Her söz eksik, her yazı yarımdır İstanbul'a dair...

“Her bir semtini ziyaret etmek için kendine has mevsimlere ve günün değişik vakitlerine sadık kalmamızı isteyecek bu şehir bizden.” Turgut Akça yazdı.

Her söz eksik, her yazı yarımdır İstanbul'a dair...

“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”

Her söz eksik, her yazı yarımdır.

Şiirlere konu olmuş, suyunu içip havasını koklayanın vazgeçemediği İstanbul’da genç olmanın anlamını dile getirmeye çalışacağım elimden geldiğince. Bunun kolay olmadığını biliyorum. İstanbul’da doğup büyümüş ya da başta talebelik olmak üzere çeşitli vesilelerle nasibine İstanbul düşmüş olan gençlerin İstanbul’u nasıl yaşamaları gerektiğine kendi bakış açımla ışık tutmaktır amacım.

Gündelik hayatın sıradan gibi akıp gittiği izlenimi veren bu şehre, sıradan bir şehir muamelesi yapmamaktır, ilk vazifemiz. Zira böyle bir yaklaşımın bu şehre ruh veren Ruhlar’ı inciteceği kanaatindeyim. Resul’ün (sav) övgüsüne mazhar olmuş bir şehirde yaşıyor olduğumuzun farkında olmamız ise bir zarurettir.  Ev sahipliğinin en yücesine nail olmuş, Kâinatın Efendisi’ni Hane-i Saadetleri’nde misafir etmiş, İstanbul’un manevi fatihi Ebu Eyyûb el-Ensari (ra)’ yi bağrına basmış bir şehirde yaşıyor olmanın manevi sorumluluğunu sırtlanmayı gerektirir, bu şehirde yaşamak. Yirmi yaşında Peygamber’in (sav) müjdesine mazhar olmak için, hocaları Akşemseddin ve Molla Gürani’den aldığı manevi destekle atını surlara sürerek “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni” diyen Fatih Sultan Mehmed Han’ın manevi huzurunda olduğumuzu unutmamamız gerekir. Mısır seferinde, zamanın Şeyhülislâmı İbn-i Kemal Paşa’nın atının ayağından kaftanına sıçrayan çamur için, “Âlimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için şereftir, bu çamurlu kaftanı tabutumun üstüne örtünüz” diye vasiyette bulunan Yavuz Sultan Selim Hân’ın medfun olduğu bir şehirde yaşıyor olduğumuzu da unutmamalıyız.

Mekânların ruhu vardır;

Boğazın girişinde ve çıkışında karşılıklı duran, boğazın manevi koruyucuları olarak bilinen, geleneğe sadık denizcilerin bugün bile dua etmeden geçmedikleri Üsküdar’da Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, Beşiktaş’ta Yahya Efendi, Beykoz’da Yuşa Hazretleri ve Sarıyer’de Telli Baba’nın manevi huzurunda ruhunu dinlendirebilirsin.

Durup düşünmemizi gerektirecek, sayamayacağımız kadar çok maneviyat durakları var bu şehirde. Çıkmış olduğumuz yolculukta, yolumuz bu şehre uğramışsa bu duraklara uğrayıp soluklandıktan sonra bize tutulan ışığın aydınlığında yolumuza daha emin adımlarla yürüyeceğiz.

Saadettin Ökten Hocamız’dan emaneten; “Her bir semtini ziyaret etmek için kendine has mevsimlere ve günün değişik vakitlerine sadık kalmamızı isteyecek bu şehir bizden.” Tarihi yarımada olarak bildiğimiz Nefs-i İstanbul’un, Üsküdar’ın, Eyüp Sultan’ın ve Fatih’in tarih kokan sokaklarında yürürken kadîm medeniyetimizden ilham almış kültür ve sanat havzasında olduğumuzun farkında olarak tarih bilinci edinme gayreti içinde olacağız. Bu sokakları sıradan bir sokak olarak değil insanı eğiten, olgunlaştıran ve manevi ruh üfleyen bir mektep gibi düşünmemiz gerekir. Daralan ruhumuzu, minarelerden yankılanan ezan nağmeleriyle yoğurup yeniden mayalayacağız.

Kapitalizm’in acımasız saldırısına maruz kalmış bu şehre ruh veren kadîm medeniyetin kültürüne öncelikle saygı duymak, onu anlamak, kavramak ve içselleştirmek olacaktır işimiz. Bu şehir bizim ve bize ecdadımızın emaneti. İstanbul, ‘Taşı, toprağı altındır’ düşüncesiyle çıkarcı bir bakış açısını kaldıramaz. Taşına toprağına, inişli çıkışlı dar sokaklarına, asırlık abide ağaçlarına, yedi tepesine, sokağındaki kedisine, gökyüzündeki martısına saygı duyacağız bu şehrin.

Yazımızın başında sıradan bir şehirde değiliz, diye başlamıştık söze. Bu şehre mensup olmak sıradan olmamıza tahammül edemez. Son yarım asırdır bu şehri, yaşanması zor bir şehir hâline getiren; kaybettiğimiz değerlerdir. Şimdi görevimiz, kaybettiklerimizin peşine düşüp bulmak ve onu yeniden kuşanmak olacaktır. Kaybedileni bulup ona yeniden hayat vermek, yok iken meydana getirmekten zor değildir.

Turgut Akça

YORUM EKLE

banner36