Bir soruşturmanın tam orta yerinde buluyoruz kendimizi Trendeki Derviş’i okurken. Hem de bir cinayet soruşturmasının... Dedektif geldiğine ve herkesi sorguladığına göre ortada polisiye bir vaka var demektir. Dedektif kendinden emin bir biçimde hizmetçiyi sorguluyor. Hizmetçi yıllardır kapısında rahat ettiği, çoluk çocuk sesinden uzakta, ev işlerinin belki sadece temizlik kısmıyla ilgilendiği bu evden ve içindekilerden son derece memnunken “nereden çıktı bu kaybolma ve belki de cinayet” diyor. Evet, evin hanımı kayıp. Yok, hem de tam üç gündür yok. Dedektif gelmiş sorgulama hâlinde. Biliyor ki bulunduğu ortamda, soru sorduğu her kim varsa potansiyel suçlu ya da suça iştirakçi. Dedektif omuzlarındaki yükün farkında ama yine de rahat. Çünkü suç potansiyeli taşımayan tek kişi kendisi. Herhalde cinayet romanlarında eserin en rahat kişisi vakayı sorgulayan dedektiftir. Yalnızca adalet için hareket eden ve cinayet mahallinden uzak, şüphelileri tanımayan biri için çok klas bir durum olsa gerek. Ancak görülüyor ki olağan şüpheli tek kişiye düşmüş: Koca. Yani aynı zamanda eski kontrolör. Peki dedektifi eşini öldürdüğüne ikna eden kim? Derviş. Derviş, yazar istediği an ortaya çıkıp istediği her şeyi söyleyebilen bir aziz, bir ermiş…