Geçtiğimiz aylarda araştırmacı-yazar Erhan Altunay ile Selçuk Eracun’un düzenlediği “Sırlarla dolu Galata ve Karaköy” gezisine katılmıştım.
Karaköy, Galata, Taksim, Sultanahmet ve tarihi yarımada kendi içinde gizemli bir tarihi saklıyor. Hayatın hızlı akışı yüzünden sahip olduklarımızdan bihaberiz.
Oysa yaşam da tarih de ve dâhi insan da içinde saklanan detaylar kadar özel ve anlamlı.
1453’te Fatih Sultan Mehmet Han tarafından bize emanet edilen bu şehir; onca yüzyıla, savaşa ve depreme rağmen öz tarihini korumayı başarmış.
Yine geçtiğimiz günlerde elime aldığım kitapta, 1804-1814’e kadar Fransa’da imparatorluk yapmış Napolyon Bonapart’ın İstanbul’a ilişkin bir cümlesi dikkatimi çekti.
Bonapart şöyle diyor: “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” Bu söz geçerliliğini hiçbir zaman yitirmeyecek.
Velhasıl beş-altı saat süren Karaköy-Galata gezisinde bildiğimi zannettiğim “bilmediklerimden” utandım.
Galata’nın hemen aşağısındaki ara sokaklarda bizi Osmanlı’dan kalma, estetik mimarisiyle kendisine hayran bırakan çeşmeler karşıladı. Karaköy’ün ara sokaklarında ise Cenevizliler’e ait mimari dokular, geçen onca zamana meydan okurcasına hala ayakta.
Blucin nasıl kot oldu?
Arap Camii’ne doğru giderken söz, blucin kültürünü Türkiye’ye getiren ve ona soy ismini veren “Muhteşem Kot”a geldi.
Blucinler aslında 1873 yılında sadece maden işçilerinin giymesi için üretildi. Zamanla popüler kültürün bir simgesi hâline dönüştü.
Bizim Türkçede “kot” dediğimiz ve günlük hayatta sıklıkla tercih ettiğimiz şeyin ismi, aslen Arnavut kökenli “Muhteşem Kot”tan geliyormuş.
Fransa’nın en prestijli terzilik okulu La Deveze Derrox’ta eğitim gören Kot, güçlü bir iddiaya göre blucini Türkiye’ye getirmiş.
Orası âşıklar merdiveni değil
Karaköy’ün ünlü ve halk arasında “âşıklar merdiveni” olarak bilinen Kamondo merdivenleri, ismini Abraham Salomon Kamondo’dan alıyor.
1870’li yıllarda yapılan ve estetik dokusuyla kendisine hayran bırakan merdivenlerin yapım sürecinin arkasında sadece torun sevgisi yatıyormuş.
Son söz:
İstanbul’un ara sokakları, insanın mutlak arayışına yanıt bulur, belki.
Kaç medeniyet sığdı bu şehre, kaç ayrılık, kaç insan, kaç zafer ve yenilgi…
İstanbul’da bilmediğimiz ve kendi içinde ne izlenen ne çok tarihi doku vardır, kim bilir?
Eskimeyen ve eskidikçe kıymetlenen şeyler var, bu dünyada.
İdrak edip kıymet bilene.
Ezgi Aşık