine yaklaştırmaktadır.
Göçün insan üzerindeki etkileri:
Göç olgusunun etkilerini doğru anlamak, asabiyet teorisini çevresel koşullar üzerine inşa eden İbn Hâldun’a da kulak vermeyi gerektirir. İbn Hâldun, eserinde bir şehirde umran, nüfus ve iktisadi faaliyetlerin nihai aşamaya gelmesinin ardından bozulma ve çöküşe doğru bir değişimin yaşandığından söz eder.[5] Sermaye ve emeğin coğrafi bölgeler açısından eşit olarak dağıtılmadığı durumlarda, bireylerin yaşam standartlarındaki eşitsizlikler de kendini hemen göstermektedir. Bu durum ise insanı içinde bulunduğu mekânı değiştirmeye sevk etmektedir.
İnsanoğlunun tabiatla irtibatının her geçen gün güç kaybettiği günümüzde, zorunlu göçe maruz kalan bireyler, her şeyden önce aidiyet sorunu yaşamaktadırlar. Gidilen yere ayak uyduramama ile gelinen yerden zihnen ayrılamama düşüncesi, bir tür arafta kalma hâlini doğurmaktadır. Bulunduğu ülkeden bir başka yere göç eden insanların karşılaştığı en yaygın duygulardan bir tanesi de terk ettiği ülkedeki yaşam biçimini gittiği yerde de devam ettirme kaygısıdır. İki kültür arasında kalan bireylerde, yeni kültüre adapte olarak gidilen ülkeye alışmak ise oldukça sancılı bir süreçtir. Gidilen ülkenin dilini hızlıca öğrenen çok kültürlülüğe açık bireyler, bu süreci görece daha sancısız atlatmaktadırlar. Göçün psikolojik etkilerini cinsiyet üzerinden araştıran uzmanlar, kadınların erkeklere göre çok daha fazla psikolojik problemler yaşadıklarını vurgularlar. Özellikle ruhsal problemlere maruz kalmanın eşiğinde olan bireylerde, uyku düzensizliği, dikkat eksikliği, intihar vb. problemler de yer yer ortaya çıkabilmektedir.
Sonuç
Küreselleşmenin sadece para dolaşımını artırmayıp insan hareketliliğine de ivme kazandırdığı günümüzde, göç olgusu gerek yerleştirme kaynaştırma politikaları gerek sosyo-kültürel homojiniyeti temin etme çabaları gerekse çok kültürlülük tecrübesine hayat verecek politikalar üretme imkânı bakımından uluslararası toplumun hâlâ önde gelen konuları arasındadır. Hükümetlerin, bilgi üretme konumunda olan üniversitelerin, ulusal ve uluslararası kuruluşların faaliyet alanlarıyla göçün olumsuz etkilerini en aza indirecek makul politikalar üretme ihtiyacı, her geçen gün kendini daha da yoğun bir şekilde hissettirmektedir. İnsani kriz sırasında geliştirilen politikalar ülkelerin geleceklerinde de tayin edici roller üstleneceğinden, insana yapılan yatırımların ülkelerin uzun vadedeli potansiyellerini açığa çıkarmada gizli imkanlar barındırdığı hususu unutulmamalıdır. Bu imkânı layıkıyla hayata geçirmek, yalnızca reel politikanın güncel bir tartışma konusu olmayıp toplumsal uyum ve mutabakatın ön şartı, insan olmanın da getirdiği ahlâki bir sorumluluktur.
İbrahim Elkoca
Dipnot:
[1] Taşkın Deniz, Uluslararası Göç Perspektifinde Türkiye, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/200514, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2021
[2] 2020 Dünya Göç Raporu, https://publications.iom.int/es/system/files/pdf/wmr-2020-tu-ch-2.pdf, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2021.
[3] Ahmet İçduygu, Sema Erder, Faruk Gençkaya, Türkiye’nin Uluslararası Göç Politikaları, 1923-2023: Ulus Devlet Oluşumundan Ulus Ötesi Dönüşümlere, Koç Üniversitesi, Göç Araştırmaları Merkezi, s.19.
[4] Taşkın Deniz, Uluslararası Göç Perspektifinde Türkiye, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/200514, Erişim Tarihi: 19 Aralık 2021
[5] Rauf Belge, “Economic Geography in the Muqaddimah of Ibn Khâldun” Marmara Üniversitesi Öneri Dergisi, Cilt 13, Sayı 50, Temmuz 2018, s.274.