Gece de gündüz de cennet Amasya
Külfet değil gerçek rahmet Amasya
Padişah tuğralı gerçek Amasya
Kimilerine göre yedi bin, kimilerine göre ise sekiz bin beş yüz yıldır insanoğlu ile hem hal bir şehirdir Amasya. Neolitik dönemden ilk çağlara, Helenistik dönemden erken Roma’ya, Bizanslılar döneminden Selçuklulara, Beylikler döneminden Osmanlı’ya kadar çok geniş bir zaman dilimine ait eserlerin hala size göz kırptığı velut topraklardandır. Ortasından geçen İris -şimdiki ismiyle Yeşilırmak- suyu vesilesiyle hep önemli merkezleri ve devletleri üzerinde barındırmış, bir siyasa merkezi olmuştur Amasya.
Osmanlı Devleti’ni, yetiştirdiği ve yolladığı onlarca Şehzade ile besleyen Amasya, nasıl Çelebi Mehmed ile Osmanlı’nın tekrar toparlanışına ev sahipliği etti ise Milli Mücadelede de Anadolu’nun tekrar ayağa kakmasında öncülük etmiştir. Hasılı, -mekan-zaman-olay-insan vb. hangi nazarla bakarsanız bakınız Amasya tarih boyunca hep önemli bir merkez olmuştur.
Bizanslılar döneminde özellikle Ortodoks Hıristiyan dünyasına din adamı yetiştiren papaz mektepleri ile de meşhur olan Amasya, Peygamber efendimiz Hz. Muhammed’in (sas) Bizans Kralı Herakles’i İslam’a davet için yolladığı elçi olan Dıhyetül-Kelbi’yi (ra) ağırlama şerefine de nail olmuştur. Allah Resulünün (sas) mektubunu İstanbul’da, Kral Herakles’e sunan elçi Dıhye (ra), yaklaşık on-beş yirmi gün Amasya’daki papaz mekteplerinde İslam’ı tebliğ fırsatı bulmuş, daha sonra Medine’ye dönmüştür.
Osmanlı’nın saltanat fidanlığı
Osmanlı’nın saltanat fidanlığı olmuştur Amasya. Amasya’nın ilk valisi Çelebi Bayezid’dir. Fatih, Amasya’ya şehzade geldiğinde sekiz yaşında halkın taktığı isim ile bir “Bebek vali” dir. Amasya’da, Yeşilırmak kenarlarında at koşturmuş şehzadeler, buradan Avrupa’ya, Viyana’ya kadar fethe gitmişlerdir. Çelebi Mustafa, Amasya’da iken kardeş ve taht kavgaları nedeniyle Konya’ya çağrılmış ve boğdurulmuştur. Yazık ki bu çekişmeler nedeniyle Amasya Valisi Bayezid, dört oğlu ve on bin askeriyle İran Şahı Tahmasp’a sığınır. Ancak Amasya’da beşikte bıraktığı beşinci oğlu boğdurulur. Bundan sonra Amasya, artık veliaht şehzade istemez.
Sultanlar yok artık, takvim gamlanır
En güzel rüyalar sende demlenir
Göz sende yıkanır, sende dinlenir
Şehzadeler merkezi olmasının yanında ilim şehri, hikmet şehri, medreseler şehridir bu güzel beldemiz. Osmanlılar zamanında kurulan medreseleri, Darul Hadisleri, Daru’l-Kurraların yetiştirdiği yüzlerce ilim adamı ile Medinetu’l-Hukema, Daru’l- İzz gibi isimler almayı hak etmiştir. Öyle ki on sekizinci yüzyılda şehir merkezinin yirmi bin civarında olan nüfusunun iki binden fazlasını yaklaşık otuz medresede ilim gören medrese talebeleri oluşturmaktadır.
Ziya Paşa Amasya mutasarrıfı
Tanzimat döneminde aynı zamanda şair olan Ziya Paşa, Amasya’ya mutasarrıf olur. O yıllarda Amasya yangınlar, seller, depremler görmüş bir şehirdir. Amasya’nın halkı fakir durumdadır. Bunun üzerine Ziya Paşa:
Zannetme ben Amasya’da paşalık eyledim
Gördüm fakir halkını babalık eyledim
dizelerini yazar. Yine meşhur;
Diyar-ı küfrü gezdim, beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm
beytini de Amasya’nın bu onarılmaya muhtaç haline isnaden yazdığı söylenir.
Amasya’nın meşhurları
Amasya’yı övülmüş, müstesna şehir yapacak o kadar şehzade, evliya, âlim, mütefekkir, zanaat ve sanat ehli vardır ki yazmakla bitmez. İlk hemşehrimiz ismi, coğrafya ilmini Hz. İsa (as) efendimizden yarım asır evvel yazdığı meşhur Geographika adlı eseriyle başlattığı kabul edilenlerden Strabon Amasyalı’dır. Helen kültürünün en önemli temsilcileri olan Mitridatesler de Amasyalı’dır. Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkımına sebep gösterilen Babai İsyanının şeyhi Baba İlyas da… Ankara Savaşı’ndan sonra dağılan Osmanlı birliğini Amasya’dan toparlayan Çelebi Mehmed de. Padişah Sultan Bayezıd-ı Velî’nin hokkasını ayakta tuttuğu Şeyhu’l Hattatin Şeyh Hamdullah da Amasyalı, NASA’nın bile Ay yüzeyinde bir bölgeye ismini verdiği, “Ben umardım ki seni yar-ı vefadâr olasın/Ne bileydim ki seni böyle cefakâr olasın” dizelerinin sahibi ilk kadın divan şairimiz Mihri Hatun da. Osmanlı’yı ayakta tutan vezir ailelerinden meşhur Köprülüler, Piri Çelebiler ailesi de Amasyalı. Tasavvuf edebiyatının divan sahibi son büyük temsilcilerinden Şeyh Hamza Nigari Hazretleri de… Yine şiirlerinde Rûmî mahlasını kullanan ve “Tövbe yâ rabbi hatâ râhına gittiklerime/Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime” beytiyle şöhret kazanan Abdürrahîm-i Rûmî de Amasyalıdır.
Ortaçağ’da Avrupalılar, akıl hastalarını içine cin şeytan kaçmış, kendisini şeytana satmış diye diri diri yakarken ecdadımız musıki ile, su sesi ile tedaviler geliştirmekte idi. Anadolu’nun çeşitli yerlerinde inşa edilmiş, hasta tedavi merkezlerine “Bimarhane” denilirdi. İşte bu şifahanelerden biri de Amasya’da, İlhanlılar döneminde Ilduz Hatun ismine inşa edilmiştir. Taç kapısındaki muhteşem ince taş işlemeleri bulunan Bimarhane’de yüzlerce yıl su sesi ile müzik aletleri ile nice hastalar şifa bulmuştur. On dört yıl burada hekimlik eden, Cerrahiyyetu’l-Haniyye isimli tıp kitabının sahibi Sabuncuoğlu Şerafeddin de Amasyalı meşhurlarımızdandır.
Amasya’ya âşık meşhur tarihçi
Amasya’ya âşık bir tarihçimiz vardır ki o da Abdizade ismiyle ma’ruf Hüseyin Hüsamettin (Yasar) Efendi’dir. Onlarca yıl üzerine çalışarak tastamam on iki ciltten müteşekkil Amasya Tarihi isimli meşhur eserini vücuda getirir. Bu çapta bir eser ancak İstanbul, Konya, Edirne gibi başkentlik etmiş şehirlere nasip olacak cinstendir.
Hakikatin tam manasıyla dağa taşa medeniyet kazınmıştır Amasya’da. Bir başka Amasya aşığı, şair Bahaeddin Karakoç’tur. Bir sabah namazı çıkışında coşkun coşkun akan Yeşilırmak’ın sularına dalar da Amasya Tarihi müellifi Abdizade Hüseyin’in “…Sen ne fettan şehirsin Amasya…” dizelerine nazire olsun der gibi: “Çakal tepesine seyrana çıktım/Bir sırrı çözmeye bin duvar yıktım/Doyam diye baktım daha acıktım/Yeşilırmak benden sevdalısın sen” dizelerini döker. O an Mağdenüs Köprüsü’nden suları seyre dalan Özkan Yalçın da bu birden inci gibi dökülen dizeleri kayda alır.
Şehri, her yeni gören hissetmiş midir bilmem ama Amasya’nın dört tarafı dağlarla çevrili olduğundan ilk kez gelenlerde dağların insanın üstüne üstüne yürüdüğü duygusunu oluşturduğu söylenir. Bir de bu minval üzere Amasya’ya dışarıdan gelen nice memur aileleri için söylenegelen: “Amasya’ya bi gelen ağlar, bi de giden ağlar…” meseli vardır. Amasya’ya bir müddet yaşamak için dışarıdan gelenler şehrin her tarafını kuşatan o dağları görünce “Nerden düştüm ben, bu dağ başına” diye ağlar, lakin Amasya’da geçirdiği zamanlarda edindiği dostluklar, komşuluklar, gördükleri nezaket, zarafet, nezahetlerden ötürü ayrılır iken hüzne gark olarak hüngür hüngür de ağlarlarmış.
Keşke yaşasaydı şehzadelerin
Hep sana aksaydı kanımla terim
Her köşede seni arıyor gözüm
Yaşlandıkça güzelleşiyor Amasya
Şimdilerde Amasya’mız, yaşlandıkça güzelliğine güzellik eklenen, aydınlanan, nazlı, nurlu bir dilber adeta. Bir şehri anlayanları, şehrin ruhuna vakıf olabilenleri büyülüyor her daim.
Orada doğmuş ve ömrünün çocukluk ve gençlik yıllarını bu güzel şehirde geçirmiş bir Amasyalı olarak Amasya’nın tarihi, coğrafyası, kültürel özellikleri, folkloru hakkında ciltlerle kitap yazılır ama güzelliği anlatılamaz diye düşünüyorum. Beş şehri bilen, Bursa’da ve Konya’da şehrin maneviyatını hissederek yaşamış, şu an beden ve ruh olarak İstanbul şehrine ait olan bir Amasya hayranı olarak da Altıncı Şehir’de, Sivas’ta doğmuş ama Amasya’da yaşamış ve Amasya aşığı olmuş Yedinci Şehir’in yazarı Özkan Yalçın’ı çok iyi anlıyorum: “Kemiklerimizi kıyamete kadar muhafaza edecek topraklar önemlidir” diyor yazar. Ruhumuzun evi olacak mezarlarımız. Herhalde ruhumuz, ait olduğu toprakları isteyecektir.
Amasya’nın bir rüya şehri olduğunu, masal şehirlerden olduğunu bilen, hisseden ve yaşayanlardanım. Biz yıllardır, bir güzeller güzelinden -İstanbul’dan- diğer güzeller güzeli Amasya’mıza varmaktayız.
Burmalı Minare bir âşık resmidir
Beş vakit sütüyle yürek emzirir
Bildiği tek söz var o da Allah bir!
Bir Amasya türküsü de der ki: Neyleyim dünyada dünya malını vay vay/Gönül arz ediyor eski halini vay vay”.
Yasemin Kapusuz