İmam Hissein'in gözünden Bursa, Afyon ve Konya

Gün bir heyecan günüydü. Herkes ömrü boyunca unutmayacağı bir olayın başlamasını sabırsızlıkla bekliyordu. Zira o günde Anadolu’nun önemli şehirlerinden Afyon, Bursa ve Konya’ya seyahat emek üzere yola koyulacağımız gündü. İmam Hissein Alio yazdı.

İmam Hissein'in gözünden Bursa, Afyon ve Konya

Günlerden bir gündü, bir Cumartesi sabahıydı, tam da geçtiğimiz Şubat ayının onuncu günüydü. Gün bir heyecan günüydü. Herkes ömrü boyunca unutmayacağı bir olayın başlamasını sabırsızlıkla bekliyordu. Zira o günde Anadolu’nun önemli şehirlerinden Afyon, Bursa ve Konya’ya seyahat emek üzere yola koyulacağımız gündü. Bir çoğumuz daha önce bu asil şehirleri gezmiş olmasına rağmen bu gezide yer almayı hiç de ihmal etmedi. Zira gezinin asıl gayesi sadece oraları gezip tozmak değil, aynı zamanda aramızdaki sevgi, dostluk ve kardeşlik bağlarını güçlendirmekti. Ve nihayet bu kardeşlik ve dostluk sayesinde sevinçlerinimizi ve sıkıntılarımızı paylaşır ve en önemlisi birbirimize sahip çıkarız. Özellikle, insanların artık birbirlerine güvenmez hale geldiği şu hayatta, etrafa bakmadan sırtımızı yaslayacağımız sağlam bir kardeşe, bir dosta ne kadar da ihtiyacımız var.

Grubumuz her zamanki gibi gezide de hakiki kardeşliğin tablosunu canlandırıyordu. Farklı kültür ve milletlere mensup olmamıza karşın, kardeşliğin çatısı altında toplanmayı bir fırsat bildik. Sınır tanımaz kardeşliğimiz sayesinde coğrafi sınırlarımızı aşarak birbirimize daha yakın olduk. Zaten bizim yüce dinimiz İslam da bizi bu güzel uhuvvete çağırıyordu. Bir başka ifadeyle, etrafında pervane kesildiğimiz emsalsiz kardeşliğimiz sayesinde farklılığımızı bir zenginlik, uzaklığımızı da bir yakınlık vesilesi olarak gördük.

Gezi kafilemiz dokuz kişiden oluştuğu halde, İstanbul’dan, üçü Türk, beşi de misafir öğrencilerden müteşekkil bir grupla Bursa’ya doğru yola koyulduk. Çünkü Ramazan Oduncu kardeşimiz bizi Konya’da karşılamak üzere bizden evvel yola çıktı. Sayımız da zaten arabamızın yolculuk kapasitesine uygun düşüyordu. İşte arbamızın direksiyonunu tutan kaptanımız Cavit Hondi. Onun hemen yanıbaşında oturan da kaptan yardımcısı Zonguldaklı Ali Can Bey. Kardeşimiz, yolculuk süresi boyunca direksiyonla meşgul olan kaptanımızı yönlendirmekle çok iyi bir iş çıkardı. Aracın arka koltuğunun kenarında oturan ise mangalcımız Tuncay Doğan. Onun sağında da neşe kaynağmız Rahatullah Memon bulunuyor. Espirileriyle gezi süresince grubu diri tutmayı başardı. Diğer köşede oturan o büyük gözlü adam var ya... İşte o Sufyan Koama (Şampiyon) kankamız. Arkadaşımız, çoğu zaman sessiz sessiz oturuyordu ve büyük camlı gözlüğünü takarak etrafı seyretmekle yetiniyordu. Arabanın en arka koltuğunda ise üç kişi oturuyorduk. İşte köşede ben (İmam) oturuyordum. Solumda ise Taylandlı Songçay Wongyeemo bulunuyor. Şu köşede oturan da fotoğrafçımız Muhammed Haykal (abimiz). Maşaallah kardeşimiz gördüğü her yeri elindeki kamera ile belgelendirmeyi çok sever ve inanılmaz derecede fotoğrafçılığa meyli vardır.

Cumalıkızık'ta emsalsız tarihsel tablonun içinde dolaşmak

İstanbul’dan Bursa’ya yaklaşık iki saatlik bir deniz yolculuğuyla ulaştık. Bursa’nın yerli ve yabancı turistlerin uğrak yerlerinden Emir Sultan Külliyesi ile Cumalıkızık'ı gezme fırsatına sahip olduk. İlk önce Bursa’nın en önemli mimari ve tarihi eserlerinden olan Emir Sultan Külliyesi’ni gezdik. Külliye, Yıldırım ilçesinde yer alıyor ve Hundi Fatma Hatun tarafından kocası Emir Sultan adına yaptırılıyor ve aynı zamanda bu hatun Emir Sultan’ın eşi ve Yıldırım Bayezid'ın da kızı oluyor. Külliye, cami, türbe, hamam, çeşmeler ve mezarlıktan oluşuyor. Caminin türbesinde, adına külliye yaptırılmış olan Emir sultan hazretleri yatmaktadır. Sufilikte üst makama ulaşan Emir Sultan, Hz. Peygamberimizin soyundan geldiği için “Emir”, gönüllerin fatihi olduğu için “Sultan” unvanıyla anılmıştır. Cami, 1795 yılında vuku bulmuş olan depremden dolayı yerle bir olmuş, fakat 1804'te III. Selim tarafından eski mimarisine uygun olarak yeniden inşa ettirilmiştir. 

Emir Sultan Külliyesi’ni gezdikten sonra Bursa’nın bir başka önemli turistik mekanı olan Cumalıkızık’a doğru yöneldik. Cumalıkızık da, şehrin Yıldırım ilçesine bağlı bir köydür. Uludağ’ın kuzeyinde kurulmuş beş Kızık köyünden biridir ve UNESCO tarafından listelenen dünya mirasları arasına girmiş fiziksel, kültürel ve tarihsel bir öneme sahip kadim yerleşim alanlarındandır. Köyün tarihçesi, Osmanlı'nın erken dönemine dayanmaktadır. Köy, Uludağ etekleri ile yamaç arasında sıkışıp kaldığı için “kızık”, eskiden Cuma namazı için toplanan bir yer olduğundan Cumalıkızık adını verildiğini söylenmiştir. Bir başka rivayete göre ise, köyün Cuma gününde kurulmuş olması sebebiyle "Cumalıkızık" adıyla anıldığı rivayet edilir.

Oralarda dolaşırken dikkatimizi en çok çeken köyün tarihsel havasındaki uyumluluktu. Zira oranın tarihini canlandıran yalnızca binalar değil, aynı zamanda çeşmeler ve dar sokaklardır. Orada bulunan her nesne bu tarihsel levhayı tamamlayan birer unsurdur ve tablo bu unsurların varlığı ile tamamlanır, anlam kazanır. Bu emsalsız tarihsel tablonun içinde dolaşmak, oranın altında yatan o kutlu medeniyetini keşfetmek insanda farklı bir duygu, bir heycan uyandırıyor. Böylece Cumalıkızık, kökleri 1300'e kadar uzanan köklü tarihininin tüm yönlerini, her yıl akın eden ziyaretçilerine tam anlamıyla sunmuş oluyor. Velhasıl, köyün binalarından tabelalarına kadar olan herşey, sahip olduğu tarihsel ve kültürel atmosferi sayesinde turistlere geçmişi yaşatıyor. Ayrıca Cumalıkızık’ın bu eşsiz özelliğinden ötürü birçok tarihsel filmlerin çekim yapıldığı mekan olmuştur.

İmam hatip öğrencilerine ülkelerimizdeki Müslümanların ahvalini anlattık

Bursa'nın tarihsel incisi olan Cumalıkızık’ı de gezdikten sonra Tuncay Doğan arkadaşımızın evinde misafir olduk. Eve bu yorucu geziden sonra yorgun argın bir biçimde ulaştık. Ve istirahat etmeden evvel Tuncay’ın babasının tadına doyulmayan mangalından karnımızı doyurduktan sonra kısa bir muhabbet, peşinden de derin bir uyku. Ertesi günün sabahı erken uyanıp kavaltımızı yaptıktan sonra yolumuza devam ettik. Rotamız artık kaptanımız Cavit arkadaşımızın memleketi Afyonkarahisar'dı. Afyon’a dört saat süren bir yolculuktan sonra ulaştık. İlk önce kaptanımızın evine uğrayıp biraz istirahat edip afiyetle öğle yemeğimizi yedikten ettikten sonra, Afyon’un tarihi mimari abidesi olan Afyon Kalesi’ne çıktık. Heybeti ve ihtişamıyla bizi Afyon şehriyle paylaştığı köklü tarihini hatırlattı.

Kale MÖ.1350 yıllarında Hitit imparatoru II. Murşil tarafından yerden 226 metre yükseklikte bir kaya kütlesi üzerinde yaptırılmıştır. Kale, Hapanuva, Roma ve Bizans dönemlerinde Akroenos isimini taşırken; Selçuklular döneminden itibaren ise Karahisar ismini kazanmıştır. Stratejik konumundan dolayı nice medeniyetlere ev sahipliği yapmış ve her biri ona ayrı bir önem vermiştir. Örneğin Selçuklu döneminde sultan I. Alaeddin Keykubat'ın hazineleri burada saklanmış ve bu yüzden başta Hisar-ı Devlet ismiyle anılmaya başılamış ve daha sonra da Karahisar-ı Sahip olmuştur. Osmanlı dönemine gelince, dönemin sultanı II. Selim 1573'te burayı tamir ettirmiş ve Afyonkarahisar adını vermişti. Kale, şehrin merkezinde olduğundan şehrin dört tarafını görmek mümkün. Kayalık bir yerde bulunduğu için yukarıya çıkmak biraz meşakkatli ama görülmeye değer bir manzarası var. Kayalığın zirvesinde oturup arkadaşlarla birlikte hoş bir muhabbete dalmak, topluca resim çektirmek oldukça keyifli. Hepsinden önemlisi kalenin dört yönden esen o temiz havasını ciğerlere çekmek ferahlatır insanı.

Kale gezisinden sonra kalenin yanıbaşında (güneybatısında) bulunan ve Afyon'un en büyük ibadet mekanı olan Ulu Cami’yi ziyaret ettik. Caminin hem mimarisi hem de huzur dolu atmosferi, gelen ziyaretçileri adeta etkisi altına alıyor. Yedi asırlık ömrüyle dimdik ayakta duran Afyon Ulu Camii, Selçuklu taş ve ağaç işçiliğinin en güzel örneklerini sergilemektedir. Cami, Selçuklu vezirlerinden Sahip Ata Fahrettin Ali’nin oğlu Afyon Sancak Beyi Nasredüddin Hasan tarafından 1273'da inşa ettirilmiştir. Minberi Emirhaç Bey, süslemeleri de nakkaş Mahmut Oğlu Hacı Murat tarafından yapılmıştır. Afyon Ulu Camii’nin diğer camilerden farklı bir özelliği ise içi ahşaptan yapılma kırk direğinin olmasıdır. Bu sebepten dolayı Ulu Cami isminin yanında Kırk Direkli Camii ismi ile de anılmaktadır.

Şimdi ise sevgili Cavit Hondi kardeşimizin dört sene boyunca okumuş olduğu Afyonkarahisar İmam Hatip Lisesi’ne okul idaresinin daveti üzerine gidiyoruz. Okulun tamamı, bizi konferans salonunda büyk bir ilgiyle beklemekteydi. Konferansımıza, kendimizi ve ülkelerimizi tanıtarak başladık. Ardından da İslam âleminin halihazırda karşı karşıya geldiği türlü sıkıntılara değindik. Konuşmalarımız özellikle İslam coğrafyasının, iç ve dış savaşlar nedeniyle içine düştüğü fitne ve kargaşa ortamı üzerine idi. Daha sonra da öğrencilerle güzel bir muhabbet açıp onlara bir-iki tavsiyede bulunduktan sonra saygı ve sevgi gösterileri ile saat 15:00 civarı oradan ayrıldık. Velhasıl bu etkinlik, hepimiz için ufuk açıcı oldu. Çünkü onun sayesinde birbirimizi tanıyıp dertleştik ve bu sayede öğrenci arkadaşlarımız artık Burkina Faso’da, Tayland’da veyahut Çad’daki müslüman kardeşlerinin yüz yüze geldiği problemleri biliyor. Bu da aramızdaki kardeşlik şuurunu diri tutmasından daha çok birbirimize daha da sahip çıkmamıza yardımcı olacaktır.

Afyonkarahisar İmam Hatip Lisesi’nin ziyaretinin ardından Mevlevi Camii, Gedik Ahmet Paşa İmaret Camii gibi Afyon'un önemli tarihi miraslarını gezdikten sonra sabah saat dokuzda Afyon’dan Konya’nın yoluna düştük, orda bizi bekleyen Ramazan Oduncu kardeşimizin evine doğru...

Nasreddin Hoca'yı da ziyaret ettik

Konya şehir merkezi istikameti üzerindeyken uğramış olduğumuz yer ise Konya’nın Akşehir ilçesi oldu. Fıkraları, felsefesi, hikmeti ve düşünceleriyle asırlarca insanlara ışık tutmuş, sadece Türk halkının değil, tüm dünyanın gönlünde taht kurmuş olan Nasreddin Hoca'nın medfun olduğu bir mekandı bu. Yani kendi ifadesiyle dünyanın merkezindeydik. Hoca, 1208 yılında Eskişehir’in Sivirihisar ilçesinin Hortu köyünde dünyaya gelir. Babası Abdullah Efendi’nin vefatından sonra kendi köyünde bir süre imamlık yapar ve 1236’da ise Akşehir’e gelir ve burada vefatına (1284) kadar Seyyid Mahmud Hayrani’ye bağlanır. Hocayı ziyaretimizden sonra mezarlığın karşısında yer alan ve hocanın meşhur fıkralarının temsili görsellikle sergilendiği Gülmece Parkı'na uğrayıp Konya şehir merkezine doğru yolumuza devam ettik.

Bir saat sonra Ramazan arkadaşımızın evindeydik. Güzel bir dinlenmeden sonra Konya’nın Uluslararası Mevlana İmam Hatip Lisesi’nde okuyan hemşehirlerimizi ziyaret ettik. Ziyaretimiz boyunca kardeşlerimizin lise hayatlarında yüzleştikleri problemleri bir kardeşlik havası içinde tartışmamızın yanısıra öğrencilerin, üniversite hayatı ile ilgili kafalarında oluşan birçok soru işaretlerine de cevap bulmaya çalıştık. Gerçekleştirdiğimiz ziyaret uzun olmamasına rağmen öğrencilerin hayatlarına ışık tutacak bir çok tecrübe elde etmelerine sebep olduğunu kendilerinden duymak bizi ziyadesiyle mutlu etti. Ayrıca kardeşlerimizin bu tür kaynaşmalara muhtaç olduklarını, gösterdikleri büyük ihtimamdan anlayarak, bu işin devamının yılda bir kez olsa da gerçekleştirilmesinin gerektiği kanaatine vardık.

Konya’nın tarihi camilerini gezdik

Ertesi gün Ramazan arkadaşımızın şehir merkezinden yaklaşık elli metrelik uzaklıkta bulunan bahçesine gttik ve orada harika bir mangal günü geçirdik. Köyün havası, sessizliği, sakinliği ile mekanın doğallığı muhteşemdi. Ama her şeyin ötesinde, güneşin batmasıyla serinleyen havada, kulübenin ortasında bulunan o sıcacık sobanın yanında oturup bir taraftan kendini ısıtırken diğer taraftan ise çıtır çıtır yanan sobadan gelen sesi duymak ilk defa böyle bir tecrübeyi yaşayan bir kişi için ayrı bir zevk, ayrı intiba. Dahası, ev sahibi Ramazan ve abisi Mehmet’in yakmış olduğu mangaldan leziz etler yedikten sonra odun ateşi üzerinde hazırlanan enfes bir çay eşliğinde dostlarla sıcak bir muhabbete dalmak bir başka bir zevk. Bu güzel pikniğin ardından saat on ikiye doğru oradan ayrılıp eve döndük.

Ertesi gün sabahı, Konya’nın büyük İslam âlimi ve Mevlevî yolunun öncüsü olan Mevlana Celaleddin Rumi’nin kabrinin de bulunduğu türbe ve bir müzeden oluşan Mevlana Müzesi’ne gittik. Müzede bunun dışında Selçuklu döneminden kalma eserler, el yazması Kuran-ı Kerim'ler ile dervişlerin hayatını yansıtan balmumu heykeller bulunuyor. Ayrica bu müze, gerek yerli gerekse yabancı turistler tarfından en çok ziyaret edilen Türk müzeleri arasında yer almaktadır. Özellikle Konya’da en çok ziyaret edilen müzedir. Bu da Konya’nın sadece Türk tarihindeki önemini değil, keza dünya tarihindeki rolünü de açık bir şekilde yanısıtmaktadır. Bunun ötesinde, Hz. Mevlana’nın tüm insanlığa “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” diyerek yaptığı çağrıdan ötürü binlerce yerli ve yabancı turistin Konya’ya gelme nedenlerinden olsa bu gerek. Zira o, sınır tanımaz sevgi ve höşgörüsünü yalnızca müslümanlara değil, tüm isanlara göstermiştir. Çünkü onun nazarında yaratılanı yaradandan ötrü sevme anlayışı vardır.

Mevlana Hazretlerinin asıl adı Muhammed Celaleddin olsa da daha çok Mevlana ile Rumi isimleriyle ün kazanmıştır. Mevlana ismi efendimiz manasına gelirken Rûmî ise Anadolu demektir. 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan bölgesinde, Belh şehrinde gözlerini dünyaya açmış olmasına rağmen ömrünün büyük bir kısmını Konya'da geçirmiş ve nihayet 17 Aralık 1273 pazar günü Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.

Her kültürde olduğu gibi Konya'nın kültüründe de yöresel yemekler önemli bir yer tutmaktadır. Günümüzde Konya ile özdeleşen yöresel lezzetlerin başında elbette etli ekmek gelmektedir. Ve artık etli ekmek denince insanın aklına Konya gelir oldu. Bu yüzden Konya’ya uğrayan her turist bir kez olsun mutlaka bu yemekten yer. Biz de bu vesile ile Mevlana Müzesi’nin karşısında bulunan bir lokantaya geçip güzelce yemeğimizi yedik. İstanbul'a geri dönmezden önce Şerafettin Camii ve İplikçi Camii (Selçuklu devri vüzerasından Şemseddin Altun-Aba tarafından 1202 tarihinde inşa ettirilmiştir) gibi Konya’nın tarihi camilerini gezdik.

Sonuç olarak, bu seyahat, bizim daha önce görmediğimiz yerleri gezip keşfetmemizden ziyade aramızdaki sevgi, saygı, ve sadakati artırmaya vesile oldu. Onun sayesinde hakiki bir uhuvvete nail olduk. Zira bizler, bütün farklılığımıza karşın kardeşlik paydasında birleşme gereksinimini idrak edip bu yolda yürümeye tercih etmemiz ile birlikte bu özgün uhuvvetimizi korumak için de tüm zorluklara metanet gösterip göğüs germeye hazır olduğumuzu her daim gösterdik ve göstermeye devam ediyoruz.

 

İmam Hissein Alio yazdı

YORUM EKLE