O varken ve O'nun yokluğunda bir dünya
O varken ve O’ndan sonra diye bir tasnif yaparsak, O’nu hayatının merkezine koyan insanlar O’nun yokluğunda O’na dair ne varsa aziz bilmişler; O’nun saçının tek telini dahi korumuşlar ve muhafaza etmişler. Meseleyi daha iyi anlamak için O’ndan sonra O’nun emanetine layık olmuş, iki âşık, iki talihli ve dünyanın en bahtlı iki insanının hikâyesine bakmak yerinde olacaktır.
Bunlardan birisi 630-631 yıllarında Efendimiz’in huzurunda Müslüman olmuş, İslâm’la şereflenmiş, Muallakât-ı Seb’a şairlerinden (Kâbe duvarına asılan yedi şiir sahibinden biri) Kâ’b bin Züheyr. Diğeri ise uzaklardan, Efendimiz’i görmeden aşkı, sevgisi yüreğine düşen, bu aşkla yanıp tutuşan ve Efendimiz’in övgüsüne ve hırkasına mahzar olan Yemen’in Karen köyünden Veysel Karanî.
Kâ'b bin Züheyr'in hikâyesi
Kâ’b bin Züheyr, hicretin 9. senesinde hakkında çıkarılan ölüm fermanını kardeşinden öğrenince büyük bir pişmanlık duyarak Medine’ye geldi ve Mescid-i Saadet’e giderek,
- Ya Muhammed, Kâ’b bin Züheyr tevbe eder ve Müslüman olarak huzurunuza gelmek isterse kabul buyurur musunuz?, diye sordu. Rasülullah da;
- Evet, diye cevap verdi. Bunun üzerine Kâ’b;
- İşte ben Kâ’b bin Züheyr’im diyerek bütün İslam âlemince meşhur olarak bilinen kasidesini okudu ki bu 59 beyitlik bir kaside olup Kaside-i Bürde diye bilinir. Kasidesinin sonunda:
"Arzuhalim sanadır, gayrı penahım yoktur
Mücrimim mürtekibim cürm-ü günahım çoktur
Gerek öldür gerek reddeyle, gitmem asitânından"
Mısralarından sonra:
"Rasulü Ekrem kınından çıkmış parlak bir kılıçtır
Peygamberimizin nurundan cihan feyz alır"
![]() |
(+) |
mısrasına gelince Efendimiz (s.a.) sırtından hırkasını çıkararak şairin omzuna atar, ona ikram ve ihsanda bulunur.
Efendimiz'in (s.a.) hırkasına nail olan Kâ'b'dan, hayatta iken Muaviye hırkayı satın almak istemiş, ama Kâ'b satmamıştır. Ta ki Kâ'b vefat edip Hırka varislere geçene kadar. Muaviye varislerden Hırka-i Saadeti satın alır, özel ve önemli günlerde giyer. Daha sonraları Emeviler ve Abbasiler'e geçen Hırka-i Saadet, Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethiyle beraber, Mekke şerifinin Sultana bağlılığın bir nişanesi olarak Mekke'nin anahtarını ve Kutsal emanetleri hediye etmesiyle İstanbul'a gelmiştir.
Osmanlı'da Hırka-i Saadet
Tarihi kayıtlarda Kutsal Emanetler için Has Oda (hane-i hassa) yaptırıldığı nakledilir. Bu mekânda yirmi dört saat Kur'an-ı Kerim okunur. Yakın tarihimizde bu uygulama zaman zaman kesintiye uğrasa da 1996 yılından itibaren yirmi dört saat Kur'an okunma geleneği devam etmektedir. Kutsal Emanetler için tahsis edilen bu bölümde kırk has odalı tahsis edilmiştir. Bunların vazifesi, odaları süpürmek, mevcut Mushafların tozunu almak, buhur yakmak, gülsuyu serpmek, altın ve gümüş eşyaları parlatmak ve binanın tabanını yıkamaktı.
Hırka-i Saadet Osmanlı için ayrı bir önem arz etmekteydi. Padişahlar gittikleri seferlerde, önemli törenlerde Hırkayı yanlarında götürmekteydiler.
![]() |
(+) |
Örneğin, III Mehmet, Eğri seferinde savaş Osmanlı'nın aleyhinde iken Hoca Saadettin Efendi'nin sözlerini tutmuş, Hırka’yı giymesiyle birlikte büyük bir hezimet önlenmiş. III. Ahmet de askerin moralini yükseltmek için Hırka-i Saadet ve Sancak-ı Şerif'i yanına alırdı.
Yine Ramazan ayının on beşinde yapılan Hırka-i Saadet ziyaretleri önem arz etmekteydi. Hırka'nın gümüş tahtı ve altın anahtarlı altın sandukası Sultan tarafından açılır, yedi ipek kadife bohça içinde Hırka çıkarılır, uçları su dolu bir kâseye hafifçe batırılarak ıslatılır ve bu, su dolu kazanlara taksim edilir, kazanlardaki su ise içilmek üzere dağıtılırdı. Yine Hırka-i Saadet Alayları da son dönemlerde törenlere eklenmiştir.
Bugün Hırka-i Saadet Sultan Abdülaziz'in yaptırdığı altın sanduka içinde ve Topkapı Sarayında muhafaza ediliyor.
Yemen ellerinde Veysel Karanî
Asıl adı Üveys bin Mir el-Karanî olan Veysel Karanî, Yemen'in Karen köyünde doğar. Deve çobanlığı yaparak geçimini temin eder. Az konuşur, insanlar içinde bulunmaktan kaçınır. Üveys'in, akşamları evde bir bekleyeni, yaşlı ve hasta bir anası vardır. Gündüzleri de derdinin ortağı, sırdaşı, konuştuğu, develeri... Yaşlı ve hasta anasını bir kez olsun ihmal etmez, hayır duasını almadan da yola düşmezdi.
Kendini Allah'a ibadete ve itaate adamıştı. Bir de içinde bir kor yanar tutuşur ki gelişini beklediği sevgilidir, yüreğini yakıp tutuşturan... Sevgililer Sevgilisi (s.a.v.) de ötelerden "Ben Rahman'ın kokusunu Yemen'den alıyorum" diyerek Veysel Karanî'yi müjdelemiştir. Yine O beklenen Sevgili, bir rivayette Üveys'i "Tâbiin’in en hayırlısı" olarak zikretmiştir.
Üveys'in içini yakıp kavuran ateş Mekke'den gelen haberle yerini büyük bir yangına bırakır. Mekke kâinat’ın nuru, beklenen Müjdeci'yi konuşmaktadır. Veysel Karanî'yi artık Mekke çağırmaktadır. Yollara düşer; ama anasına verdiği bir söz vardır ki yüreğinde sancı gibi durmaktadır. Sevgili'nin kapısına kadar varacak, bulamazsa gerisin geri dönecektir. Ya evde bulamazsa, ya göremeden, aşkını tazelemeden, yüreğini Sevgili'ye teslim edemeden dönerse? Divâne, mecnun, âşık Veysel Karanî için nihayet zaman dürülür, yollar dürülür, sevgilinin kapısının eşiğinde, çaldığı kapıdan bir güvercin misali kanatlanan kalbi kırık bir şekilde sevgilinin evde olmadığı haberiyle yıkılır. Gözü yaşlı, gönlü mahzun geri döner köyüne. Efendimiz eve geldiği vakit durumu farkeder. Ama Üveys'e öyle bir emanet bırakacaktır ki, onu ömür boyu üzerinde taşıyacaktır.
Hırka-i Şerif emanetinin sahibi
Efendimiz'in (s.a.) vefatından sonra -Hz. Ömer'in halifeliği döneminde- vasiyetini yerine getirmek üzere Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Küfe ve Yemen tarafından Medine’ye gelen bütün kafilelerde, Rasulullah’ın işaret ettiği üzere Üveys’i araştırmışlar. Ama gizliliği çok, şöhreti az olan bu zata bir türlü ulaşamamışlar.
Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Kûfe’ye geldiklerinde, Hz. Ömer (r.a.) hutbe esnasında:
- Ey Necidliler kalkınız, dedi. Kalktılar.
- Aranızda Karen köyünden kimse var mıdır? dedi
- Evet, dediler. Birkaç kişiyi ona gönderdiler. Hz. Ömer (r.a.) onlardan Veysel Karanî’yi sordu.
- Biliyoruz, o sizin bildiğiniz gibi biri değildir. Divânedir, insanlarla pek konuşmaz, görüşmez, dediler.
- Onu arıyorum, nerededir? buyurdu.
- Arne vadisinde develerimize çobanlık yapmaktadır. Biz de karşılığında ona akşam yemeği veririz. Saçı sakalı karışıktır. Şehirlere gelmez, kimse ile sohbet etmez. İnsanların yediğini yemez, üzüntü ve neşe bilmez. İnsanlar gülünce, o ağlar, insanlar ağlayınca o güler, dediler.
- Onu arıyorum, dedi.
Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.), onun olduğu yere gittiler. Ve Veysel Karanî’yi namaz kılarken buldular. Karşılarında perişan ve pejmürde vaziyette bir insan vardı. Develeri yanındaydı ve yanından hiç ayrılmıyorlardı. Allah develeri gütmesi için bir melek vazifelendirmişti. Namazı bitirip selam verince Hz. Ömer (r.a.) kalktı ve selam verdi. Aralarında şu konuşma geçti:
- İsmin nedir?
- Abdullah yani Allah’ın kulu…
- Hepimiz Allah’ın kuluyuz, esas ismin nedir?
- Üveys
- Sağ elini göster. Üveys sağ elini gösterdi. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):
- Peygamberimiz size selam etti. Mübarek hırkalarını gönderip “Alıp giysin, ümmetime dua etsin" diye vasiyet buyurdu, dedi.
- Ya Ömer! Ben zayıf, aciz ve günahkâr bir kulum. Dikkat buyur, bu vasiyet başkasına ait olmasın? deyince Hz. Ömer (r.a.):
- Hayır, ya Üveys, aradığım kişi sensin. Peygamber Efendimiz senin vasfını belirtti.
Bunun üzerine Üveys Hırka-i Şerif’i hürmetle aldı, öptü kokladı, yüzüne gözüne sürdü. Sonra, “Siz burada bekleyin” dedi. Biraz ileride hırkayı hürmetle yere bırakıp şükür secdesine kapandı. Hak Teâlâ’ya şöyle niyazda bulundu: “Ya Rabbi, Peygamber Efendimiz, ben fakir, aciz kuluna Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) Efendilerimizle Hırka-i Şerif’i göndermiş” dedi. Ve günahkâr bütün Müslümanların kurtuluşu, affı için dua etti. Bir rivayette bu dua vesilesiyle “Rebia ve Mudar kabilelerinin sürülerinin tüyleri adedince insanlar cennete girecektir.” buyrulmuştur.
![]() |
(+) |
Veysel Karanî'nin vefatı ve Hırka-i Şerif'in bugünlere gelmesi
Veysel Karanî, ömrünü Hz. Ali (r.a.) ile beraber çıktığı Sıffin Savaşı'nda şehadet mertebesine ulaşarak tamamlar. Hırka-i Şerif, Veysel Karanî'den sonra Şehabettin el-Üveysî'ye intikal eder. Güneydoğu ve Irak'taki çarpışmalar nedeniyle Ziver el-Üveysî döneminde Kuşadası'na yerleşilir. Sultan I. Ahmet'in isteği üzerine aile için İstanbul Fatih'te Yavuz Selim mahallesinde bir ev kiralanır.
Şükrullah el-Üveysî zamanında burada ikamet edilir. I. Abdülhamid döneminde tek odalı bir daire yapılır. Sultan Abdülmecid zamanında ise 1851 yılında şu an ismi ile anılan cami (Hırka-i Şerif Camii), ziyaret mekânı ve konak inşa edilir. Her yıl varislerinde muhafaza edilen Hırka-i Şerif Ramazan ayında ziyaretçilere açılmaktadır.
Kâmil Büyüker hatırlattı