Beyoğlu’ndaki saklı inci: Galata Mevlevihanesi

"Galata Mevlevihanesi'nin temsil ettiği bu manevi doku, günümüz Beyoğlu’na âdeta meydan okur. Bunalan ve bir anlam arayan ruhların sırlı merkezi, mananın zirve yaptığı konum, her şeyin bir an durduğu ve yalnızca aşkın bir varlığın var olduğunun idraki Mevlevihanenin ruhunun yansıması olarak size eşlik eder." Rümeysa Toker yazdı.

Beyoğlu’ndaki saklı inci: Galata Mevlevihanesi

İstanbul’un Beyoğlu semti eski yapılarıyla tarihî dokuyu hissettiren nadide yerlerdendir. Bir yandan sık olarak dizilmiş binalar sanki münakaşa eder, diğer yandan aralardan sızan tek tük ağaçlar sizi bu kadim havayı solumak için zorlar. Bir müddet Galata kulesinin ihtişamını seyredip adımlarınızı ara sokaklara çevirdiğinizde tünel istikametine çıkan yokuşun bitiminde sizi Galata Mevlevihanesi karşılar.

Mevlevihanenin tarihi serüveni

14. yüzyıla kadar uzanan Mevlevihaneler, Mevlana Celaleddin Rumi’nin oğlu Sultan Veled tarafından kurulan Mevlevî tarikatının zikir ve ayinlerini yaptıkları tekkedir. Mevlevihaneler içerisinde önemli bir yere sahip olan Galata Mevlevihanesi diğer adıyla “Kulekapısı” veya “Galip Dede Mevlevihanesi” 1491 yılında Sultan II. Bayezid’in beylerbeyi İskender Paşa’ya ait olan av çiftliği üzerine inşa edilmiştir. İstanbul’daki ilk Mevlevihane olan bu yapı, seneler içerisinde deprem ve yangın gibi sebeplerle tahrip olmuşsa da dönemin padişahları tarafından imar edilerek günümüze kadar ulaşmıştır.

Mevlevihane; dedegân hücreleri, sarnıç, şadırvan, çamaşırhane, mutfak, çilehane, misafirhane, selamlık, semâhâne ve sebil, çeşme, muvakkithâne, kütüphane ve sebilküttap gibi farklı birimleri barındıran bir külliye mahiyetindedir. 1925 senesinde tekkelerin kapatılmasından sonra ana bina halkevi, sebilküttap binası polis karakolu olarak kullanılmıştır. 1975 tarihinde bütün restorasyonları tamamlandıktan sonra “Divan Edebiyatı Müzesi” olarak[1] açılan tarihî bina bugün “Galata Mevlevihanesi Müzesi” olarak hizmet vermeye devam etmektedir.

Cümle kapısı

Mevlevihanenin geniş iç avlusuna girmeden evvel III. Selim devrine ait büyük ve yüksek bir cümle kapısından[2] geçilir. Bu görkemli kapının her iki yüzünde de bulunan altın yaldızlı süslemelerle yazılmış kitabeleri seyretmeden ilerlemek ise mümkün değil. Caddeye bakan tarafta Sultan II. Mahmud’un tuğrası ile ünlü hattatlardan Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi’nin celî ta’lik hat ile yazdığı şu manzume ise sizi Mevlevihanenin imarına şahit tutar;

“Himmet-i Mahmûd Hân bu dergehi           

Eyledi âbâd şevketle hemân

Sâye-i ‘adlinde ma‘mûr olmada

Sû-be-sû heb cilvegâh-ı ‘âşikân

“Hakk te‘âlâ eylesün ol dâveri

Böyle çok hayra muvaffak her zemân

Bir hesâbda düşdi ma‘nen lafz ile

Beyt-i târîhin Lebîb itdi beyân

Yapdı bu dergâh-ı zîbâyı cedîd

Bin iki yüz ellide Mahmûd Hân”[3]

Mevlevihaneye girmeden

Cümle kapısını takip eden yol, sizi zemini taş döşeli avluya ulaştırırken Osmanlı’nın önemli sadrazamlarından Halet Efendi’nin, ilk Türkçe mesnevi şerhini yazan Şeyh İsmail Rasûhî’nin (Ankarâvî), onun müridi ve divan sahibi Şeyh Galip’in türbelerini görürsünüz. Türbelerin hemen yanında “Hâmuşân” denilen hazire yer almaktadır. Göçüp gidenler, suskunlar manasına gelen bu tabir o zaman için mezarlık anlamında kullanılırdı. Burada tam bir Mevlânâ aşığı olan Esrar Dede, Türkiye’de ilk matbaayı kuran İbrahim Müteferrika, Humbaracı Ahmet Paşa, Mevlevihane şeyhleri, eşleri ve neyzenlerin mezarları bulunmaktadır. Mezar taşlarında, unvanlarını gösteren başlığın yanı sıra ölen kişinin tarikat ehlinden olduğunu belirten takke kabartmaları da göze çarpar.


 

Adile Sultan Şadırvanı

Türbelerin karşısında büyükçe bir kitabeyle yan yana yapılmış şadırvan yer almaktadır. Şadırvanı Sultan II. Mahmut’un kızı ve Osmanlı hanedanından Divan tertip etmiş tek kadın şair olan Âdile Sultan’ın yaptırdığını yanındaki taşa işlenmiş kitabeden öğreniyoruz. H.1263 / M.1847 tarihli kitabede kurak devirlerde su ihtiyacını karşılayacak altyapıyı sağlamak maksadıyla yaptırıldığından bahseder:

Sayf olunca dedegân su bulamazdı bunda

Eylemekde idi ‘ataş anları hayli it‘âb

Mevlevîhâne’de sahrîc binâ itdükde

Kıldı dervîşlere cûşiş-i lutfun işrâb

Çeşme-i zâtına cârîye olub âb-ı hayât

‘Ömrini Hakk ide feyzle bi-hadd ü hisâb

Cevherin harfle nazma vireli âb-ı kalem

Yazdı târîhini bir beytde Zîver küttâb

Galata dergehine Âdile Sultan sahrîc

Yapdırınca dedeler cûddan oldı sîr-âb

1263 eser-i hâme-i Mehmed Rif‘at[4]

Şadırvanın tam karşısında içerisinde Mevlevilikle ilgili eşyaların sergilendiği müzeye çevrilmiş iki katlı Mevhelihane binası bulunmaktadır. Giriş katındaki oda oda ayrılmış bölümlerde restorasyon sırasında çıkarılan eşyalar, Mevlevilerin sema esnasında giydiği kıyafetler, dervişlerin hizmete ilk başladıkları yer olan mutfak, zikir tesbihleri, sema ayinlerinin ayrılmaz parçası olan ney, kudüm ve bendirler, Mevlânâ’nın meşhur eseri Mesnevi sergilenmektedir. Bu eşyalar arasında şeyhlerin zikir esnasında uyumamak için kullandıkları “Mütteka” denilen baston ise dikkate şayandır.

Semahaneye doğru

Binanın üst katına çıkan dar merdivenleri takip ettiğinizde sizi Semahane karşılamaktadır. Geniş ve ferah salonun tam karşısında da mihrap ve minber yer almaktadır. Sanatlı bir kubbeye sahip olan salondaki duvarda “Yâ Hazreti Mevlânâ” yazan bir tablo duvarın en nadide süsü olarak göze çarpmaktadır. Sekizgen planlı olarak yapılan semahanede Çelebi mahfili, Hünkâr mahfili ve kadınların semâ ayinlerini izleyebilecekleri bir mahfil bulunur. Bu mahfillerde sergilenen hat, ebru, Hilye-i Şerif levhaları, mehter ve müzik aletleri yakından incelenebilir.

Tüm bunlara ortamdaki ney sesinin verdiği huzur da eklenince dünyevî meselelerin bir kenarda kaldığını fark ediyorsunuz. O an ortama malın, mülkün, suretlerin değil yalnızca hiçliğin timsali hâkim oluyor. Herkesin tek bir aşk için bir araya geldiği ve ilâhî aşkı simgeleyen sema gösterileri sizi alıyor ve başka bir dünyaya götürüyor. İşte tam burada bir şeyler diyecek oluyorsunuz lakin mana lafza sığmıyor.

Galata Mevlevihanesinin temsil ettiği bu manevi doku, günümüz Beyoğlu’na âdeta meydan okur. Bunalan ve bir anlam arayan ruhların sırlı merkezi, mananın zirve yaptığı konum, her şeyin bir an durduğu ve yalnızca aşkın bir varlığın var olduğunun idraki Mevlevihanenin ruhunun yansıması olarak sizlere eşlik ediyor.

Rumeysa Toker

Dipnot:


[1] Baha Tanman, “Galata Mevlevihanesi”, DİA, C. 13, İstanbul: TDV Yayınları, 1996, ss. 317-318

[2] Taçkapı veya portal diye de adlandırılan cümle kapısı, mimarlık tarihinin çeşitli dönemlerinde dış kütlenin en belirgin elemanı olarak tasarlanmıştır.

[3] https://www.dunyabulteni.net/mezar-taslari-ve-kitbeler/galata-mevlevihanesinin-kitabesi-h208306.html

Günümüz Türkçesiyle;

Mahmud Han’ın yardımıyla, onun ululuğuyla, Bu dergâh imar edildi hemen, Himayesiyle, adaletiyle bayındır hale geldi

Her daim aşıkların yurdu oldu, Hak Teâlâ o padişahı birçok hayra muvaffak eylesin, Sözün mana hesabı düştü, Lebib’de etti beyan, Yaptı bu dergâhı yeni ve güzel, Bin iki yüz elli yılında Mahmud Han.

[4] Günümüz Türkçesiyle;

Yaz gelince dedeler burada su bulamazlardı, Susuzluk onları çok yormaktaydı, Mevlevihane’de bir sarnıç inşa edince, Dervişlere lütfunun çağlayanından içirdi, Onun zata sadaka-i cariye ab-ı hayat gibi oldu, Allah onun ömrünü feyzle doldursun, Kalemi, şiirine güzellik katınca, Kâtip Ziver buranın tarihini bir beyitte yazdı, Galata dergâhında Adile Sultan bir sarnıç, Yaptırınca dedeler o ihsandan kana kana içtiler.

YORUM EKLE