Belfast'lılar o Ramazan günü beni bağrına bastı

1987’de Kuzey İrlanda’daki Müslümanlara yönelik kurulmuş olan Belfast İslam Merkezi, 42 milletten oluşan bir cemaate hitap etmekte.. Deniz Baran, maceralı bir yolculuktan sonra bulduğu bu mekanı yazdı.

Belfast'lılar o Ramazan günü beni bağrına bastı

2013 yılı yazıydı, İngiltere’ye dil kursu için gitmiş ve Ramazan’ı orada geçirmiştim. Uzun oruçlar sanıldığı gibi zor değil, hava şartlarından ötürü Türkiye’den çok daha kolay geçiyordu. Bir bir günler geçip de hem Ramazan hem de kursum sona yaklaşınca Britanya’daki diğer ülkelere gitmeyi kafaya koymuştum. Ziyaretimin henüz başlarında İskoçya’yı görmüştüm, bu yüzden hedef İrlanda (iki ayrı İrlanda var malum, ben ikisini de hedefe almıştım) olmalıydı. Ancak her şeye çok ani karar verdim, bir anda naçizane bir macera yaşama dürtüsüyle tek başıma yollara düşmek istemiştim ve pek de bir ayarlama yapmadan çantamı sırtıma takıp önce Londra’ya, oradan da şiddetli yağmur yağan bir akşam vakti 25 dakikalık bir uçuşla Kuzey İrlanda’ya gittim.

Belfast’a indiğimde farkına vardım durumun. Ne yapacağıma, nereye gideceğime, hatta havalimanının şehrin neresinde kaldığına dair hiçbir fikrim yoktu. Terminalden çıkınca belki havalimanı şehrin içindedir umuduyla yürüyerek yol alayım, boşuna otobüse para vermeyeyim diye düşündüm (Pound olunca bir hayli pahalıya geliyordu). Ama maalesef düşündüğüm gibi değildi. Uçsuz bucaksız yemyeşil, hafif kasvetli kırlarda yürüdükçe yürüdüm ama tek tük binalar haricinde hiçbir şey yoktu. Hava da buz gibi esiyordu yaz ortası olsa bile. Gerisin geri havalimanına dönüp otobüse binmeye karar verdim ki iyi olmuş böyle yaptığım, çünkü otobüsle 1 küsur saat yolculuk yapmak gerekiyormuş başkent Belfast’ın merkezine varmak için.

Hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bir şehirdi Belfast

Bir yandan iftar yaklaşıyordu, yanımda da su bile yoktu yanlış hatırlamıyorsam. Açlıktan ölüp bitmesem de 19 saate yakın oruçtan ve tüm gün seyahat ettikten sonra insan bir şeyler atıştırmak istiyor. Maalesef hazırlıksız gidişim bana çok zaman kaybettirdi ve Belfast’a doğru otobüs seyir halindeyken iftar vakti geldi. Neyse ki Londra’da bir Türk abimin evinden şevkle peçeteye sarıp yanıma aldığım 2 adet kuru incir- ceviz cebimdeydi, onlar sayesinde ufak çaplı da olsa orucumu açabildim. Nihayetinde Belfast’a indim. Maceracı bir hevesle başladığım yolculuk içimde garip bir boşluk duygusu yaratmaya başlamıştı. Otobüsten indiğimde hakkında hiçbir fikrimin olmadığı bir şehrin bir caddesinde gecenin bir vakti kalakalmıştım.

Google haritalar sayesinde kendimi bir hostele atarım diyordum ama onun hazırlığını da yapmamıştım, şarjım da bitmeye yüz tutmuştu (akıllı telefonları daha yeni şarj etseniz de çok fark etmiyor malum). Üstüne üstlük oruç sonrası doğru düzgün bir öğün yemek istiyordum ve bir Avrupa klasiği olarak her yer kapanmıştı. En önemlisi de hava buz gibiydi, yağmurluydu ve bir an önce şort- tişört kendini şehre atmış biri olarak kafamı sokacak yer bulmalıydım. Başladım hızlıca haritaya bakıp süratle hostel adreslerini not etmeye. İşin kötüsü, haritada gözüken bir yer ne kadar uzaklıkta tam kestiremiyordum. Kabaca bir plan yaptım ve yürümeye başladım. Aslında hâlâ spontan bir yolculuğa atılmış olmanın o garip hissinin keyfini sürüyordum (biz şehir çocuklarının macerası bu kadar oluyor). Ancak yol aldıkça ve üşüdükçe bu his kayboluyordu. Gündüz gelsem böyle olmazdı belki ama gece karanlığında hiç bilmediğiniz bir yerde çok fazla turlamak, hele ki o koşullarda, insana bir tedirginlik veriyor bir süre sonra.

Nitekim süre geçip ben yol aldıkça başta hafif hissettiğim tedirginlik büyüyordu. Haritada işaretli yerlerin bir kısmını bulamıyordum, bulduklarım yer olmadığını söylüyordu. Resepsiyonda hafif ısınıp yola devam ediyordum. Tek güzel yanı şehri daha baştan karış karış gezip birçok yeri görmüş olmamdı. En nihayetinde gece açık bir Burger King görmem moralimi tazeledi. Hızlıca içeri girip gecikmiş iftarımı yaptım, ısındım ve dinlendim. Telefonumu şarj ederim diye de seviniyordum ki bir şekilde olmadı, şarj dolmamıştı. Tekrar garip bir tedirginlik başladı. Gece saat ilerliyordu ve bir yer bulmam lazımdı. “En kötü bir köşede, çimlerde poşumu serer yatarım” gibi hülyalı bir düşüncem vardı ama hava buz gibiyken mümkün değildi. Şarjı zorlayıp, telefonu açıp kendime yeni bir rota çizdim Burger King sonrası. Artık son umudumdu. Ancak uzatmadan anlatayım; olmadı…

Hayatımda ilk defa başını sokacak bir yerin önemini hissettim

Uzun süre yürüdüm, şehri boydan boya gezdim, hatta hostelden vazgeçip lüks bir otele para dökmeye dahi razıydım ancak koca şehirde bir tane bile yer yoktu. Tek yapabildiğim, soğuğa dayanamadığım noktalarda gittiğim yerlerin tuvaletini kullanır gibi yapıp ara ara ısınmaktı. Gecenin yarısı öyle kalmıştım. Artık hiç de haz almıyordum maceradan. Aklıma son bir çare geldi, İngiltere’de her şehirde İslam merkezleri olurdu (camiyi de kapsayan “Islamic Centre”) , bunlar da Ramazan sırasında geceleri açık oluyordu. Hâlâ Ramazan’da olduğumuza göre Belfast’ta bir tane bu merkezden bulursam düzlüğe çıkabilirdim. Tabi önce telefonun bir kez daha açılmasına duacıydım. Şarjı zorlayıp telefonu bir kez açabildim ve direkt Google haritalara hedefimi yazdım. Çıkmıştı!

Şehrin kuzeyinde, merkeze bir miktar uzaktı ama en azından elimdeki tek şans oydu. Adresi ve yolu belleyip başladım yolculuğa. İçim nispeten rahattı, üşüsem de en azından kayıp hissetmiyordum, bir hedefim vardı. Uzun uzun yürüyüp gecenin ortasında vardım. Hiç beklediğim gibi bir manzara yoktu, ne cami ne bir şey. Sıra sıra dizilmiş dubleks evlerden müteşekkil sıradan bir cadde vardı adrese vardığımda. Bir an başımdan aşağı kaynar sular dökülecekti ki evlerden birinin kapısında “Islamic Centre” tabelasını okudum. Hemen içeri daldım.

İçeri girdiğimde gece yarısı olmasına rağmen hanımlar, çocuklar ortalıkta dolaşıyordu. Yukarıdan da ses geliyordu. Hemen yukarı çıktım. Garip bir manzara vardı karşımda, zira hâlâ teravih kılınıyordu (gece 1 falandı herhalde). Ben hiç katılmadan kenarda cem ettiğim vakit namazlarını kılıp beklemeye başladım. Son anda akıl ettiğim şey böyle doğru çıkmasa spontan bir maceranın tüm can sıkıcı yanlarını yaşayıp gözüme kestirdiğim üstü kapalı bir bankta yatacaktım. Çok şükür gerek kalmamıştı, hayatımda ilk defa başını sokacak bir yerin önemini hissettim. Hem de param pulum olmasına rağmen çaresiz kalmıştım. Kesinlikle ilk defaydı.

42 milletten oluşan bir cemaate hitap etmekte

Teravih kılınırken cemaati gözlemledim üstünkörü. O aralar İngiltere’de Müslüman bir aile ile ikamet ettiğim için Ramazan boyu hep Britanyalı Müslüman grupların arasına girip çıkmıştım. Profil yelpazesini az çok biliyordum ve gördüğüm kadarıyla da Belfast’ta da durum farklı değildi. Ağırlıklı olarak Araplar vardı. Yine Pakistan- Hindistan civarından Asyalılar da mevcuttu. Nitekim 1987’de Kuzey İrlanda’daki Müslümanlara yönelik kurulmuş olan Belfast İslam Merkezi, web sitesinde yazdığına göre 42 milletten oluşan bir cemaate hitap etmekteydi. Tüm bu insanlar neredeyse gecenin yarısında bu dubleks binanın ikinci katında, tıklım tıkış şekilde teravih kılmak için toplanmıştı. Türkiye’den aşina olduğum bu görüntü beni rahatlattı.

Tabi aşina olduğum şeyler bu kadar değildi. Girişte beni panolar karşılamıştı. Panolardaki duyurulardan ve afişlerden belliydi ki çocuklara- gençlere yönelik aktivitelerden sosyal faaliyetlere kadar birçok etkinlik bu merkez çatısı altında yapılıyordu. İki katlı mütevazı bir binayı çok daha aşan bir fonksiyonu vardı buranın. Yine girişte farklı farklı hocaların, âlimlerin vaaz kasetleri (gerçekten kasetti!), türlü türlü tebliğ broşürleri etrafa saçılmıştı. Kalabalıktan olsa gerek ortalık biraz karman çormandı. Hanımlar ve çocuklarla dolu olan ilk kata pek göz atamadan yukarı çıkmıştım ama tahminimce oyun odası, mutfak gibi odalar da mevcuttu o katta.

Nasipte burada bu güzel duyguları hissetmem de varmış

Teravih sona erdiğinde hemen dikkat çekmiştim. Cemaat selamlaşıp yavaş yavaş evlere ayrılmaya başladıktan sonra bir köşeye hafif bir çekingenlikle oturdum. Çok doğal olarak Avrupa’nın en kuzeyinde bir şehirde, ufak bir camide hemen hemen herkes birbirini tanıyor olmalıydı ve bir yabancıyı fark etmeleri uzun vakit almadı. Gelip nereden olduğumu soran güler yüzlü bir genç ile başlayan sohbet etraftakilerin alakasına da mazhar oldu. İnsanlar merakla dediklerime bakarken ben de çabucak maceramdan bahsedip nasıl oraya sığınmak zorunda kaldığımı anlattım. Hikayemi duyan cemaat tam da umduğum şekilde büyük ihtimam gösterdi bana. Ramazan’ın paylaşımcı ve birleştirici ruhunu nadiren bu kadar derinden hissetmiştim daha önce. Aç olup olmadığımı soranlar, önüme camide ne tür atıştırmalık varsa getirenler, beni evine davet edenler… Bir anda ilgi odağı olmuştum mescidin bir köşesinde otururken.

En güzeli de, benimle muhabbete başlayan güler yüzlü kişi cemaatte bir tane Türk olduğunu söyledi ve hemen gidip onu bulup yanıma getirdi daha rahat hissedebilmem için. Hakkını ödeyemem, bu boylu poslu, İngiltere doğumlu Türk abi (ismi Abdülkerim’di) o andan itibaren Belfast’ta bulunduğum süre boyunca yardımcı olacaktı. İlk tanıştırdıklarında beni öylece bırakmak istemedi, ısrarla evine davet etti. Çekindim, kabul edemedim. Hem Abdülkerim abi hem de cemaatten başka Arap dostlar o kadar samimiyetle ısrarcı olup evlerinin kapılarını açtılar ki bana, zahmet vermemek için bin bir türlü takla attım. Nihayetinde geceyi geçirecek bir yer bulmuştum. Ramazan sebebiyle mescid 24 saat açıktı, hatta camide konaklayacak başka kişiler de oluyordu ve toplu sahur yapıyorlardı. Sahura kadar da arzu edenler için elbirliği ile oluşturulmuş, kaba tabirle bir abur cubur masası vardı. Bisküviler, krakerler ve meşrubatları dileyen tüketebiliyordu.

Herkes mescidin orasına burasına kıvrılırken ben de bulduğum bir boş alana uzanıp poşumu yorgan niyetine üzerime çektim gelgitli bir gecenin ardından. Ve zeminin sert ve rahatsız oluşundan dolayı, poşu çok ince kaldığı için içime işleyen bir soğuk beni dürtmesine rağmen gecem çok yorucu geçmişti ve koşullara kafaya takmadan uykuya daldım. Derin bir oh çektiğim gibi tarifi zor bir huzur da içimi kaplamıştı. Gurbetten eve gelmiş gibi hissediyordum. Bu his, sahur için kalkıp cemaatin elinde paylaşacağı ne varsa ortaya koyup hazırladığı sahur sofrası ile daha da pekişti. Soğuk bir havaya inat sıcak bir atmosferde sabaha kadar sürecek uykuma devam ettim. Ertesi gün uyanıp da turuma devam etmek için kapıdan çıktığımda akşam gelebilecek bir yerim olduğunu bilmenin mutluluğunu taşıyordum, çok içten bir “şükür” dedim (nitekim ertesi gece döndüğümde Abdülkerim artık duruma razı olmayacak ve beni evine götürecek, güzel bir sahur verecekti).

Hiç yoktan -daha doğrusu ortada hiçbir “yokluk” yokken- başıma iş açmış ama bu macera böyle bir ziyarete vesile olmuştu. Demek dedim, işin başlangıcı biraz absürd olsa da nasipte buraya yolumun düşmesi, bu insanları tanımam, bu duyguları hissetmem de varmış bir Ramazan gecesi.

 

Deniz Baran yazdı

YORUM EKLE

banner36