Avusturalya'dan gençler kalkıp geldiler

Ahmed Eroğlu "ağabeyimiz" Avusturalya'dan kalkıp yaptıkları Umre-Türkiye-Saraybosna Eğitim Gezisi anılarını yazdı.

Avusturalya'dan gençler kalkıp geldiler

3-4 Temmuz 2010

Umre-Türkiye-Saraybosna eğitim gezisinin birinci ayağında umreye niyetleniyoruz Abu Dabi’de. 20 genç adam, Avustralya’nın manevi önderleri olabilmek için semanın öğrenciliğine hazırlanıyorlar. Melekler misali bembeyaz entari ve üzerlikleriyle modern hayatın gölgesindeki Abu Dabi’nin sahte parıltılarına hakikât medeniyetinin ışıltılarını nakşediyorlar.

Evet yaklaşık 13,5 saatlik Melbourne-Abu Dabi uçak yolculuğumuz mescitteki umreye hazırlık alıştırmaları, ders ve hatırlatmalarıyla sürüyor.

Tam bir ay sürecek üç ülke tecrübesinin ilk günündeyiz. Nelerle, kimlerle, nerelerde ve nasıl karşılaşacağımız merakıyla mola saatlerimiz bitiyor ve biz Cidde uçağına biniyoruz.

Melbourne havaalanındaki vedalaşmadan aklımda kalan ve her anımsadığımda etkilendiğim şey, sevgili eşimin güle güle derken huzur dolu bakışları arasında hürmetle elimi öpüşüydü. Biliyorum; çocukların bile el öpmeyi unuttuğu bir devir ve kültürel atmosfer içinde bu eşler arası ilişki biçiminin hayretli bakışlara konu olduğunu ve bundan da onemlisi İslam aile saadet ve selametinin sağlam stillerinden birisini oluşturduğunu... Bu ezansız semtlerde, bereketsiz topraklarda İslami geleneği, modernizmin ve radikalizmin takıntılı zaviyesine kurban etmeden yaşatmak durumundayız. Sünnetten veya bu damardan can alarak teşekkül eden geleneksel aile anlayışını yabana atmamak mecburiyetindeyiz.

Lebbeyk Allaahümme Lebbeyyk, Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyyk... İnnel hamde venni’mete leke velmülk. Lâ şeriike leke. Hayatın bütün mana ve kapsamı bu “Lebbeyk” feryad ve teslimiyetinde gizli. Allah’a, İslam’a, son peygamber Hz.Muhammed’in şeriatı önünde boyun eğip baş koyanlara fani hayatın fena amaçları önünde zelil bir hale girenlerin hali pür melalini ifadelendiren bu esrarlı sayha, ne müthiş bir gönül boşalması, gönüllü esaret altındaki ne müthiş bir hürriyet teması...

5 Temmuz 2010

Kırkikinci yaşımda nasip oldu Kabe’yi dünya gözüyle görmek. Ak, apak insanlar halesi her taraf. Siyah perdelerin üstünden beyt-i mamura döne döne seyreden melekler ordusu... Kulların en yalın olduğu, kendini Allah’ın kudret ve rahmet eşiğine atmanın dayanılmaz ferahlığı... Samanyolundaki yıldızlar misali rengarenk Müslüman çehreler...

Bu sabah bir saate yakın süren Hira Nur Dağı`na tırmandık sabah ezanlarından önce. Vahiy mağarasının zirvesinde edâ eyledim sabah namazımı taa aşağılarda görünen Kabe’yi süzerek. Bir grup, sonra bir başka grupla sohbet etme, onlara hitap etme fırsatı yakaladım kuşbakışı nazarla Kâbe’ye ve dağlık bölgeye.

Almanya-Danimarka-Avustralya Milli Görüş hareketine mensup gençler olarak vahyin, hayatın anlamına dair fikir teâtileri ile geçti çıkışı ve inişinde bu kutlu mağaranın. Kuşlar, maymunlar, gece, bizi süzen melekler eşliğinde yürüdük Hira’ya, canhıraş bir hale büründük. Kokladık, sırayla o “Rahmet ve Savaş Peygamberi”nin ayak izlerini aradık, fakat gözünüz kararıyor, yoruluyor, utanıyor ve sendeliyoruz bu hayatta; O’na giden işaret taşlarını bulmakta zorlanıyoruz. Yine de affına sığınarak Yaradan’ın; şefaatine ulaşmak istiyoruz O yüce Peygamberin.

Nedir Nur dağının eteklerindeki mezbele vaziyet? Nerededir “hadimu’l-haremeyni’ş-şerifeyn” şuuruyla siyaset eden yüce sultanların o inceliği? Yoksa Nur Dağı da mı “bidat”ın dayanılmaz tesbit duvarına takılıyor? Ne günlere kaldık ya Rabbi! ABD`nin her türlü saldırı ve yataklığına hayır diyemeyen bu zavallı zihniyet, İslam vahiy medeniyetini çağrıştıran her emareyi silmeyi kendi dar ufuk zaviyesinden fetva ve takvanın olmazsa olmazı olarak telakki edebiliyor. Hayır hayır hayır! Tezelden Mekke ve Medinenin idaresi İslam ümmetinin ortak akıl ve idaresine terk edilmelidir. İlk elde İslam Konferansı Örgütü, bu ortak idare için bir adım olabilir.

6 Temmuz 2010

Mübarek topraklarda gezimizin tertibinde maddi ve manevi yardımlarını esirgemeyen Avustralya Milli Görüş yönetimine dualarımızı ihmal etmiyoruz.

Geldik geleli Mekke’ye güzel insan İsmail Sivri Beyin mihmardarlığındayız. Eş ve çocuğunu Almanya’da bırakarak Milli Görüş hac-umre organizatörü olarak Mekke’de. Güleç, düşünceli, içli bir güzel adam... Nadir bulunan bir titizlik de ona çok yakışıyor. Canı da tez.

Avustralya’dan hareket ettik edeli uyumlu, iyi huylu ve tercihte isabetli bir gençlik kadrosuyla yola çıkmış olduğumu düşünüyorum.

Sabahtan geceye Kâbe günleri dolu dolu geçiyor. Günde 2-3 saat uyku, mahmur gözler, tatlı bir yorgunluk, telaşlı koşturmaca ve de güzel tecrübeler... Her namazın ardından mutlaka bir cenaze namazı kılınıyor Harem-i Şerif’te.

Fransa-Lion’dan Hakan Bey, 3 yaşındaki oğlu Alihan ve eşine umrelerini eda etmeleri konusunda rehberlik yapıyorum. Küçük afacan annesine rahat vermeyince ben alıyorum kucağıma ve tavaf devam ediyor. Ben onlara ardı ardına sesleniyorum şavtlarda ve onlar da tekrar ediyorlar. Cenazelerinin olduğunu haber alınca bir kaç saatliğine Mekke’ye gelmişler ve apar topar İstanbul’a hareket etmek zorunda kalıyorlar. İnnâlillâhi ve innâileyhi râciuun. Ve her nefis dünyalık işleri hiç de bitmemişken ansızın ölümü tadıveriyor.

Bu akşam İstanbul-Birikim Kolejinden on yıla yakın birlikte çalıştığımız okul müdürü Celal Düzcan Bey ve ailesiyle buluştuk Mekke`de. Safa tepesindeki Hacer validemizin zemzeme kavuşmasına benzer bir halet-i ruhiye içinde idi adeta bu karşılaşma. İki yılın hasretini giderdik, konuştuk da konuştuk.

Umre
Umre

Bir ara Şevki Yılmaz çarptı gözümüze. Oturduk ve epey AK Parti ve Saadet Partisi üzerine konuşuldu. “Muhalefetin muhalefetini” yapmayı önerdi Saadet’e Şevki Yılmaz bey. “Saadetli meclisteki Ak Parti, daha az hata yapar” fikrinde olduğunu ileri sürerek.

Rükn-i Yemanî ile Hacer-i Esved arasının karşısına düşen müezzin mahfeli Türk hacıların yoğun bulunduğu yerlerden biri Kabe’de. İlk umrem ve Kabe’ye ilk gelmeme rağmen mahşeri bir kalabalık dikkatimi çekiyor.

Hacer-i Esvedi öpme ve dakikalarca dokunma mücadelesinden muzafferiyetle çıkıyorum.

Grupça Cebel-i Rahme’yi, Cennet-i Mualla’yı, Mescid-i Nemira`yı, Müzdelife ve Mina`nın yanısıra Mescid-i Cinn`i, Rıdvan Biatının yapıldığı Hudeybiye Kuyusu`nu ziyaret etmek de nasip oluyor. Yolda taptaze, köpüklü deve sütü de içiyoruz.

7 Temmuz 2010

Hicaz bölgesi İslam ümmetinin ortak mirasıdır. Hiç bir siyasi irade ve idare, İslam Ümmetinin diğer mensuplarının görüş ve düşüncelerini almadan Mekke ve Medine’de tasarrufta bulunma hakkına sahip değildir ve olmamalıdır da. Hele hele şeddadi apartmanların, gökdelenlerin insaf ve iğretiliğine Kabe’yi, Kabe’yi tavaf eden müslümanları terketme aymazlığını gösterememelidir. İKÖ, bu konuda acil toplantılar yaparak projeler üretmelidir.

Medine
Medine

8 Temmuz 2010

Mekke’den Medine’ye Nuh Nebi`den kalma bir yarım otobüsle yola çıkıyoruz. Çölün ortasından yılan gibi dolanan yoldan dağların yanan yüzlerine baka baka ilerliyor, bir çok yerde çok nadir bir yeşil renk görüyor gözlerimiz. Arabada ilahiler, salavat-ı şerifeler, tekbir ve telbiyeler gönül okşuyor.

6 saate yakın süren yolculuktan sonra Medine’deki Milli Görüş oteline yerleşiyoruz. Mescid-i Nebevi’ye çok yakın mesafede olan bu otel yürüyerek ancak 5 dakika sürüyor. Gamame Mescidi`nin de önünden geçiliyor Ravza-i Mutahharalı o güzelim Peygamber Mescidi`ne yürürken. Mescid-i Nebi, 5 vakitte tıklım tıklım. Müminler ayakta, müminler Rasul’e salavat ve selamlar getirmekte.

9 Temmuz 2010

Peygamber mescidinin minberi ile kabr-i Rasul arasında üç kez namaz kılmak nasip oldu. Hacer-i Esved`i öpme, koklama yarışına benzer bir sahne de Ravza-i Mutahhara’da namaz kılma fırsatını yakalama mücadelesinde yaşanıyor.

Herkes günahkâr. Herkes günahının farkında. Ve eller rahmet için, şefkat için açılıyor Yüce Yaradan’a. İnleyen hurma misali kimi müminler... İnim inim inleyip günahlarının altında iki büklüm oluyorlar. O kapının eşiğinden başka gidilecek bir başka eşik mi var ki gidilsin viran olası şu fani ve fani olduğu kadar da sahte parıltılarıyla aldatıcı, aynı zamanda da işve ve nazlarıyla kıs kıs gülen şu dünyada.

10 Temmuz 2010

Olabildiğince fazla kalmaya çalışıyorum, grupça kalmaya çalışıyorum Nebi Mescidi`nde. Kabe’de namaz 100 bin kat, burada ise 1000 kat daha sevap, diğer mekanlara göre.

Yarının ilk saatlerinde Türkiye’ye yola çıkacak olmanın heyecanı ile Hicaz’dan ayrılacak olmanın mahzuniyetini yaşıyorum.

Hacı Musa Bey ile Mevlüt kardeşlerimin Medine Milli Görüş hac-umre organizasyonundaki gayretleri ve İsmail Kandemir hocanın rehberliğiyle Uhud’u, Mescid-i Kıbleteyn’i, Kuba mescidini ziyaret ederek gençlerle fotoğraf çektiriyoruz.

Eş-dost ve akraba-i taallukata çam sakızı çoban armağanı bir şeyler alıyorum. Mekke’den bu yana giydiğim mahalli beyaz kıyafetlerimi oldukça sevmeye başlıyorum.

Medine serin diye bilirdim, ama nedense Mekke’den daha sıcak gibi geldi bu mübarek şehir. Zemzem, hurma ve hediyelerimiz hazır.

Yarınki SP genel kongresine katılmanın ön hazırlık irtibatlarını da tamamlıyorum. Türkiye’de görüşmeyi tasarladığımız kırk civarında alim, bilim adamı, zahit, salih kulların beraberinde, devlet adamları, gazeteciler, düşünce adamları, sanatkârlar ve çizerler mevcut. Bir kısmıyla görüşmenin programını yapmış durumdayım, ya nasip...

Türkiye
Türkiye

11 Temmuz 2010

Saat 03:20, Medine havaalanındayız; 06:45, İstanbul havaalanındayız; 10:10 ve Ankara havaalanındayız.

Saat 11 civarında Ankara’daki Saadet Partisi Genel Kongresine katılıyoruz. Renkli, canlı, heyecanlı bir salon. Genel Başkan Prof.Dr. Numan Kurtulmuş mikrofonda. “Değişmeden yenilenmek” ten bahsediyor. “Mühim olanın Milli Görüş davası üzere sebat ve mensubiyet” olduğunu coşkuyla anlatıyor. Genel Başkanın konuşmasından sonra salondan Avustralya gençlik misafir grubu (16 üniversite, 2 lise, 1 lise mezunuve bendeniz) dışarı çıkıyoruz. Bir ara anonslar halkasında Avustralya’dan gelen bizim gruba da hoşgeldiniz seslenişini işitiyorum. Dışarıdayken 2 sene öncesine kadar Türkiye-İstanbul Birikim Kolejlerinde 10 sene beraber çalıştığımız Yusuf Şahin hoca ve ayrıca Adnan Elgün hoca ile ayaküstü hasbihal ederken Ömer Faruk Korkmaz ve Veysel Başar ile de muhabbetler ediyoruz. Hayat çok değişken ve imtihana yetecek kadar da uzun ve bir o kadar da kısa. Maharet, başarılı olabilmenin yollarında dolaşmakta...

Akşam yemeğinde 2 dönem Refah Partisi milletvekilliği ve idareciliği ve şimdi de TV5 yönetim kurulu başkanı olan ağabeyim Yakup Budak beyin evindeyiz. Yaklaşık 30 civarında insan var evinin salonunda. Çok geçmeden Fas Adalet ve Kalkınma Partisi eski genel başkanı Osman Selâmet ile Temel Karamollaoğlu iştirak ediyorlar. Osman Bey, “imanın halâvetini” dillendiren hadis-i şerif üzerinde, Karamollaoğlu da hayat tecrübeleri ve maneviyat üzerinde duruyor. Budak bey ise eğitim ve öğretim hayatı ile birlikte Milli Görüş davasının kurumlarında yer almanın gereğinden bahsediyor.

Gece yarısı 10 kişimiz Ankara’daki Bedir yurduna, 10’umuz da Enderun yurdundaki yerlerine dinlenmeye çekiliyor. Yarın Erbakan Hoca ile Milli Görüş genel başkanı Yavuz Çelik Karahan’larla görüşmelerimiz olacak. Haydi hayırlısı.

12 Temmuz 2010

Milli Görüş Teşkilatlanma Genel Başkanı Yavuz Çelik Karahan bey, Avustralya’dan gelen eğitim gezisi heyetimize İlci Hotel’inde (Ankara) bir yemek verdi. Tanıştık, dinledik, sorular sorduk ve fotoğraf çekildik. Tabii, gerçekler üzerine rahat bakışıyla giden bir karakter. İlk defa biraraya geliyorum şahsen. Bazı istatistik bilgiler veriyor; Şu anda Alman okullarına 810.000 civarında Türk çocuğu gidiyor. Almanya’daki bütün İslamî cemiyet ve cemaatlerin ilgi alanına giren Türk genç sayısı ise 200.000 dolayında. Bunun yanısıra bir kilise papazının bizim Müslüman nesli asimile etme planına değiniyor: Kilise papazının ifadesine göre 1960-75 yılları arasında Almanya’da olan o ilk nesilden %25’ini kurban veriyoruz. 1975-90’daki 2. kuşaktan ise %50’lik bir fire bekliyorlar. 1990-2005’teki 3. kuşakta ise kendi İslam kültüründen uzaklaşma oranı %75 olarak bekleniyor. 4. Kuşak hakkında ise (2005-sonrası) %100’lük bir kültürel entegrasyon tahminleri yapıyor kilise papazı. Çözüm ne diye irdeliyor sayın Yavuz bey: “Herkes kendi bölgesinde çalışıp kimlik ve kişiliğini koruyacak” diyor. İlginç bir göç tesbiti de yapıyor: Tarihi olarak göç edenlerin ancak %3’ü geri dönmüş. Bu gerçeğe göre projeler yapılmasını teklif ediyor.

Ardından Erbakan Hoca’yı Balgat’taki evinde ziyarete gidiyoruz. Beyaz, bembeyaz bir ev. 3-4 kattan ibaret. Giriş kat salonuna geçiyoruz evin önündeki polislerin arasından. Yerlerimize oturup Hoca’yı beklemeye koyuluyoruz. Birazdan iki büklüm, iki insanın yardımıyla yürüyen son asrın büyük dava adamı gençlik heyetimize konuşmak üzere koltuğuna yerleştiriliyor. Oturur oturmaz bir Fatiha okumamızı istiyor. Hoşgeldiniz dedikten sonra tek tek kendimizi takdim ediyoruz ve pür dikkat dinliyoruz...

13 Temmuz 2010

Bugün ise Cansuyu genel merkezini akrabalarının ziyaretine giden gençlerimizin haricindeki 10 kişilik heyetimiz ve Yakup Budak Bey’in refakatinde ziyaret ediyoruz. Sağolsun dava adamı, davasının sadakat timsali Yakup ağabeyim ayarlıyor bu görüşmelerimizi daha ziyade Ankara’da. Evinde hem bir akşam yemeği ve ayrıca bir de kahvaltı verdi. Cansuyu’nun faaliyetleri hakkında bilgileri genel başkan yardımcısı Muhammed Bey’den dinliyoruz. Avustralya gençlik grubu adına 1000 AU dolarını teslim ediyor, makbuzunu alıyorum. Parayı her genç kendi harçlığından 50 AU vererek bağış yapıyoruz. Allah kabul etsin.

Cansuyu’nun ardından meclisi geziyor, Yakup Budak Bey’den bilgi alıyor, kütüphanede fotoğraf çekildikten sonra meclis baştabibi Bülent Bey’in çayını içiyoruz. Meclis kütüphanesi 300.000 adet kitaba ev sahipliği yapıyor. Milletvekillerinin araştırmalarına hizmet veriyor. Ayrıca izinle dışarıdan araştırmacıya da kapılarını açıyor. 1.Meclis-i Mebusan’dan itibaren bugüne her türlü kitap ve süreli yayının ev sahibi bu kütüphane. Meclis lokantasında yemeklerimizi yiyor ve 1920’deki ilk TBMM’yi geziyoruz. Sonra 2.TBMM ve ve Hacı Bayram-ı Veli Camii’ne gidiyor ve ikindi namazını eda etmeden önce türbede fatiha okuyoruz. 1.Meclis 1920-1924 arası kullanılıyor. 2. Meclis ise 1.’den daha büyükçe ve 1924-1960 yılları arasında hizmet veriyor. Sonra da şimdiki 500 bin metrelik alan üzerindeki yerine taşınıyor. “Hakimiyet Milletindir” levhası en akılda kalanı bu ziyaretlerden. Hacı Bayram-ı Veli Camii inşaat halinde olduğu için büyük çadırlar içinde kılıyoruz namazımızı ve namaz sonrası Al-i İmran süresi sondan 2.sayfanın kısa tefsirini yapıyorum gençlik grubumuza. Hayat, tek olan Rabb’e sığınmak ve teslim olmaktan ibaret. Hakim Muzaffer bey ziyaretimize geliyor ve bizleri yemeğe götürüyor. Tanışıp konuşuyoruz. Hayat tecrübelerini gençlerimize aktarıyor ve akşam namazını bir camiide kıldıktan sonra Muzaffer ile de vedalaşıyoruz.

Estergon kalesinin anısına yapılan görkemli yeni kaleyi gezdikten sonra yarın gece İstanbul’a geçme planlarını müzakere ediyoruz.

İstanbul’da kalmadan önce hemen Çanakkale ve Bursa gezilerinin plan ve programı hakkında Yakup Öksüz ve Adnan Elgün kardeşimle haberleşiyoruz. Her şey tamam inşallah. Bir sıkıntı yok işleyişte. 14 Temmuz’u 15’ine başlayan gece İstanbul’a otobüsle geçmeyi planlıyoruz.

14-17 Temmuz

Biraderim Mustafa ile Ankara’dan Adana’ya Yakup Ağabeyimin arabasıyla Kamışlı yaylasına gidiyoruz. Fındıklı Köyünün taptaze meyve ve sebze satan pazarından bolca nevalemizi arabaya yerleştiriyoruz.

Geleceğimi haber alan İsmail, Ayşenur ve yeğenler Mirza ve Bera Şam’dan; ablam, eniştem ve yeğenler Konya’dan; Rahime ve Ayşe bacılarım da Adana”dan zaten yaylaya intikal etmişler. Hasret gideriyoruz. Kesilen şükür kurbanının dağıtılan paylarından arta kalanıyla Adana Kebabı ziyafeti çekiliyor.

Mustafa, İsmail, yeğen Furkan ve bendeniz yaylanın üstündeki Çatal Oluk denilen buz gibi suyun başında karpuz kavun yiyoruz. Kocaman ceviz ağacının gölgesi altında; etraftan yayılan nane, kekik kokuları; yarpuzlar, böğürtlen çalılıkları... Köy ve yayla hayatının tabiliğini şehrin sahte rahatlığı içinde kaybettik diyerek bir oh ve af çekesi geliyor insanın. Laf lafı açıyor, gönlümüz inşirah buluyor. Şam`dan, Ankara`nin siyaset-i umumiyesinden, Kuveyt`ten, Avustralya`dan, Beyrut`tan, İstanbul`dan, Konya`dan, Amerika ve İsrail`den ve dahi Kudüs`ün ahval-i umumiyesinden... Kaybettiğimiz değerlerden, eğitim sorunlarından ve ailenin sıkı korunması gerektiği üzerinden biraderlerle koyu bir fikir teatisine gömülüyoruz. Modernitenin kollarında en değme hocaefendilerin ve muhafazakar dindarların bile nasıl erimekte olduğu; tekke, zaviye, medrese, ahilik teşkilatı ve bizden olan her ne varsa; bugünün formunda yeniden ihyasının iltizamından bahisler açtık ve iki yılın hasretini gidermeye çalıştık.

Ağalık vermek, beylik vurmak ile der atalar. Ağabey olmak gerek. Gönül yapmak gerek. Azı çoğa getirmek, saymak ve gönül vermek gerek ve gönül almak gerek.

Anacığım, babacığım, kardeşlerim ve yeğenlerimle iki geceyi dolu dolu yaşayarak Ankara’nın yolunu tutuyorum biricik biraderim Mustafa ile. Aman o da ne! Bir kaza! Aman Allahım! İki arabanın biri yol kenarındaki tarlada, diğeri yolun ortasında duruyor. Üçer ağır yaralı görüyoruz. Herkes yardım derdinde. Fakat arabalarda acil yardım kutusu, ışıldak, yangın söndürme aleti gibi zarurî araç-gereçlerin eksikliği hatırıma geliyor. Rabbim yaralılara şifalar ve de bu kara haberi birazdan duyacak yakınlarına da sabırlar versin.

İstanbul
İstanbul

18 Temmuz

İstanbul’dayız. Beşiktaş merkezindeki Sinanpaşa Cami’nde Prof.Dr.Hayri Kırbaşoğlu’nun sohbetini dinledik. Ulemanın ümeraya karşı politik muhalefet tutumundan bahsetti. Bilinç+Bilgi+Eylem birlikteliğinin ulemada daha çok olmasının üzerinde duruldu.

İkindi namazı öncesinde Süleymaniye Kütüphanesini gezdik. Sonra ise Prof.Dr. Cevat Akşit Hoca’nın Süleymaniye Cami’indeki sohbetini dinleyip, elini öperek hayır dualarını aldık.

Lamia Zeynep Akşit (kendisi Pendik-Birikim Koleji’nden öğrencimdi) ile ayak üstü görüşmek nasip oldu. Evlenmiş. Allah mesut eylesin. Hayat ne de çabuk geçip gidiveriyor.

Akşam yemeğinde Pendik-Birikim Koleji’nin hazırladığı yemeğe geçtik. Eski mesai arkadaşlarımın candan muhabbet ve konuşmalarıyla mesrur oldum. Gençlerimiz havuza girdiler. Bir kısmı da okulun bahçesinde futbol oynadılar.

Bu gece avukat Sami Şimsek Ağabey’in evine geç saatlerde geçmeden önce bir hasta ziyareti yaptık Rasim Karagül ve Mücahit Başkavak ile. Alparslan Hocam belfıtığı ameliyatı geçirmiş, Allah şifalar versin.

Hem hısımım, hem akrabam ve hem de dost ağabeyim Sami Ağabey’imin Aydos-Gülistan evlerindeki hanesinde kaldım bu gece. Neredeyse 3 yıldır evin hastaneye çevrilen odasında bitkisel hayatta olan canım öğrencim Ayşecik’i ziyaret ettim. Çok dua ettim Umre’deyken . Rabbim ebeveyn ve ablası Nurbanu’ya tahammül ve sabır yağdırsın.

Her günün kendi işi ve yükü var. Planlı olduğumuz gün güzel geçiyor.

 

Gezinini ikinci bölümü için tıklayın

 

Ahmed Eroğlu ismini d harfi ile yazan şuuru ile anlattı

Ahmed Eroğlu’nun hatıraları yarın dünyabizim’de devam edecek.

YORUM EKLE