Diyarbakır ziyaretimize Dağ kapı civarından devam ediyoruz. Şehrin en hareketli yeri bu civardır. Diyarbakır’a gelenler buradaki tarihî yapılara mutlaka uğrar. 5. Harim-i Şerif olarak bilinen Diyarbakır Ulu Camii, Şeyh Mutahhar Camii (Halk arasında Şeyh Matar Camii olarak da bilinir), Dört Ayaklı Minare ve Hasan Paşa Hanı bu eserlerden bazılarıdır. Bu yapılarla ilgili gözlemlerimizi, incelemelerimizi, şehre dair ikinci yazımızla aktarmaya çalışacağız.
5. Harem-i Şerif: Diyarbakır Ulu Camii
Diyarbakır’ı 639 yılında Hz. Ömer döneminde, İyaz Bin Ganem emrindeki İslam ordularının fethiyle beraber bölgede İslam dini yayılmaya başlamıştır. Günümüze ulaşan Ulu Camii o günlerin hatırasını yaşatır. Bölgede hüküm süren her devlet surlarda ve tarihî Ulu Camii’de kimi izler bırakmıştır. Bunlar, Melik Şah, İnal Oğulları, Nisa Oğulları, Anadolu Selçuklu hükümdarı Keyhüsrev, Artuklular, Uzun Hasan ve Osmanlı dönemine ait kitabelerdir.
Diyarbakır Ulu Camii Müslümanlar için önemli bir ibadetgâhtır. Kimileri Bursa Ulu Camii'nin 5. Harim şerif olduğunu söylese de Diyarbakır Ulu Camii tarihi özellikleri bakımından Bursa Ulu Camii’den daha eski bir külliyedir. Kimi kaynaklara göre cami, Hz. İsa döneminde Saint Toma veya Marta Toma Kilisesi ismiyle bilinirdi. Bilindiği kadarıyla Anadolu coğrafyasında bu özelliği haiz başka bir yapı yoktur. Plan ve mimari özellikleriyle Şam Emeviye Camii’yle benzetilir. Camiye üç farklı kapıdan giriş yapılır. Doğu kapısı ana kapı olarak kullanılır. Zamanla yol seviyesi yükseldiği için doğu girişi yol seviyesinin altında kalmıştır. Doğu taç kapısı yuvarlak kemerlidir. Kapı kemerlerinin iki köşesinde aslan boğa mücadelesini simgeleyen birer tane figür bulunmaktadır.
Cami avlusunun kuzeybatısında Şafiler mescidi, güneyinde Hanefiler mescidi, kuzeydoğusunda Mesudiye medresesi, güneybatısında Zinciriye Medresesi ile lavabo kısımları, avluda namazgâh, şadırvan, havuz, güneş saati vardır. Caminin doğu ve batı kısımlarındaki maksureler farklı işlevlerde kullanılmıştır. Maksurelerin avluya bakan kısımları iki katlı bir sütun sistemi ile çevrelenmiştir. Sütunların olduğu duvar boyunca bitkisel motifler, kufi yazı kuşaklarıyla bezenmiştir. Sütunlar, süsleme bakımından birbirinden farklıdır Restore edilen sütunlardaki taşlar hemen fark edilir.
Diyarbakır Ulu Camii, namaz vakitleri dışında da sürekli olarak kalabalıktır. Avludaki sütunlar oturmak için birebirdir. Burada oturan hayli yaşlı insan görürsünüz. Yabancı olduğunuzu anlarlarsa hemen muhabbete tutuşurlar. Avluda namaz sonrası muhabbet ettiğimiz yaşlı amcalarla bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi de ihmal etmiyoruz elbette.
Harim mekân, mihraba paralel üç sahından oluşmaktadır. Caminin çatısı mihrabın olduğu kısımdan sonra, doğu-batı ekseninde uzanan bir kırma çatıyla örtülmüştür. Mihrap ve minberi Osmanlı döneminden izler taşır. Minaresi kare gövdelidir. Diyarbakır Nebi Camii minaresi ile Dört ayaklı minare de bu şekilde yapılmıştır. Ulu Camii minaresi gövdesi tepe kısmına sonradan sütunlu olan kısım eklenmiştir. Hanefiler mescidinin kuzeydoğu kısmındaki duvar üzerinde devşirme malzeme üzerinde beş adet şekil vardır. Kenarlarda yivli iki sütundan yapılmış birer kapı vardır. Doğudaki kapının yanında makili yazıya benzeyen bir hat vardır. Batı kapısının yanında çerçeve içinde akantus yaprağına yer verilmiştir. Ortada ise dört kapısı olan surlar vardır. Ulu Camii’de konuştuğum insanlar bu şekiller hakkında bazı yorumların olduğunu söyledi. Buna göre, kapılar dünyaya giriş-çıkış kapılarıdır. Surlar Diyarbakır’ı, akantus yaprakları da bu şehrin sonsuza kadar kalacağı anlamına gelir.
Ulu Camii şehre gelen kadınların dikkatini de ziyadesiyle çeker. Camiye gelen kadın turistler başlarını örtüp avluda dolaştıklarına pek çok kez şahit oldum. Cami avlusu tam bir dinlenme yeridir. Öğle ve ikindi vakitlerinde şadırvandan abdest almak için sıra beklemeniz gerekiyor. Avludaki namazgâhın yan kısımları açıktır. Namazgâh yazın sıcaktan bunalanlar için tam bir istirahat yeridir. Avludaki güneş saati demir bir korkulukla çevrelenmiştir. Bu saatin ünlü bilim adamı El-Cezerî tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Saat bir metre civarındaki bir taş üzerine yerleştirilmiştir. Taşıyıcının üzerine mermer bir tablo vardır. Bu mermer üzerindeki demir yardımıyla, aylara göre oluşan gölgenin şekillerinden gün içindeki vakitler belirlenmiştir. Güneş saati avluda gezenlerin dikkatini çektiği için meraklıları tarafından ilgiyle incelenir. Saat, geçmişte avlunu dışında iken daha sonraları günümüzdeki yerine taşınmıştır.
Ulu Camii’de saatlerce vakit geçirdikten sonra caminin kuzey kapısından çıkıp Cahit Sıtkı Müze Kahve'ye, bir arkadaşımızı ziyarete gidiyoruz. Müze Kahve, Ulu Camii'ye birkaç dakikalık yürüme mesafesinde. Yaz mevsimlerinde akşamları açıktır. Müze Cafe ile cami arasındaki evler birbiri ardınca inşa edilmiş. Müze Kahve'de de epey vakit geçirdik. Burası Cahit Sıtkı Tarancı’nın çocukluk yıllarının geçtiği ev. Geniş bir avlu etrafında şekillenmekte. Zamana yolculuk yaparak çayınızı yudumlayacağınız sakin bir mekân. Yatsı ezanı okununca mekândan ayrıldık. Namaz için tekrar Ulu Camii’ye gittik. Gündüz olduğu kadar kalabalık değildi. Daha az cemaatle yatsı namazımızı eda ediyoruz. Yatsı namazından sonra Ulu Camii ve Dağ Kapı civarı yavaş yavaş daha da sessizliğe bürünmüş hale geliyor. Dağ kapı tarafındaki Fiskaya'ya gidiyoruz. Bu civardaki teras parkı ünlü Hevsel Bahçelerine bakar. Bu muhitin geleni-gideni çoktur. Hava epeyce rüzgârlı. Kalın giyinmek gerekir. Terasta iki üç bardak çay içtikten sonra buradan da ayrılıyoruz.
Meşhur iki gezginin gözüyle Diyarbakır Ulu Camii
Nasır-ı Hüsrev, Ulu Camii hakkında şunları söylemiştir: "Öyle mükemmel bir yapıdır ki ondan daha düzgün, ondan daha sağlam bir yapı yapılmasına imkân yoktur. Caminin içinde iki yüz küsur taş direk vardır. Her direk yekpare taştan yapılmıştır. Direklerin üstüne, hepsi taştan olmak üzere, kemerler yapılmıştır. Kemerlerin üstünde de öbür direklerden kısa küçük kemerler vardır. Bu mescidin bütün damları kubbelerle örtülmüş, her tarafı oyma işleriyle, nakışlarla işlenmiş boyanmıştır. Mescidin ortasında büyük bir taş havuz vardır. O taşın üstüne bir insan boyu yüksekliğinde, çevresi iki arşın gelen pek büyük yuvarlak taş bir havuz konmuştur. Havuzun ortasında pirinç bir lüle vardır ki oradaki fıskiyeden berrak su fışkırır, o suyun nerden gelip nereye aktığı görülmez. Yalnız binaların yapıldığı taşların hepsi karadır..."
Evliya Çelebi: "Şehrin ortasında eski mabet, büyük camii, münevveriler birliktedirler. Bu eski ibadet yer Hz. Musa zamanında yapılmıştır. Bahçe sütunlarının sağ tarafında bir sütün üzerinde İbranice tarihi vardır. Kale her kimin eline geçmiş ise yine bu mabet olarak kalmıştır. İçinde öyle ruhaniye var ki bir kimse iki rekât namaz kılsa kabul olunduğuna bir şahitlik eder. Kiliseden çevirme olduğuna delalet eden nice bir alametler var. Çünkü minaresi dört köşedir ki, eski kilise iken çan yeri imiş. Mihrap ve minberi eski tarzdır. Caminin içi avize ve kandillerle süslüdür. Küçük büyük üç kat sütunları birbiri üzerine konulmuşlardır. Camideki (Şafii Camii) başkadır. Bütün şafi mezhebinde olanlar burada ibadet ederler. Bu caminin dört kapısı var. Gece ve gündüz cemaati mevcut olup, yetmiş seksen yerinde çeşitli bilgiler okunur. Nice yerinde tarikat erbabı olanlar erbaine girip tevhit ve tezkir ile meşgul olurlar. Dış avlusu, beyaz mermer ile döşenmiş olup, avlunun tam ortasında bir abdest havuzu var. Bütün musluklarından namaz kılanlar, abdest tazeleyip ibadet ederler. Bu çeşmelerin hepsi ayn-ı hamravat ve ali nehri pınarında gelir. Avlusunun dört tarafı İstanbul’daki Camii gibi yan sofalardır. Bu saflar üzerinde çeşitli mermer, somaki zenburi sütunlar vardır. En yukarılarında olan zayıf ve ince sütuncuklardır. Onun altındakiler kalındır. Onlardan aşağıdakiler ise büyük sütunlardır. Bu sütunların üzerinde baş aşağı kubbeler vardır. Bu avlunun üç tarafından üç kapı vardır. Yeniden dört köşe bir minare yapıldı. Velhasıl Diyarbekir’de bu kadar büyük bir cami yoktur. İçi on bin adam alır. Bütün bina, baş aşağı kubbeleri baştanbaşa has kurşun ile örtülüdür. Cuma hutbesinde hatibi, şehri fetheden Sultan Selim Hanı da anar…"
Mesudiye ve Zinciriye medreseleri
Mesudiye Medresesi avlunun kuzey doğusundadır. Günümüzde yazma eserler müzesi olarak hizmet vermektedir. Caminin kuzeydoğu kanadında yer alan Mesudiye Medresesi Diyarbakır’daki ilk büyük medresedir. Plan itibariyle iki katlıdır ve açık avluludur. İç kısımda yer yer yazılara rastlıyoruz. Medresenin yapımına hicri 595/1198 yılında Artuklu hükümdarı Ebu Muzaffer II. Sökmen zamanında başlanmış. Muzaffer Sökmen ve Melik Salih Nasirüddin Mahmud’un ölümü nedeniyle yapımı 32 yıl sonra Mesut Melik zamanında tamamlanmıştır. Anadolu’nun ilk üniversitelerindendir. İlmi ve akli ilimler burada okutulmuştur. Medresenin iç kısmındaki duvarlarda yazı kuşaklarına yer verilmiştir. Mesudiye Medresesi ilim adamlarının yetiştiği önemli bir mekândır. Birçok eserin tıpkıbasımı satılmakta. Bizde buradan birkaç eserin tıpkıbasımlarını makul fiyatlarla temin ediyoruz. Zinciriye Medresesi ise Ulu Camii’nin güney batısındadır. Günümüzde Kur’an-ı Kerim kursu olarak faaliyet göstermektedir. Dikdörtgen formlu ve açık avluludur. Medresenin batı kısmında bir çeşme vardır.
Kale gibi bir han: Tarihi Hasan Paşa Hanı
Han, Sokullu Mehmet Paşanın Oğlu Hasan Paşa tarafından 1572’li yıllarda yaptırılmıştır. Hasan Paşa Hanı, Diyarbakır’ın en işlek turistik yapılarındandır. Han, Ulu Camii’nin kuzeydoğusundadır. 17. yüzyılda şehre gelen Evliya Çelebi, Hasan Paşa Hanı’nın “Kale misali, gayet metin ve müstahkem bir yapı” olduğundan bahsetmiştir. Günümüzde aktif olarak kullanılmaktadır. Dikdörtgen planlı han, açık avlulu ve üç katlı olarak inşa edilmiştir. Batı kapısı üzerinde bir satranç kufi yazı vardır. Yapı, renkli bazalt taşlardan inşa edilmiştir. Han’ın avlu kısmı plastik bir örtüyle örtülmüştür. Çok katlı han, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ziyaretçilerin mola verdiği yerlerdendir. Bodrum kısmı geçmişte muhtemelen ahır olarak kullanılmıştır. Avlunun ortasında sütunlu ve kubbeyle örtülmüş bir şadırvan bulunur. Şadırvanın suyu günümüzde akmaktadır.
Eskiden kervanların, yolcuların uğradığı hana, günümüzde yerli ve yabancı turistler uğramaktadır. Sürekli ziyaretçisi vardır. Handa hediyelik eşya satan dükkânlar, kitapçılar, kahvaltı salonları, kahveciler ve tesbihçi dükkânları bulunmaktadır. Burada odun ateşinde pişen dibek kahvesinin lezzeti de bir başkadır. Hana kadar gidip de kahve içmeden dönerseniz büyük bir eksiklik hissedersiniz. Hanın alt katı günümüzde kitap galerisi olarak faaliyet göstermektedir. Bu tarzda büyük bir kitapçılar ancak İstanbul, İzmir, Ankara ve Bursa gibi şehirlerde bulunur. Bu kitaphanede tarih, edebiyat, din, sanat, bilim, felsefe alanı ile ilgili binlerce kitap bulunmaktadır. Hanın batı taç kapısındaki iki satırlık kitabesi celi sülüs hatla yazılmıştır. Hicri 982 tarihlidir. İlk satır "Emera haza" ifadesiyle başlamıştır. İkinci satırda ise okuyabildiğimi kadarıyla "Es Sultan Murad bin Es Sultan Selim Han Halid …982" yazar.
Tarihi Şeyh Mutahhar Camii
Diyarbakır’daki önemli camilerdendir. H. 906/M.1500’lü yıllarda yapılmıştır. Akkoyunlu dönemi eseridir. Kasım Paşa tarafından inşa ettirilmiş. Tarihi Hasan Paşa Hanının yan sokağındadır. Siyah ve beyaz renkli taşlarla almaşık duvar işçiliğiyle inşa edilmiştir. Cami dikdörtgen planlıdır. Harim mekân tek bir kubbeyle örtülmüş. 2015-2016 yıllarındaki sokak olaylarında cami ve civardaki bazı yapılar hayli zarar görmüştür. 2016 yılının son aylarında Diyarbakır’a geldiğimde o kötü manzarayı bizzat görmüştüm. 2019 yılındaki son Diyarbakır seyahatimde ise yapının restorasyonu hala bitirilmemişti. Bu restorasyon döneminde cami uzun bir süre ibadete ve ziyarete kapalı kalmıştır.
Evliya Çelebi’nin muallak minare dediği Dört Ayaklı Minare
Dört Ayaklı Minare Diyarbakır’ın sembollerindedir. Kaide kısmındaki dört tane taşıyıcı sütundan dolayı bu ismi almıştır. Minare ile cami arasında caminin istinat duvarı vardır. Anadolu coğrafyasında bu tarzda başka bir minare görmedim dersem sanırım abartmış olmam. Özellikle sütunları dikkat çeker. Bu civara gelen ziyaretçilerin çoğu minarenin altında, farklı şekillerde pozlar vererek fotoğraf çekerler. Kaynaklarda Anadolu’da dört köşeli minarelerin 12. yüzyıldan sonra bir dönem inşa edildiği yazmaktadır.
Minare kitabesinde "Bu mübarek minare Adil Sultan Kasım Han’ın saltanatı zamanında Hacı Ömer Oğlu Hüseyin’in emriyle 906 senesinde inşa edilmiştir." ifadesi yer alır. Minare üzerindeki yazı kuşaklarında Ahzap suresinin 40-43, 44-46 ayetleri yer alır. Evliya Çelebi, Dört Ayaklı Minareye "Muallak minare" demiştir. Halk arasında her bir sütunun bir mezhebi temsil ettiği söylenir. Minare siyah beyaz taşlardan inşa edilmiş. 23 metre yüksekliğindedir. Kilisenin yenileme çalışmaları da devam etmekte. Yine bu sokakta günümüzde PTT binası olarak kullanılan başka tarihi bir yapı daha vardır.
Şeyh Mutahhar Camii’nden ayrıldıktan sonra Hz. Süleyman Camii’ne doğru yürüyoruz. Saray Kapı civarında yol çalışmaları var. Buradaki kapı üzerindeki iki satırlık kitabe talik hatla üç satır altı kartuş halinde yazılmış. Yazı beyaz mermer üzerine hakkedilmiştir. Bu kapının üzerinde hala eski demir bulunuyor. Hazreti Süleyman Camii civarındaki surlarda yer yer tahribat görülmekte. Civardaki parklar insanların nefes alabildiği önemli yerlerden. Çoluk çocuk herkes buraya dinlenmeye gelir. Bunun yanında buralarda çok fazla seyyar satıcı vardır. İş olanağı olmadığı için insanlar daha çok ufak tefek şeyler alıp satıyor. Yaşlı teyzeler, renk renk, desen desen oyalar, dantelli yazmalar, enva çeşit çorap ve patik gibi hediyelik eşyalar satarak bir şeyler kazanma derdindeler. Yoksulluğun seviyesini civardaki seyyar satıcılardan da görebiliyoruz. Yaşlı teyzelerin bu durumu bizi bir yönüyle sevindiriyor bir yönüyle de hüzünlendiriyor. İçimizden konuşmak, dertleşmek, biraz hasbihal etmek gelse de buna cesaret edemedik. İnşallah başka bir zamanda...
Yararlanılan kaynaklar:
Gülşen Baş: “Diyarbakır’daki İslam Mimarisinde Süsleme” isimli doktora tezi.
Mehmet Top: “Diyarbakır Ulu Cami ve Müştemilatı” makalesi.
Yücel Dağlı, Seyit Ali Kahraman, Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt 4.
//isamveri.org/pdfdrg/G00003/2012_8/2012_8_MERMUTLUB.pdf.
Surlar (Adnan Nabikoğlu, Neslihan Dalkılıç)
Şehrimi güzel anlatmış, güzel bir yazı...