Ahmet Hamdi Tanpınar’ın İstanbul’u kendisine emanet ettiği Ressam ve Yazar A. Süheyl Ünver Bey, onlarca defteri, yazıları ve resimleri ile İstanbul’a olan sadakatini hüsn-ü isbat eylemiş bir zattır. Dününe ve hatıralarına son derece saygılı bu zat; Üsküdar'ın sahilinden ve sâhiliğinden geçerken, nice eserin tahribâtına şâhid olup, hakikatini özlerken, gözleri Üsküdar sularının derinliklerine uzanır. Pek sevdiği azîz hocaları ve dostları her zamanki gibi yâdına konuk olmuştur. Bu latif hislerini; "İçim ılıklaştı. Gözlerim nemlendi." ifadeleri ile defterine not edip okuruna iletecektir. Okuruna diyorum, ancak; kendisi okunur okunmaz endişesiyle değil; ecdâdın yâdigârına sahip çıkabilmek, kadim eserlerimizi koruyabilmek adına kaleme almıştır tüm bunları. O’nun için, kalem ve fırça; namus gibidir adeta. Tarihin bekâretine yâd el değmesin diye verdiği namus mücadelesi.
Hürmetle ayakta durur nice hatıralar
Ünver Bey’in kalemi de fırçası da; tarihimize ve değerlerimize karşı verilmiş namus ve sadakat sözünü dile getiriştir. Peki, kafi gelecek midir bu mücadele? Hazindir ki; hayır! Tarihi eserlerimize, hatıralarımıza kast eden bahtsızlar, birer birer bozacaktır; itina ile yerleştirilen bu eserleri. İşte tam da burada, ızdırablanır Ünver Bey. Vefat eden eserler, vefat eden ahbablar ve hürmetle ayakta duran nice hatıralar; "İçim ılıklaştı. Gözlerim nemlendi." şekl-i nazikanesi ve hazînanesiyle Üsküdar sularına dahlolacaktır.
Vefa sokaklarında gezmek…
Ünver Bey’in Üsküdar’a olan bağlılığının ve hassasiyetinin derinleşmesinde Hocası Ressam Rıza Bey’in te’siri büyüktür. Vefa sokaklarından ayrılmayan bu mümtaz ruh, her defasında Hocası Rıza Bey’i yâd edecek, üzerindeki hakkını teslim edecektir. Rıza Bey, fırçası ile Üsküdar’ın asliyetini ve asâletini resmetmektedir. Ünver Bey, hocasının engin ruh gözüyle keşfettiği bu karelerde mest olacak, kendisi de hocasının izinden ve özünden giderek; kimi zaman bir tarihi çeşme karşısında, kimi zaman ahşab bir evi resmetmek üzere; kendisini yol kenarında sandalyeye oturmuş resim çizerken bulacaktır. Bu fiil artık kendisinin tarihe verdiği söz, ve hayattan aldığı ulvi bir zevktir.
Çöpçünün sırtını sıvazlar
Tüm bunlar nakış nakış işlenirken; gezdiği sokaklarda fakir çocuklar, çöp toplayan görevliler de Ünver Bey’in iltifatına ve şefkatine mazhar olacaklardır. İnadiye’de, yemek yemekte olan burnu da akmış fakir bir çocuğun, mendille bir güzel burnunu siler ve kendi ifadesiyle “rahatlar”. Ahmediye’de bir çöpçünün sırtını sıvazlar: “Sen olmazsan ne olurdu Üsküdar’ın hali” der. Çöpçü şaşkındır; duraklar, anlar ve sevinir.
Sene 1962: Çirkin apartmanlar yapılıyor!
Fırçasıyla ve kalemiyle yürümeye devam eder Ünver Bey. Karaca Ahmed Sultan’da abdest musluğu artık yoktur. Oysa ki hocası Rıza Bey, çizgileriyle onu resmetmiştir. Bu resmin üzerine firakı iliştirir: “Bir zaman vardı, bilirim, şimdi yok.” Doğancılar’da 1942’den 1962’ye kadar kaldıkları 2 katlı ahşab evin hatırda kalan çizgilerinin yapıldığı kağıdın sonuna “Hâlen yıkıldı ve yerine çirkin apartmanlar yapıldı” yazarak öfkesini iliştirecektir.
Ecdâd bugünleri görseydi….
Şimdilerde Üsküdar yine yıkılıyor, yapılıyor. Bilmem ki ecdâd râzı mıdır? Bunu düşünen var mıdır? Onu da bilmem. Lakin A. Süheyl Ünver Bey ile bir müşterek noktamıza daha yazılarında tevafuk eylemiş bulunmaktayım ki; o da şudur: İyi ki ecdâd bugünleri görmedi. Görseydi kahrından ölürdü….
Özge Senâ Bigeç